Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Portakal'ın altın yılı

ANTALYA'dayım; Altın Portakal'ın 50'nci yılını idrak etmek için... Dudaklarımdan 'Şükür' kelimesi eksik olmuyor.
Öyle ya, Portakal ile yaşıtız. Ben büyürken perdede hayran olduğum kim varsa, şimdi etrafımda. Kim derdi ki Marmara Adası'ndaki lakabı 'Altın Çocuk' (Göksel Arsoy) olan, sırf Ömercik'e benzemek için uzattığı saçlarının rengini açmak için papatya suyu süren, açıkhava sinemasında Malkoçoğlu'nun her zaferini filmin sonunda ayakta alkışlayarak kutlayan o çocuk; bir gün gelecek, onlara dokunma mesafesinde olacak.
Dahası; Türkan Şoray, Fatma Girik, Ediz Hun, Göksel Arsoy, Tanju Gürsu, Eşref Kolçak, Süleyman Turan ve diğer devlerle sohbet edecek, onları yazılarında anlatacak.
Günlerdir kendimi Harikalar Diyarı'ndaki Alice gibi hissetmem bundan.
Lobide karşılaştığım Türkan Şoray, "Ah Yüksel Bey'ciğim, jüri başkanı olmak ne zormuş! Sanki her kaybedip üzülenin sorumlusu ben olacakmışım gibi hissediyorum" diyor, çenesi titreyerek.
Kahvaltı salonunda elimde tabakla kendime oturacak yer ararken, Fatma Girik takılıyor oturduğu yerden: "Ay Yüksel; otur artık bir yere, başım döndü yahu!"
Sanki uçan halıya binmişim de, yıldızların arasında dolaşıyorum. Ve anlıyorum ki, 'yıldızlık' sadece onlara nasipmiş. Şimdinin 'yıldız sanılan' ünlüleri, onların yanında el feneri bile değilmiş.
Ne güzel de anlattı sevgili Mehmet Özgür sahnede bu durumu tek cümleyle: "Çıtayı öyle bir yere koymuşlar ki, biz ne yapsak onlara erişemiyoruz."

DAMGA VUR ANLAR...
Dile kolay, tam 50 yıl... Meslekteki ağabeylerimizden dinlerdik, ünlülerin Konyaaltı'ndaki bungalovlarda ağırlandığı o mütevazı Altın Portakal günlerini... En büyük eğlenceleri, kumsalda ateş yakıp etrafında şarkı söylemekmiş... Şimdi Cam Piramit'in altında Oscar törenlerine taş çıkartacak görkemde gecelerle, en lüks otellerin konforunda ağırlanıyorlar. Ne mutlu Türk Sineması'na, ne mutlu bir kültür-sanat organizasyonunu 50 yıldır gözü gibi koruyup kollayan, en güç şartlarda bile ona sahip çıkan sanatsever Antalya halkına...
50. Yıl Onur Gecesi'nin mührü iki kişinin elindeydi. Biri, enfes bir Altın Portakal belgeseli hazırlayan Nebil Özgentürk'tü.
İçimden ona 'Yeşilçam'ın Herodot'u' demek geldi ama geceyi renklendirmek için hazırladığı diğer iki fantezi belgesel/ klip acaba gerekli miydi, ona karar veremedim.
Safa Önal'ın sahnede yaptığı gibi ağır bir eleştiride bulunacak değilim ama Acı Hayat filminin diğer Yeşilçam ürünleri ile harmanlanıp 'gülünç hale getirildiği' çalışma ve Gurbet Kuşları filminin bir sahnesinin Emre Karayel ve Demet Evgar tarafından yeniden canlandırılmasındaki 'espriyi' algılamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.
Geceye damga vuran ikinci isim, Cahit Berkay'dı... Antalya Devlet Opera ve Balesi'nden takviyeli orkestra eşliğinde öyle bir Selvi Boylum Al Yazmalım çaldı ki; ürperen tüylerimi yatıştırmam dakikalar aldı. Eğer Yeşilçam bir ülke olsaydı, milli marşı kesinlikle bu beste olurdu...

METE ALTINDAN KALKTI
Mete Horozoğlu bu zor sunuculuk görevinin altından başarıyla kalktı. Asıl işi sunuculuk olmayıp da, böylesine önemli bir geceyi kırıp dökmeden atlatmak meseleydi.
Horozoğlu; sıcaklığı, sempatisi, doğaçlama espri kabiliyeti ve her şeyden önce 'sahiciliğiyle' benden tam puan aldı.
Bence geceden en karlı çıkan, bu muhteşem galayı canlı ekrana getiren CNN Türk oldu. Festivalin hafta sonu yapılacak ödül töreni bile bu kadar görkemli, bu kadar cazibeli olur mu bilmem. Helal olsun sinemanın ölümsüz emekçilerine, helal olsun Portakal'ı altın yılında bir güzel parlatıp cilalayanlara...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA