TBMM'nin Çankaya kapısından içeri girdik. Kapıda 'bir yığın bürokrasi'. Meclis'e daha önce hiç yolu düşmemiş, Ankara havasını bunca yakından solumamış bir İstanbul insanı olarak şaşkın, Meclis ana binasının yüce koridorlarında dolandık durduk. Oradan oraya derken neyse ki aradığımız odayı bulduk. "Oktay Vural'ın makamı" diye açılan telefonlardan sonra gördüğümüz bu makamı seyre koyulduk. Makamın giriş kısmı insanlarla dolu. Bir kasa nar almış da gelmiş bir dedecik, yanında bıyıkları aşağıya meyilli bir delikanlı, birtakım takım elbiselilerle birlikte odayı doldurmuşlar. Aralarında yerimizi alıyoruz, beklemeye başlıyoruz. Oktay Vural içeriden sesleniyor. Mavi gözlü, komik yüzlü ABD'li oyuncu William H. Macy'nin benzeri memur bey makama giriyor. Oktay Vural sinirli. İçeriden tiz ve de sinirli bir ses yankılanıyor. Sonra kapı kapanıyor. Gazeteci tedirgin... Memur bey gülümseyerek çıkıyor odadan. Vural'ın bilgisayarında bir problem varmış. Belli ki halledilmiş. Sıra gazetecide. MHP 9. Olağan Büyük Kurultayı'nı 8 Kasım'da gözlemiş, 9 Kasım'da Oktay Vural'ı dinleyecek birisi olarak hazır ve nazır.
- Devlet Bahçeli'den çok sizi görüyoruz son zamanlarda ekranda, nedir bunun sebebi?
- Biliyorsunuz, sayın genel başkanımız çok sık medyaya çıkan birisi değil. Bizim de kadro olarak tanınmamızı isteyen bir şahsiyet. "Her şeyi ben söyleyeyim" anlayışına değil, kadrolarımızın zengin olduğunu ortaya koymamız için fırsat veren bir liderlik anlayışına sahip. Bir de tabii, grup başkanvekili olduğum için, Türkiye'nin önemli meselelerini dile getirebilecek bir platformda, sayın genel başkanımın, grup başkanımızın vekili olarak ön plana çıkıyorum.
- Bahçeli'nin halefi olmak gibi bir durumunuz var mı?
- Biz bir kadroyuz, bu kadroda çeşitli çarklar vardır. Tek amacımız başkanımızı başbakan yapmak, MHP'yi tek başına iktidara getirmek. Bu işi halef selef meselesi haline dönüştürerek demokrasiye ve idareye aykırı bir tutum oluşturmak, bizim siyasi anlayışımıza göre değil.
- Sizin ülkücü bir geçmişiniz de yok galiba, var mı?
- Ben bürokrasiden geldim. 1998-1999 yıllarında bürokraside üst görevlerde bulundum ama bütün sahip olduğum düşünce iklimi geçmişte bulunduğum mücadelelerden kaynaklandı. O süre içinde okudum, doktoramı yaptım, yurtdışına gittim. Diyarbakır'da bulunduğum zamanlarda da siyasal mücadele içinde bulundum.
- Hangi yıllar?
- 70'li yılların başından üniversiteye gidinceye kadar. Ortaokul, lise yıllarında bu mücadeleye başladım.
ÖNCE HİTLER VE LENİN, SONRA TÜRKEŞ'LE TANIŞTIM
- Tam da sağ-sol çatışmasının olduğu yıllar.
- O zamanki tartışmalar içerisinde bir münazara olacaktı okulda; "Toplumun gelişmesine hanımlar mı katkıda bulunuyor, erkekler mi?" Bu tartışma münasebetiyle okumaya başladım ilk. "Acaba toplumsal gelişmelere kimler yol vermişler, Hitler, Lenin, ne yapmış bunlar?" diye sordum. Kadınların tarafını tuttuğum için polemik gerekiyordu. Erkek kafalar, insanlık suçu işleyen bir sürü insan... Böyle başladım. Sonra Sayın Türkeş'in dokuz ışığını okuduk.
- Sonuç?
- "Bunlar mı insanlığın gelişmesine katkı sağlamıştır?" diyerek, milliyetçi bir düşünceye ihtiyaç olduğunu anlayarak araştırmalar yapmaya başladım. O sırada
Bozkurt dergisi dağıtıyorduk, aydınlanma fikrine giriyorduk. Sonra üniversitede, hukuk fakültesinde fikri olarak bu mücadelenin içinde bulundum.
- MHP'nin çok güvendiği devletin tokadını yediği 80'leri nasıl yaşadınız?
- Üzerinden tankların geçtiği, düşüncenin yargılanmaya başladığı yıllar elbette o yıllar. Yalnız devletin değil, devleti yönetenlerin tercihlerinin kurbanı ve mağduru olmuş bir siyasi hareket olarak o dönemleri yaşadık. Bu tecrübelerle de siyasete girdik.