ÖĞRETMENLER KÜRTÇE ÖĞRENİYOR
Yüksekova'da Kürdi-Der tarafından 2008 yılında başlatılan Kürtçe derslerine de ilgi artıyor. Tek kelime Türkçe bilmeden okula başlayan öğrencilerin lisanını çözmek isteyen idealist öğretmenler, hastalarla yüz yüze gelip de dertlerini anlamayan doktorlar, karakollarda görevli polis memurları ve diğer kamu görevlilerinden bu kurslara ilgi fazla. Kampüs inşaatları süren Hakkari Üniversitesi'nin rektörü Prof. Dr. Ebubekir Ceylan çok değişik bir bilim insanı. Daha önceki rektör döneminde akademisyenlere yönelik olarak başlatılan Kürtçe eğitimini bu yıldan itibaren genişleteceklerini açıkladı. En nihayet Hakkari'ye ulaştık. Barış süreci sihirli değnek misali her şeyi değiştirmiş sanki. Eskiden olsa yaklaşık 10 kontrol noktasında aranarak ulaşırdık vilayet merkezine. Şu anda sadece Hakkari girişindeki köprünün üzerinde bir kontrol noktası var. Eskiden parmaklar tetikte dururdu güvenlik görevlileri, şimdi elleri bellerinde. Kente yeni tayin edilen Vali Necmettin Kalkan'ın da bu rahatlamada çok büyük payı var. İki-üç hafta önce şehre ayak basan vali, yanına hiç güvenlik görevlisi almadan çarşıda dolaşmaya çıkmış, esnafla tokalaşmış, sokak kahvelerinde çay içip vatandaşlarla sohbet etmiş. Böyle bir mülki amire alışkın olmayan ahali şaşkınlık içinde kalmış.
BARIŞA HASRET KALMIŞIZ
Evet, insanlar bu sefer bir şeylerin değişeceğine ciddi ciddi inanmaya başlamış. Bir kahvede çay içerken bu minval üzerine sohbet ettiğimiz orta yaşlı adama bu değişimin nedenini sorduğumda şu yanıtı aldım: "Eskiden kulağımız dağlardan gelecek olan silah seslerine ya da şehrin bir köşesinde patlamaya hazır bir bombanın gürültüsüne odaklanırdı. Her gün yüksek dağlardan aşağı doğru birkaç gencin cenazesi düşerdi Hakkari'ye. Ağıtlar yükselirdi evlerden ve bu hiç tükenmezdi. Kentin bir sokağında annelerin haykırışları bitmeden bir başka evden çığlıklar dağılırdı dağlara doğru. Çok değil bundan beş-altı ay önce en büyük sosyal etkinliğimiz taziye ziyaretleriydi. Şimdi düğünlere, sünnetlere gidiyoruz elimizi, kolumuzu sallayarak. Geçenlerde 15 yıldır ayak basamadığım köyüme gittim. Ve 15 yıldır ilk defa bülbül sesi duydum. Oturdum zerdali ağacının dibinde ve dakikalarca ağladım. Nasıl hasret kalmışız, barışa, nasıl özlemişim bülbüllerin sesini..." 1984-1997 yılları arasında memleketin doğu ve güneydoğusunda yaklaşık 3 bin köy ve mezra boşaltıldı. Bu yerleşim alanlarında yaşayan yaklaşık 3 milyon nüfus yer değiştirmek zorunda bırakıldı. Devlet bu insanların nereye gideceğini, ne yapacağını hiç ama hiç düşünmedi. Yüzyıllardır yaşadıkları köylerinden, çıkarılan bu insan evlatları şehirlerin kenarlarına, altlarına ve çöplüklerine atıldı. Hükümet bundan beş yıl önce köye dönüş sürecini başlatacağını açıklayınca bu kayıp insanların büyük bir bölümünün yüzleri umutla parlamaya başladı. Gitmek istiyorlardı, çünkü mecbur bırakıldıkları bu bataklıktan; şehirlerin onları un ufak eden kasvetinden kaçıp köylerine dönmek istiyorlardı. Mardin, Van, Siirt, Diyarbakır ve Bingöl'de köyler yavaş yavaş eski sahiplerine açılmaya başladı.
30 YIL ÖNCE BOŞALTILAN KÖY
Hakkari yine en arka sıralarda kaldı. Hakkari'de Kaval adında efsane bir köy vardır. Yıllarca bu köy hakkında türlü hikayeler ve rivayetler işitip durdum. Birkaç kere köye gitmek için başvuruda bulundum ama güvenlik güçleri tarafından boşaltılmış olan köye girişler yasaklanmıştı. Her seferinde hevesim kursağımda kaldı. Yaklaşık 1600 yıl önce kurulmuş olan bu köyün Osmanlı devrinde sekiz mahallesi varmış. Birinde Ermeniler, ötekinde Yahudiler, üçüncüsünde Ezidiler, bir diğerinde Suryaniler, kalanında da Müslüman Kürtler yaşarmış. Birbirlerine huzur vermemişler, zamanla köy ıssızlaşmış. Kaval tam eski günlerinin haşmetine ulaşacağı vakit PKK olayı patlak vermiş. 1984'ten sonra eski tadı kalmamış hayatın. 1993'te de boşaltılmış. Geri dönüşü ve barınmayı engellemek için köyün bütün evleri dinamitlenerek yıkılmış. Son birkaç yıldır Kaval'a girişlerin serbest bırakıldığını, köylülerin meyvelerini toplamak için beldelerine gidebildiklerini, hatta orada yaz boyunca kalıp sebze meyve ekmeye başladıklarını duymuştum. Köyün muhtarı Arif Duman'a ulaştım. "Buyurun gelin, bekliyorum" dedi hemen. Ertesi sabah erkenden yola koyulduk. Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından o meşhur Geçitli'ye ulaşıyoruz. Köye varmadan bir tepenin başında bir çeşme görüyoruz. Geçitli Şehitleri Çeşmesi yazıyor üstünde. Bir mermere de dokuz askerin ismi kazınmış. Köylülerden birisi yakınlardaki bir vadiyi işaret ediyor ve "İşte orada da 11 Kürt genci öldü, onun iki kilometre ilerisindeki şu ağaçlı yamaçta yedi asker gitti, şu küçük düzlük var ya orada da 12 PKK'lı genç düştü toprağa" diyor. Doğrudur. Çünkü son 30 yıl içinde bu dağlarda sadece Hakkari Dağ ve Komando Tugayı 1000'e yakın evladını kaybetti. Yine bu dağlarda 2 bin 200 PKK'lı genç topraklara karıştı. Çoğu hayatının baharında 40 bin insanı verdik bu anlamsız çatışmada. Kaval Köyü'nde, Muhtar Arif Duman yanında yaklaşık 30 kişiyle karşılıyor bizi. Biraz hasbıhal ettikten sonra sofraya kuruluyoruz. Dört oğlak kesmişler, pilavlar, peynirler, salatalar, yoğurtlar koymuşlar örtülerin üstüne. Hakiki bir Halil İbrahim sofrası kurmuşlar. Ortamın en yaşlılarından biri olan 77 yaşındaki Sadullah Duman, bir vakitler köyün en zenginiymiş. Virane bir evin üstüne çıkıp "Bu evde benim dedem, dedemin babası, onun dedesinin dedesi doğmuş. Ha şuradaki mezarlıktalar hepsi. Biz dünya kuruldu kurulalı buradaydık. 1993 yılına kadar..." dedi. Sustum. Sadullah Bey'in arazisi içinde bir kale yıkıntısı var. Selçuklu ve Osmanlı çağında bu kaleyi bekleyenler onun atalarıymış. 75 yaşındaki Abdurrahman Duman da çok dertli. "30 yıldır ne uhrevi ne de dünyevi yasalara uyuldu" diye başlıyor söze. "Bu sefer her iki taraf da samimi. Bu savaşın tamamen biteceğine inanıyorum ilk defa" diye devam ediyor.
ARKAMIZDAN SU DÖKTÜLER
Çaylarımızı da içip vedalaştık bu eşsiz insanlarla. Daha sonra bir daha gelelim diye ardımızdan sular döktüler. Muhtarın söz ettiği kestirme yoldan dönmeye karar verdik. Arabayı ben kullanıyordum ve benden başka üç can daha vardı. Ortasından dereler akan, şelaleler fışkıran bir masal aleminden geçtik. O kadar derin uçurumlar vardı ki, dipteki bir inek kibrit çöpü kadar küçük görünüyordu. Tek bir arabanın zor geçtiği bu uçurum kenarındaki sekiz kilometreyi yaklaşık 45 dakikada kat edebildik. Sonra bitti uçurum, düzlüğe vardık. Türkiye de son 30 senedir geçtiği uçurumda 40 bin evladını verdi. 17 bin insan faili meçhul cinayetlerde kaybolup gitti. Uçurum bitti sanki, düzlüğe ulaştık. Şimdi menzil hak, hukuk, merhamet ve adalettir, şimdi menzil kalıcı bir barıştır...