TELEVİZYON İZLEMEYE HİÇ VAKTİM YOK
- Bu kadar yaşam enerjisiyle dolu ve sağlıklı olmanızın sırrı nedir? Özel bir beslenme reçeteniz var mı?
- En önemlisi şu, hayatımda hiç sigara içmedim. Ara sıra içki içerim. Meyveyi ve sebzeyi çok seviyorum. Yaşlanınca giderek etten uzaklaştım, aramıyorum. Ama ıspanak, kereviz ve havucu çok seviyorum. Düzenli olarak doktor kontrolü yaptırıyorum. Yazın her gün Boğaziçi Üniversitesi'nin olimpik havuzunda yüzerim. Kışın kapalı havuzuna da başlamak niyetindeyim ama üşütmemek için havuzdan çıktıktan sonra biraz dinlenmek lazım. Ama inanın benim havuzdan sonra dinlenmeye bile vaktim yok. Bu yüzden henüz başlayamadım.
- Başka hiçbir şikayetiniz yok mu?
- Sadece troidim az çalıştığı için hormon almak zorundayım. Karaciğerimi korumam lazım. Varislerim var, özel çorap giymek zorundayım. Biraz da denge sorunum var sanırım. Çevremdekiler ısrarla bana baston kullanmamı söylüyorlar ama ben hiç sevmiyorum, belki de o yüzden ikide bir bastonu kaybediyorum.
- Günde kaç saat kitap okuyorsunuz?
- Ne zaman boş vaktim kalırsa okuyorum. Eve üç gazete alıyorum, bilgisayardan da diğerlerine bakıyorum. Oğlum bana Economist ve New Yorker yolluyor. Ara sıra Der Spiegel'i alıyorum. Bunlara bakmak lazım, çünkü güncel politikayı takip etmem gerekiyor. Bir de yazılar, kitaplar var. Televizyona hiç vakit kalmıyor.
- Takip ettiğiniz bir dizi olmadı mı hiç?
- Hayır. En son Aşk-ı Memnu'yu izledim, onu da öfkemden takip ettim. Çünkü bence o diziyle Halit Ziya'ya büyük haksızlık yaptılar. O, Osmanlı'nın son döneminde ne kadar çifte bir yaşam olduğunu, geleneksel gibi görünen hayatların öyle olmadığını anlattı. Ama dizide Boğaziçi'nde amcasıyla yaşayan bir yeğen vardı. Şimdi nerede kaldı böyle hayatlar? Artık kimse annesiyle babasıyla bile yaşamıyor. Ama Beren Saat iyi bir oyuncu, onu takdir ettim. Başka bir diziye başlamaya da vakit bulamadım. Gazetelerde birtakım dizi karakterlerinden söz ediliyor ama ben izlemediğim için onları hiç anlamıyorum.
Bilgisayar benim için en hayati araç, her gün internetteyim
- Güne saat kaçta başlıyorsunuz?
- Yaşla değişiyor. Eskiden 05.00'te kalkar, bir daha da yatmazdım. Şimdi bazen gece 03.00'te kalkıyorum, bir şeylerle meşgul olup tekrar yatıyorum. Şaşmaz şekilde saat 07.00'de kalkarım. Aslında normal olarak 05.00'te kalkmam lazım. Bu yeni değil, 60 yaşımdan sonra hep böyle oldu. Geceleri de bilgisayarın başından kaçta kalkabilirsem, o zaman uyuyorum. Genelde 23.00'te ya da 24.00'te yatarım
- O saate kadar bilgisayar karşısında çalışıyor musunuz?
- Bilgisayar benim için en hayati araç. Çünkü oğlum Mustafa Kemal Abadan ABD'de yaşıyor, gelinim ABD'li, torunum orada. Yani benim hayatımın yarısı orada. Onlarla her gün irtibat içindeyiz, internetten yazışıyoruz.
- Skype'la da görüşüyor musunuz?
- Her zaman kullanamıyoruz. Çünkü oğlum çok meşgul. Annesi olduğum için söylemiyorum ama dünya çapında bir mimar. Yılda üç-dört kez dünyayı turluyor, değişik yerlerde tasarımları var. Ben de onu internet üzerinden nerede yakalarsam, orada görüşebiliyoruz.
- Evinde ilk bilgisayar kullananlardansınız anladığım kadarıyla... Bilgisayar hayatınıza nasıl girdi?
- Oğlum 1991'de evlendi. Yaş günümde eşiyle bana 'Ne hediye istersin?' dediler. Ben elektrikli bir daktilo makinesi istedim. Gelinim 'Ne? Olur mu hiç? Bilgisayar alacağız' dedi. 'Ben bilgisayar kullanmayı bilmiyorum' dedim. Bu kez gelinim 'Öğrenirsiniz' dedi. O zaman ABD'de Türkçe klavye yoktu. 'Türkiye'ye git, ısmarla ve öğren' dediler. İlk bilgisayarım küçük Sony marka bir bilgisayardı. Onu saklamadığıma çok pişmanım, müzelikti aslında. Şimdi beşinci bilgisayarımı kullanıyorum. Bir masa üstü bilgisayarım bir de iPad, bir tane de Mac'im var. Ama ben en çok masa üstündeki bilgisayarda rahat edebiliyorum.
Kablosuz mouse almak istiyorum
- Yeni makinelere de meraklısınız anladığım kadarıyla...
- Evet. Bir de kablosuz mouse almak istiyorum ama henüz gidip almaya zaman bulamadım.
- iPhone kullanıyor musunuz?
- Hayır, çünkü iyi duyamadığım için telefon düşmanı oldum. İkide bir başkasına verip anlaşmaya çalışıyorum. Öğrencilerimle ve dostlarımla bütün iletişimimi e-mailler aracılığıyla yapıyorum.
İlk eşim Yavuz Abadan'ın hayatını yazacağım
- Üzerinde çalıştığınız, bitirmek istediğiniz kitaplarınız var mı?
- 92 yaşımı bitirdim. Bu dünya kimseye kalmamış, bana da kalmayacak. İlk eşim Prof. Dr. Yavuz Abadan hakkında bir kitap yazıyorum, elim ayağım ve kafam elverdiği sürece de bitirmek istiyorum.
- Yavuz Abadan'ın unutulmamasını mı istiyorsunuz?
- Evet. Çünkü Yavuz, İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptığı yıllarda çok etkiliydi. Fakat insanlar dünyaya veda edince unutulur. Ben onu unutturmamayı vazife sayıyorum. Çünkü benim gözümde o, olağanüstü biri. Fevkalade fakir bir ailede büyüyor. Eskişehir'de ders çalışmak için umumi tuvaletlere gitmek zorunda kalıyor. Bir yetim. Acı bir talih ki benim oğlum babasını dokuz yaşında kaybetti, ben de babamı kaybettiğimde aynı yaştaydım. Yavuz, sonra kendi gayretiyle Hitler iktidara gelmeden önce Almanya'da doktora yapıyor. Heidelberg şehri Yavuz'a onursal hemşerilik vermişti. Tezinde Weimar Anayasası ile Türk Anayasası arasında devlet başkanının rolünü inceliyor. Ben bu tezin de yarısından fazlasını tercüme ettim. Onu da yayımlamak istiyorum.
Bir köşeye çekilmeyi asla düşünmedim
- Uzun yıllar yurtiçinde ve yurtdışında çalıştıktan sonra 70'li, 80'li yaşlarınızın başında sakin bir kasaba ya da köye yerleşip, doğayla iç içe bir hayat geçirme hayaliniz olmadı mı hiç?
- Asla ve asla bir köşeye çekilmeyi düşünmedim. Ama 'Bir insan hakkı var, o da denize bakabilme' dedim. Ben denizi çok seviyorum. Çocukluğumun bir bölümü İstanbul'da geçtiği için Ankara'dan İstanbul'a gelmek istedim. Önce Bebek'te minicik bir çatı katına yerleştim. Ankara'dan öğrencim, sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör olan Üstün Ergüder bir gün beni gördü ve 'Ne olursunuz, gelin bir ders verin, ne verirseniz verin, hepsi makbulümüzdür' dedi. Ben de başladım. İlk lisans dersleri verdim, artık master dersleri veriyorum. 21 yıldır da bu derslerim devam ediyor.
- Hangi dersleri veriyorsunuz?
- Bu sömestr master öğrencileriyle üç saat göçmenlik üzerine, üç saat de Weimar'dan Berlin'e başlıklı dersim var. Öğrencilerime bu hafta Doğu Almanya'nın nasıl bir devlet olduğunu anlatacağım. Bana sorarsanız ne Hitler Almanyası ne de Stalin'in Rusya'nın tam bir totaliter devletti. Bence yüzde 100 totaliter olan Doğu Almanya'ydı. Bunun delili de var. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ilk STASI, yani devlet güvenlik mahkemesinin arşivleri açıldı. O arşivdeki dosyaları yan yana koyarsanız uzunluğu yaklaşık 16 kilometre kadar var. Ortaya şu çıktı ki aile içindeki herkes, koca karısını, baba oğulunu ihbar etmiş. İçinde incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler. Devlet ne yaptıklarını yazmalarını istemiş. Onlar da Alman metodik kafasıyla annelerinin lahana aldığını bile yazmışlar.