- Nasıl bir çocukluk geçirdiniz Sırbistan'da?
- Çocukluğumdan itibaren okulda ve çevremde en popüler kız bendim. Hep ekstra ilgi gördüm. Hayatım boyunca da bu ilgiyi besleyecek işler yapmak istedim. Mankenlik, şarkıcılık, ekran önünde olma gibi... Küçücüktüm kendi kendime müzik okuluna yazıldım. Ailem bu ilgimden çok memnun oldu. Maddi durumları çok iyi olmamasına rağmen babam beni desteklemek için piyano satın aldı. O küçük yaşta ödüller de kazandım.
BABAM ÇOK DİSİPLİNLİYDİ
- Anne ve babanız o dönem ne iş yapıyordu?
- Babam askerdi ve çok disiplinliydi. Annem bir mağazada çalışıyordu. Annemin tüm ilgisi bizim üzerimizdeydi. Babam çalışma saatlerine göre eve gelir, giderdi. Babamın bize kattığı en büyük şey disiplin oldu. Evde olmadığı zamanlarda bile eve kaçta girip çıktığımızı kontrol ederdi. 16-17 yaşımdayken 24:00'ten sonra evde değilsem cezalandırılırdım. Bayağı zor bir genç kızlık yaşadık ablamla birlikte. Öte yandan babamın bu disiplini bana çok şey öğretti; istediğim hedeflere nasıl ulaşacağımı, 'yapamayacağım' dememeyi... Sporun önemli olduğunu bile babamdan öğrendim, beni her sabah koştururdu. Sonra madalyalar kazandım. Hâlâ sporu ve koşmayı severim. Özetle müzik, spor ve disiplinle büyüdüm. Oğlum Ateş'i de böyle büyütüyorum. Gün gelip peşini bırakmamalısın hedeflerinin... Açık ve güzel bir kalple, içtenlikle başladığın zaman bir işe, kötü niyet de barındırmazsan her şey iyi gidiyor.
- Güzellik yarışmasına katılmak nereden aklınıza geldi?
- Annem, benim ve ablamın fotoğraflarını Miss Yugoslavya için gönderdi. Bu tür şeylere meraklıydı. Güzelliğimizle gurur duyuyor ve bunu insanlara göstermek istiyordu. Yarışmada ablam ve ben finale kaldık. Rakip olduk yani... O yarışmada Belgrad Güzeli seçildim. İyi ki de yarışmaya katılmışım, bana çok kapı açtı. Yurtdışına gidip çalışma imkanı buldum. Miss Globe için Türkiye'ye davet edildim. Ama bir sürü de talihsizlik yaşadım.
YARIŞMA GÜNÜ KAFAMI ÇARPTIM
- Nasıl talihsizlikler?
- Ben yarışmaya geldim ama valizlerim gelmedi. Tek bir kıyafetim, makyaj malzemem olmadan günler geçirdim. Yarışmaya katılan diğer arkadaşlar bana yardımcı oldular, eşyalarını paylaştılar. Ama talihsizlikler bununla bitmedi. Yarışma için İstanbul'dan Kıbrıs'a geçtiğimiz günlerde, otelde kafamı kapıya çarptım ve alnıma dört dikiş atıldı. Güzellik yarışmasına katılacağım final günü oldu bu. Çok zor bir dönemdi. "Beni Miss Moral seçin" diyordum, yarışmaya girmek istemedim... Orada birçok ajans yöneticisiyle tanıştım. Yeni yüzler arıyorlardı. Bana da çok teklif geldi. Bu arada valizime de 10 gün sonra kavuştum. Ben de tekliflerden birini değerlendirmek için İstanbul'a geldim. Yarışma sırasında arkadaşım olan Litvanyalı bir kız, İstanbul'da çalışmanın güzelliklerinden bahsetti. Onun ajansıyla el sıkıştık.
- Aileniz nasıl karşıladı?
- Babam çok itiraz etti, 'Nasıl olacak, nerede kalacak' diye problem çıkardı. Çünkü o sırada işletme okuyordum, okulu bırakmamı istemiyordu. Annemle anlaştık, ona 'Babamı idare et, ben İstanbul'a aşık oldum, burada kalıp çalışmak istiyorum' dedim. Eninde sonunda okulu bitiririm diye düşünüyordum ama olmadı, İstanbul'da kaldım.
- Nerede kaldınız?
- Ajanslar yurtdışından getirdikleri kişilere ev tutuyorlar, tüm kızlar orada kalıyor. Bir nevi yurt gibi. Ama kötü ve rahatsız edici bir ortam değildi, yani birbirimizin üzerinde yatmıyorduk. Konforluydu, kaliteliydi. 10-15 kız birarada kalıyorduk. Öğrencilik hayatı gibi, kızlarla konuşuyoruz, dertleşiyoruz... Dört ay sonra Sırbistan'a döndüm, bir sürü para kazanmıştım. Annemlere araba aldım ilk paramla. Sonra ev de aldım... Kısacası kazandığım her şeyi Türkiye sağladı bana.
YABANCI VE YALNIZ HİSSETMEDİM
- Türkiye'ye geldiğinizde bu kadar ünlü olacağınız aklınızın ucundan geçiyor muydu?
- Tabii ki hayır. O zamanlar mankenlik yapıyordum. Laleli'deki kot, abiye firmalarının marka yüzüydüm. Büyük firmalar için çalışıyordum ama o firmalar bana göre büyüktü, Türkiye'de ünlü olmak için yeterli değildi. Ama ben Laleli ve Merter'den gelmiş olmaktan utanmıyorum, gurur duyuyorum. Oradaki herkesi tanıyorum, onlar da beni tanır. Selam gönderiyorum bu röportaj vesilesiyle... Bana böyle imalarda bulunduklarında çok üzülüyorum. Çünkü Laleli ve Merter, tekstil ekonomisinin can damarı. Tekstilin zirvesi oralar. Oradaki herkese destek olurum. Laleli piyasası olmasa tekstilin durumu ne olacak? Kimse kalmaz.
- Türkiye'ye geldiğiniz dönemde yabancı mankenlere bakış açısı da rahatsız ediciydi. Bu tip muameleye maruz kaldınız mı?
- Hiç yaşamadım. Duruşum çok netti. Türkiye'de hayatıma giren ilk erkek Yurdal Sert oldu. Dört sene çalıştım İstanbul'da, bir tane bile erkek arkadaşım olmadı. Kafamda her şey netti; "Buraya çalışmak için geldim, evlenmek ya da sevgili bulmak için değil" diyordum. Çalışıp, para kazanıp, Sırbistan'da ev alacak ve ülkeme dönecektim. Babam o dönemde hastalanmıştı ve çalışmıyordu, onları geçindirmek zorundaydım. "Sevgili bulayım, gezip tozayım" diye düşünmedim hiç. Bir söz var Türkiye'de, 'Kadın kuyruk sallamazsa bir şey olmaz.'
- Evlenene kadar geri dönme planınız vardı yani sizin...
- İstanbul'da hiçbir zaman kendimi yabancı ve yalnız hissetmedim. Zaten Osmanlı'dan beri, 500 senedir bizler aynı kültürün insanlarıyız, yabancılık çekmemem çok normal. Ama hep geri dönme planım vardı. Çünkü annemi, ablamı, babamı özlüyordum. Burada da iş nedeniyle bir çevrem oluşmuştu. Sonra Yurdal'la tanıştım ama ilişki yaşamak istemedim. Sırbistan'a döndüm. Ama peşimi bırakmadı, 'Bu kadın benim olacak' diye taktı kafaya. Epey uğraştı.
50 YAŞIMDAN SONRA MİNİ VE DEKOLTE GİYMEYECEĞİM
- Cesur giyim tarzınız hep konuşuldu...
- Gencim hala. Elbette miniler giyeceğim. 40'tan, pardon 50'den sonra mini ve dekolte giymeyeceğim. Şimdi bırakın keyfini çıkarayım. Çünkü kadın kadın için giyiyor, erkek için değil. Biz kadınlar bakıyoruz birbirimize, erkek bakmaz.
- Sizi yıllarca ikoncan diye tanıdık. Bu sıfattan rahatsız oluyor musunuz?
- Hayır. Seviyorum bana ikoncan denmesini. Bu kelimeyle ünlü oldum ben, nasıl laf edebilirim ki! 'İkon' malum, 'can' da cana yakın demek bence ve 'cana yakın ikon' diye yorumluyorum bu sıfatı. Türkçem iyi değil diye mi böyle yorumladım acaba (gülüyor). İyi giyinen ve genç kızların takip ettiği bir kadınım demek ki.
- Keşke şunu giymeseydim, şu kıyafetle poz vermeseydim dediğiniz şeyler var mı?
- Var, olmaz mı...Çok var hem de.
- En sevdiğiniz parça nedir?
- Dize kadar kalem elbise.
- Hazırlanmanız ne kadar sürer?
- Kuaförü saymazsak, çok ciddi makyaj yapıyorsam yarım saat.
- "En kötü zamanlarımda en iyi görünürüm" demişsiniz. Nasıl başarıyorsunuz?
- Kendimi motive etmeye çalışıyorum. Herkese de öneririm.
- Kaç ayakkabınız var?
- Çok. İki duvar raf daha yaptırdım ayakkabılarım için, sen düşün! Nolur kötü anlaşılmasın, çok seviyorum ayakkabıyı. Erkekler nasıl araba seviyorlarsa ben de öyle ayakkabı seviyorum. Kızlar varsa paranız alın, yoksa da uygun fiyatlı olanları alın!
- İyi giyinmek için ne gerekiyor?
- Vücudunu iyi tanımak, yere göre giyinmek, renk ve kalıbı iyi analiz etmek.
- Bir kadının stil sahibi olabilmesi için çok paraya mı ihtiyacı var?
- Kesinlikle hayır. Marka satın alabilirsiniz ama stil satın alamazsınız. En ucuz kıyafetle en iyi görünüme sahip olabilirsiniz, tabii eğer bir stiliniz varsa. Ben pazar pazar dolaşıp, 40 TL'ye kombinler yapıyordum televizyon programında. Herkes nereden aldın, diye peşime düşüyordu. Önemli olan güzel parçaları seçip, kendine yakıştırmak. Bir kıyafetin kaça mal olacağı belli. Tekstil sektöründeki rakamları biliyorum.
- Sosyetik hanımlar giyinmeyi biliyor mu?
- Biliyorlar, çünkü modayı çok yakından takip ediyorlar. Ve bakımlılar. Ama ben onları ucuz kıyafetlerle de görmek istiyorum. Chanel elbise giydiğinde elbette kötü görünemezsin.