Türkiye'nin kriz hafızası bugün dahi ekonomiyi ipotek altına alabiliyor.
Ekonomi ile ilgili gelişmeleri, özellikle olumlu yönde olanları ne zaman dile getirmeye çalışsanız, belli bir kesimin sert tepkisi ile karşılaşabiliyorsunuz. Konu hemen "işsizliğe, geçim problemine, gelir dağılımı adaletsizliğine" getiriliyor. Ve haliyle o noktada akan sular duruyor. Zira ekonomiyi yönetenlerin, sadece Türkiye'de değil, dünyanın neresinde olursa olsun çözmeleri gereken denklem "istihdam-yatırım-gelir" üçlüsüne odaklıdır zaten.
Ülkemizde işsizliğin kronik sorun olduğunu, sosyal yardımlara bel bağlayan hatırı sayılır bir kesim bulunduğunu kimse inkâr etmiyor. Kaldı ki müzmin şikâyetçiler, dile getirdikleri problemlerin yıllar önce destekledikleri popülist siyasetten kaynaklandığını zaman zaman unutabiliyor. Kuşkusuz, AK Parti'nin 8 yıllık iktidarında bazı dengesizliklerin daha hızlı düzeltilmesi beklenebilirdi. Ama "darbe girişimleri, yargı ve ön-yargı frenleri ile küresel kriz dalgası" yapısal yakınmaların köklü biçimde giderilmesini geciktirdi. Buna rağmen kamuoyu "istikrara prim verip, gelecek umudunu korudu."
Gelinen aşamada, "özgürlük-güvenlik- refah" önceliğine, çağın ve ülkenin gereklerine göre, en geniş mutabakatla "yeni anayasa" yapılması temel sorunların aşılmasının yegâne reçetesidir. "Öngörülebilirlik, huzur ve güven" ideale yakın ölçüde tesis edilebilir, samimi muhaliflerin sürekli tetiklenen rejim kaygıları giderilebilirse Türkiye, dünya krizini fırsata çevirebilecek güçtedir.
Özetle; işsizlikten, düşük ücretten, çarpık gelir tablosundan, yatırım açığından dem vuran herkesin sarılacağı tek proje çağdaş sivil anayasadır.