Şahan Gökbakar yeniden sinema seyircisinin karşısına çıkıyor. Yönetmenliğini Togan Gökbakar'ın yaptığı "Celal ile Ceren" isimli filmde, altı yıllık bir ilişki sonunda evlenmeye hazırlanan ve bekârlığa veda partisine gittiği için kız arkadaşıyla arası bozulan Celal'i canlandıran Gökbakar yeni filmini, hayatını ve hayallerini anlattı…
Celal ile Ceren"in ana teması çok yakın kız arkadaşlarınızın yaptıkları bir sohbete tanık olmanızın ardından ortaya çıkmış…
Evet… Gözde, Gizem ve Gülce… Ankara'dan çocukluk arkadaşlarım üçü de. Daha sonrasında onlar da İstanbul'da profesyonel hayata atıldılar. Pazar kahvaltılarında falan bir araya geliyoruz. Yine buluştuğumuz bir gündü, bunların arkadaşlarından birine erkek arkadaşı bir ayıp yapmış, bu üçlü de yaşananlar üzerine öyle acayip planlar yaptılar ki acı çektirme üzerine, onları şok geçirerek dinledim. "Siz bu kadar cadılaşabiliyor musunuz" diye sorunca, "Bu ne ki canım, biz daha neler yapıyoruz" dediler. O anda, kadınların bakış açısı ilgimi çekti ve hikaye üzerine düşünmeye başladık Togan'la. Komik bölümler kazandıkça tatlılaştı, sertlikten uzaklaştı.
Erkekler bir araya gelince böyle intikam planları üzerine konuşurlar mı?
Erkeklerdeki konuşmalar genellikle "takma abi, boşver, unutursun zaten çok matah da değildi" şeklinde olur. İleriye dönük umut verici konuşmalar… Kadınlar bana bunu yaptı, intikam almam lazım gibi bir tavırları olmaz. Bir de, "herkes gider, erkek arkadaşlar baki kalır" durumu vardır.
Sizden intikam alan bir kadın oldu mu?
Valla olmuştur da benim bilgim dahilinde olmadı. Kesin herkesin hayatında da olmuştur, problemli bir ilişkinin ardından negatifliklerden mutlu olma durumları.
Siz intikam aldınız mı?
Hayır. Ben o konuları çok ciddiye alamıyorum… Yani ayrılık konularını.
Ciddi olan nedir sizin için?
Daha önemli, yerine geri döndüremeyeceğim ayrılıklar, ölüm gibi. Ayrıldığın insanla iki sene sonra, sular durulunca bir yerde karşılaşıp sohbet edebilirsin. Karartmam dünyamı bu konuda, ilişkilerin başlaması gibi bitmesi de gayet doğal.
Ceren karakteri için neden Ezgi Mola'yı tercih ettiniz?
Benim "Bir fırsat olsa yine çalışırım" dediğim oyuncular vardır, Ezgi de bunlardan biri. Çok yetenekli bir kız ve doğaçlama kabiliyeti çok yüksek. Projeyi oluştururken "öyle bir kız olmalı ki" diye düşünüyordum, Ezgi ile birlikte birkaç aday daha vardı ve en sonunda rol ona gitti. Çok da mutluyum aynı filmde oynadığımız için.
"Benden iyi baba olur"
Filmin konusunu sizin ağzınızdan dinleyelim mi?
Celal ile Ceren'in arkadaşlıkları üniversitede başlıyor. İkisi de orta halli ailelerin çocukları. Hepimizin hayatında böyle çiftler olmuştur, asla ayrı düşünmezsiniz onları, marka gibi olmuşlardır. Kahramanlarımız da aynen böyle. Aileler tanışmış, kendi aralarında söz yapmışlar ve altı senelik bir birlikteliğin sonunda artık evlenecekler. Ancak Celal, bekârlığa veda partisine gitmek için Ceren'e yalan söylüyor, o da bunu öğrenince hikayemiz başlıyor. Ceren sert tepki veriyor, bunun üzerine Celal de gaza gelip, "ben de kabul ediyorum durumu, hadi bakalım" diyor. Tek başına olduğu süreci ve ardından Ceren'in yokluğunun kafaya dank etmesini izleyeceğiz Celal'in hayatında.
Siz hiç evlilikten döndünüz mü?
Öyle bir durumum olmadı.
İyi eş olur mu sizden?
İyi eş olmak çok göreceli bir kavram ama iyi baba olurum. Kısıtlanmayı, kalıplarda yaşamayı sevmem, herkesin kendine ait bir alanı olması gerektiğine inananlardanım.
Evlilik bunu bozar mı?
Ona uygun bir eşin olursa problem olmaz.
Zor mu böyle bir kadınla karşılaşmak?
Çok fazla bu modda yaşamıyorum, o bir kafa yapısı. "Ben artık evleneceğim" dersen öyle yaşarsan, daha net görebilirsin karşındakinin uygun olup olmadığını. Şu ana kadar yaşadığım birlikteliklerde herkesin kendine ait bir evi vardı, sosyal ortamlarda bir araya gelinirdi… Tamamen aynı çatı altında bir arada olmak nasıl bir şey onu tam olarak bilmiyorum.
Birden çocuk verseler bakabilir misiniz?
Ben zaten oldum olası çekip çevirmeyi seven, koruyan, düşünen bir insandım. Kardeşimin sorumluluğu da bendeydi. Çocuklar bana hipnotize olmuş gibi bakarlar, iyi anlaşırım onlarla…
Çok çocuk mu istersiniz?
Bayağı isterim güzel olur… Yaşlılıkta çok faydası var. Ben kadınların bakıcı muhabbetini tuhaf karşılıyorum, çocuğu anne büyütmeli, bir kadın anne oldu mu sadece anne olmalı, önemli şeyler bunlar.
"Ukala gibi algılandım, çünkü…"
Sizin Ankara'daki çocukluğunuz nasıl geçti?
Çok güzel bir çocuklu geçirdim. Ufak, tatlı, sakin ama samimi bir hayatım vardı. Yaşadığım mahallede herkes birbirini tanırdı, dışarıda vakit geçirirdik, bilgisayar, cep telefonu yoktu. İstanbul'da insanların vakti yok hiçbir şeye… Anneler çocuğuyla ilgileniyormuş gibi, çocuklar oynuyormuş gibi, yani her şey "miş" gibi. Ankara'da az şey çok vakit var, dolayısıyla herkes birbiriyle çok iyi vakit geçirirdi.
Anneniz nasıl bir kadındır?
Güçlü bir kadındır, olması gerektiği kadar otoriterdi, saygıya çok önem verirdi. Sesimizi ona karşı yükseltmek söz konusu olamazdı. O konuda çok net tavır koymuştu, hayatımızın getirdiği durumlardan dolayı çalışmak zorundaydı. Sabah sekizde işe gider, akşam altıda dönerdi. Biz de kışın okulda, yazın tenis kulübünde vakit geçirirdik. Aslında belli bir zamandan sonra kendi başımıza büyüdük, herkes çok sevgi verdi bize, tuhaf geliyor şimdi.
Annenizin mesleği nedir?
Kimya mühendisi… ODTÜ mezunudur, babam da makine mühendisiydi.
Analitik bu iki insandan tamamen farklı alanlar seçerek biriniz oyuncu, diğeriniz yönetmen oldunuz…
Oyunculuk üzerine eğitim almaya karar verdiğimde ilk başta annem mücadele etmeye çalıştı. Yaşantı olarak önce bir mesleğiniz olsun, tiyatro ile hobi olarak ilgilen düşüncesindeydi. Oyunculuğun meslek olabilecek bir şey olduğunu anladı ve ben de çok net durdum bu konuda. ÖSS-ÖYS vardı o zamanlar, nasıl olsa yetenek sınavı için bana ÖSS yetiyor diyerek ÖYS'ye girmedim. Kazanamasaydım bir sene kaybetmiş olacaktım. Annem büyük risk alıyorsun dedi ama denememe izin verdi.
Babanızı doğum gününüzde mi kaybettiniz?
Aslında öyle değil, pek hatırlamıyorum, sekiz yaşındaydım bir kaza geçirdi, eylül sonu-ekim başıydı, okullar yeni açılmıştı ben de üçüncü sınıftaydım. Kaza geçirdiğini öğrendik ve bir süre komada kaldı. Annem o dönem gerçekten çok özveride bulundu, asla bu işin içine dahil edilmedik. Bir gün eve vefat haberi geldi, yıllar sonra öğrendim ki ona denk geliyormuş.
Nasıl hissettiniz kendinizi sonrasında?
Bir şey hissedemiyorsun… İnsan çok değişik bir varlık, her şeye alışıyor ve bu alışma hali de beyninin yarattığı bir şey. O dönemde kendi adıma, anneme biraz daha destek olmalıyım diye düşündüm. Annem asla ekstra bir sorumluluk hissettirmedi bana, sorumluluğum, Togan'la ilgilenmekti. Annem elinden gelen her şeyi sundu. Anne tarafımdan ailem bize kendi evlatları gibi yaklaştılar, dedemle ilişkim baba oğul gibi.
Babanız bir günlüğüne dünyaya gelecek olsaydı onunla nerede buluşmak ve ne yapmak isterdiniz?
Evde buluşmak isterdim. Geleceğinden haberdar olsam konuşacaklarımın konu başlıklarını hazırlardım önceden tabii, ama bir anda belirse karşımda o başka… Herhalde onu özleyen herkesle büyük bir masa kurup, çok gülmek isterdim.
BEN NASIL BU HALE GELDİM?..
Siz geçen süreç içinde sanki tepkisel, sivri ve ukala bir adammış gibi göründünüz insanlara ama karşımda duran adamın pek de o "zannedilen" ve algılananla alakası yok. Neden böyle bir algı var?
Şöyle bir açıklamam olabilir buna… İnsanlar "Recep İvedik"ten önce benimle pek ilgilenmiyordu, negatif veya pozitif bir düşünce yoktu. "Underground" seveni olan, internette çok iyi bilinen, kendi halinde komik bir adamdım ama sosyal fenomen haline gelince, üç-beş kişinin aşağılayan tavırda yaklaşımları olunca, bütün gözler bana döndü, bu ne diyecek acaba diye. Benim söylediğim her şey bir yere çekildi, polemikler yaratıldı diğer meslektaşlarımla alakalı. O dönemki ilişkimle ilgili çirkin şeyler yazıldı. Ben ufak yaşamayı seven, sade dünyası olan bir insanken, bir sürü kameranın kovaladığı bir adam haline geldim. İnsanlar sürekli benden bir şeylerin cevabını beklediği ve ben asla bir şey kanıtlama çabasına girmeyen bir adam olduğum için bana sorulan soruları yok saydım. Çok ukalaymışım gibi bir durum oldu. Bazılarının ekmeğine yağ sürmedim, onlar da "yağ sürmezsen vermiyorum ekmeği" dediler, ben de "vermezsen verme" dedim. Kimseyle birebir sıkıntı yaşamadım, kimsenin işine, ekmeğine, kazandığı işe hakaret etmedim. Negatif şeylerin hiçbirini ben yapmadım. Pozitif algıyı da çok önemsemiyorum, onu da söyleyeyim… Sanki bu bir proje ve ben Şahan olarak dışındayım ama projenin gerektirdiklerini yaparım diye bakıyorum sürece. "Recep İvedik" olarak tanıtmak onlara kolay geldi. Bunu karıştıranlara söyleyecek bir şeyim yok. Bunu anlamaya başladıkça düşünceler de değişecektir.
CEM YILMAZ SORUNSALI ÜZERİNE
Cem Yılmaz ile olan sorun nedir?
Gerçekten bir sorun yok, olsa söylerim… Bu tüm dünyada böyledir, He-Man varsa İskeletor da vardır.
Hiçbir kırgınlık yok yani?
Hayır yok. Şöyle, şimdi bizim yaptığımız iş insanların ürünü beğenmesi, talep etmesi ile ilgili bir iş. Sinemada her şey çok daha gerçek, sayı belli. Bir algı var galiba, filmlerin izleyicilerinin çarpıştırılmaya çalışılmasında; yani bir şeyin seyirci kitlesi diğer tarafa geçti, biri diğerinin seyircisini çaldı gibi... Böyle bir şey yok, dünyada da yok. Çünkü siz birçok kişinin filmine gidiyorsunuz. Abonelik sistemi ile çalışsak kaç abonemiz var onu yarıştırabiliriz ama salonlara giren insanlar için bu çok zor bir genelleme olur. Ortak seyircilerimiz var, sayımız belli, gelen insanlar da belli, çaldığımız bir şey de yok. Ne kadar fazla insan çekersek sinemaya o kadar iyi. Ben kara komediler, ufak bir gruba hitap edecek, içinde zekanın olduğu işler de yapabilirim ama insanların çok gülmesi gerektiğini ve en büyük hedef kitleye iş yapılması gerektiğini düşünen bir insanım. Bu sebepten de "Recep İvedik" filmlerini seviyorum ve yapmaya devam edeceğim.
Hayalimdeki kadın…
Neden hep komedi filmleri çekiyorsunuz?
En rahat yaptığım şey, doğuştan refleksim var. Dram da ilgimi çeken bir alan. Duygusal bir insanım aslında, dram senaryosu da yazabilirim, şimdiye kadar denemedim fakat deneyeceğim.
Mizah sizin duygusal tarafınızı perdeliyor sanki?
Evet, en negatif olayı bile komik veya güzel bir tarafı vardır veya gelecektir diye algılarım. Aksi halde melankolik, Kayahan gibi bir adam olurdum. İstanbul'a ilk geldiğim yıllarda hiçbir şey ilerlemiyordu, kimseyi tanımıyordum o sıralar depresif şiirler yazdım. Kendimi Cemal Süreya zannettiğim bir dönemim vardır. Çok şükür ki hemen çıktım bu depresyon halinden. Eve gelenlere şiir okurdum, bir şiir yazdım paylaşayım sizinle derdim… Adam içeri girip "n'aber abi" diyor, ben "size bir şiir okuyayım" falan… "Telgraf" diye bir şiirim vardı mesela, garip garip şeyler… Ağlak olmaktan kaçan biriyim, potansiyelim çok yüksek, filmlerde salya sümük ağladığımı bilirim. Ağlayan bir insan görünce "ağlama ağlama" demem ama yanımda biri ağlayınca kötü olurum.
Hayalinizdeki kadın nasıl biri?
Çok hırsları, ihtirasları, hayatla kavgası olan, öfleyen püfleyen bir insan beni negatife çeker mesela…
Hayattaki en büyük beklentiniz?
Huzur…
NESLİHAN PERKER
Fotoğraflar: TOGAN GÖKBAKAR