Küre'nin koruma altına alınmış o meşhur köknarlarının arasındaki asfalt yoldan aşağı kıvrıla kıvrıla iniyoruz. Sağda solda Karadeniz mimarisinin karakteristik özelliklerini en küçük ayrıntılarına kadar taşıyan kimi iki katlı evler. Aralara bazen beton apartman benzeri kazulet yapılar da saplanmış ama kötüyü görmemeye çalışıyoruz. Düz yol yok, her virajdan sonra başka bir viraj. Etraf yemyeşil de değil, her renk. Bir avuç toprağa bir yıllık salata ekmiş gibi ahali.
Göründükleri kadar lezzetlilerse Paris'in Michelin yıldızını hak ediyor mahsul. Bir viraj daha dönünce boşluğa düşer gibi koca bir vadinin ortasında küçük bir kasaba. Sağda solda sarp yamaçların üstüne yerleşmiş evlerin ortasında genişçe bir düzlüğe yerleşmiş bakınca "Güzelmiş" dedirten bir kasaba. Ortasından dere geçiyor.
Girişteki tabelada yazıyor İnebolu, sağa dönünce Abana, solda Cide… Kasabanın içine girince tarihi de görüyoruz. Kurtuluş Savaşı'nın efsane, kilit, hayati kasabası… Topraklarımızı kurtarmak için dedelerimiz kayıklarla silah getirmiş, nenelerimiz onları sarp dağlardan aşırıp Ankara'ya, Sakarya'ya cepheye taşımış. Sağda solda içinde oturan olmasa da eskinin izlerini taşıyan konaklar. Gazi'nin 1925'teki şeref ziyaretinden kalma anılar her yerde.
Yemek yiyecekseniz Karadeniz pidesini muhakkak deneyin. Ayrıca bir güveç yedik ki biz sadece sebzelerinin tadına baktık ama bir arkadaşımız "Böyle et görmedim" dedi. Sahilde balık da yedik taze taze. Muhakkak deneyin. Bir de salı ve cumartesi kurulan İnebolu Pazarı var ki akla zarar. Geçen yaz siyah üzüm yedik küçücük ama öyle bir kokulu ve aromalı ki başka yerde görmedik. Satan teyzeye sorduk bu üzümün adı ne diye, "Bizim bahçenin üzümü kızım" dedi.
BURCU ALDİNÇ
burcu.aldinc@sabah.com.tr