Zordur Fenerbahçe'de top oynamak... Zordur, zira zor beğenenlerin takımıdır. Taraftarın sevgisi de boğar öfkesi de. Yoktur ortası... Çılgınca bir aşkla sever, bağrına basar. Kol kanat gerer. Ama bir kere aldı mı kara listeye, sahada ağzıyla top tutsan kolay kolay yüzünüze bakmaz bir daha. Boşuna cumhuriyet demezler. Kendi anayasası, kendi değerleri, kendi sınırları vardır. Sahada her hareketiniz bir köşeye yazılır. Velhasıl zordur o renklerin kahramanı olmak. Ama daha zoru kahramanı kalmaktır. Alex de Souza işte o yüzden özel bir adam. Sadakat, sevgi, ihtiras, öfke, tezcanlılık kol gezen bir camianın, duygularını en uçta yaşayan milyonların kalbinde kahraman olmakla kalmayıp sekiz sene boyunca kahraman kalabildiği için. 'Alex etkisiyle' yüzlerce, binlerce gencin kalbine sarı lacivert heykeller diktiği için.. 1977'nin 14 Eylül günü, amatör futbolcu bir baba ile kasaba kadın takımının golcüsü bir annenin oğlu olarak dünyaya gözlerini açtığında yazılmıştı aslında kaderi. Futbolculuk genlerine işlemişti.
Düşünün, annesi ona hamileyken bile top peşinde koşmaya devam etmişti. Vaktiyle kendisinin de dediği gibi, 18 yaşındayken de güçlü ya da süratli değildi. Socrates ekolündendi Alex. Futbol bir sanattı onun gözünde. Fizikten, nefesten çok teknik ve zekayla icra edilmeliydi. Ve fikri de oyunu da hiç değişmedi. Zaten bu yüzden de onun için söylenen iyi ya da kötü her şey yıllar içinde hep geçerli kaldı. "O paytak adımlarında gizliydi sihri... Umursamaz, gamsız hallerinde, ufak tefek çelimsiz bedeninde... Sahada olduğunu unuturdunuz bazen. Anlamazdınız hangi ara vurdu o voleyi, hangi ara maçı çevirdi. Hızlı değildi Alex. Ama benim diyen sprinterden hızlı koşardı aklı. Hepi topu tek göz ev kadar alanda oynardı ama öyle bir dekore ederdi ki o alanı, kendini sarayda sanırdı tribünlerde 50 bin kişi. Sahada en zor olanı öylesine basit gösterirdi ki 'Ne var ki ben de yaparım' derdiniz izlerken. 10 numaraların efsanesi, vatandaşı ve idolü Zico tam da böyle tasvir etmişti zaten yetenek denen şeyi... 'Zoru kolay yapandır teknik oyuncu' demişti." 1000'inci maçından sonra şubat ayında, yine bu köşede bu satırlarla naçizane anlatılmıştı sahadaki büyüsü. Değil dokuz ay dokuz yıl önce de anlatsanız Alex'i, seçilecek kelimeler farklı olmazdı. Belki de Alex de Souza'nın sihri biraz da burada gizliydi. Hiç yerinde saymayan, statüko kabul etmeyen, sürekli güncellenen bir oyunda hep aynı kalıp yine de eskimedi. Bir yerlere yetişmek, zamanı yakalamak gibi bir derdi olmadı hiç. Aksine zamanı durdururdu adeta. Gol sonrası yaşadığı sevinç patlamaları olmasa, silah zoruyla tutuyorlar sanırdınız sahada.
ARTIK ÇOCUKLARA MİRAS...
Kendisi gibi 10 numaraların el üstünde tutulduğu günleri de gördü, klasik 10 numaraların soyunun tükenişini de... Ama o hiç değişmeye çalışmadı. "Ben buyum" dedi. "İşinize gelirse..." Bu topraklara hem de hiç hak etmediği bir biçimde veda ettiği zaman, her renkten, futbol âşıklarının içinden bir parça kopup gidiverdi. Her güzel şeyin bir sonu vardı elbet. Bu film de bir gün bitecekti. Ama işte başka türlü bir uğurlamaydı onun hak ettiği. Bugün yeşil sahalara veda ediyor Alex de Souza. Son kez vuracak meşin yuvarlağa o sihirli sol ayağıyla. Örümcek ağlarını aldığı frikiklerini göremeyeceğiz bir daha. Genç yaşta onu canlı seyretmiş olanlar, tıpkı büyüklerden Lefter'i, Metin'i, Can Bartu'yu ve diğer efsaneleri dinlediğimiz gibi, çocuklarına, torunlarına Alex'i anlatacak. Varsa şayet, onunla çekilmiş bir fotoğrafı miras bırakacak. İnternetten gollerini seyrettirip, "O maçta tam şuradaydım" diye tribündeki yerini gösterecek. Evet, ondan daha iyisi, daha hızlısı, daha güçlüsü çıkacak mutlaka Şükrü Saraçoğlu'nun çimlerine. Ama milyonların dudaklarından hep aynı sözler dökülecek: "Evet iyi adam... Ama bir Alex değil..."