2012'nin son haftasında pek çok
yeni film gösterime girdi… Hangisine gitsek diye düşünenler için kısa fikirlerimi aşağıda paylaşıyorum:
Aşk/ Amour… Cannes'da
Michael Haneke'ye Altın Palmiye getiren, çok konuşulan ve uzun zamandır beklenen film!
Yaşlı bir çiftin hayatlarının son deminde
hastalıklarla darbe yiyen aşkı, bir hane içinde kocanın bütünüyle karısının
bakımını üstlenmesi sonucu ortaya çıkan
dram… Bilinmeyen Kod, Piyano Öğretmeni, Kurdun Günü, Saklı ve hele de
Beyaz Bant'ı çekmiş Haneke'den, böyle bir konuyu izleyiciyi omuriliğine kadar
sarsacak kuvvette çekmesini beklerdim… Yine alabildiğine
gerçekçi, keskin, usta işi bir film ancak beklentimin
uzağında…
Pi'nin Yaşamı/ Life of Pi… Aynı şekilde,
en sevdiğim yönetmenlerden biri olan, hatta tüm zamanlarda en sevdiğim filmlerden saydığım Aşk ve Yaşam'a imza atmış
Ang Lee'nin belki de en vasat işi…
Deniz kazası sonucu okyanusun ortasında aynı sandalda
mahsur kalan
kaplan ve delikanlı… Yaşam mücadelesi üzerinden,
inanç sistemleri ve insan
iradesi üzerine bir sorgulama… Ancak iddiasının altını dolduramamış,
derinleşememiş, anlatımda da ne yazık ki
resimli roman ya da çocuk filmi havasını aşamamış...
İyi tarafı, kesinlikle
eğlenceli ve görüntüleri mükemmel.
3D'nin zirvesi!
Anna Karenina… Benim özel yönetmenlerimden olmasa da, Joe Wright daha önce Kefaret'te,
Aşk ve Gurur'da edebiyat uyarlamaları ve dönem filmleri konusundaki başarısını kanıtlamıştı. Bu kez ise dünya edebiyatının
en büyük eserlerinden biri üzerinden
biçim denemesine girişmiş… Şimdi gel de söyleme, "
Tolstoy'a bu yapılır mı yahu!"… Her türlü
yaratıcı girişime saygı duysam da, eşsiz Anna Karenina metninin ne sebeple olursa olsun "
harcanmasına" gönlüm razı gelmedi!
Edebiyat
uyarlaması denince şöyle ağdalı bir anlatım, çok güçlü bir
senaryo, etkili diyaloglar beklerim ben… Oysa burada - oyun yazarı
Tom Stoppard'ın elinden çıkmış senaryoya rağmen -
azıcık konuşma, sürekli bir hareket ve
sahne değişimi,
yorucu bir sanat yönetimi gösterisi var… Ve bu hız ne yazık ki eserin duygusunu, doğal ritmini
bozuyor. Hani ortaya yepyeni bir şey koymak desem, o da değil… "Tuval" görüntülerle film çekme işini
Peter Greenaway, teatral anlatımı
Lars Von Trier, ironik hikayelemeyi
Buz Luhrmann zaten yaptı. Şimdi gidin Greenaway'in 1989 yapımı
Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı filmine, tüm bunların alasını göreceksiniz!
Demek istediğim şu ki… Yönetmen görsel olarak
zengin bir işe imza atmış ama öykünün derinliğini ve
seyir zevkini ne yazık ki kaybetmiş…
Klasikten alacağımız haz, yerine konulmasına değmeyecek bir biçim denemesiyle
heba edilmiş. Diğer yandan Anna Karenina gibi şahane bir kadın
Keira Knightley bedeninde bütün cazibesini yitirmiş. Keza, o dillere destan
Kont Vronsky burada kılkuyruk bir çocuk görünümünde… Filmin en iyisi, aldatılan koca rolünde
Jude Law. Artık gidip gitmemek, görüp görmemek size kalmış!