YENİLMEZLER ULTRON ÇAĞI/AVENGERS: AGE OF ULTRON **
Marvel'in her biri ayrı bir hikayeyi sürükleyen, bir kısmı süper olmasa da, 'süper kahramanları', Thor, Iron Man, Hulk, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Kara Dul nasıl bir araya gelir ve bir araya gelince neler yaşar? İlk film
Yenilmezler/ The Avengers bu soruya cevap arıyordu. Eee neticede hepsi yüksek egolu kahramanlardı, şimdiye kadar bireysel olarak var olmuşlardı, bir araya gelmek zordu onlar için. Bunun için ilk film, temel olarak karakterlerin süperliklerinin yanı sıra zaaflarını da gösterip gücünü kahramanlar arasındaki egosal çatışmalardan alıyor ve 'yenilmez' olmanın kriterini aslında bir arada durma becerisine bağlıyordu. Anladığımız bu bir atımlık barutmuş! Çünkü serinin ikinci filmi
Yenilmezler Ultron Çağı/Avengers: Age of Ultron'un ne bir meselesi ne de ilk filmdeki gibi çatışmalı, sürükleyici bir hikayesi var. Filmde 'süperlerin' 141 dakika boyunca dünyayı ve insanlığı yok etmek isteyen ortak düşmanları Ultron'a karşı verdiği amansız mücadelesi anlatılıyor. Anlatılıyor da bu tekdüze bir anlatım. Sürprizsiz hikayesine ek olarak, film ne seriye yeni katılan 'süperler' Quicksilver, Scarlet Witch ve Vision'ı önemsiyor ve izleyiciye doğru düzgün onları tanıtıyor ne de aslında bir yapay zeka olan 'kötü adam' Ultron'un insanlığı yok etme motivasyonunu inandırıcı kılabiliyor. Hal böyle olunca da ortaya yüksek teknolojiye bel bağlamış aksiyon sahnelerinin, arka arkaya dizilmesinden oluşan, 'hoş ve boş' bir yapım çıkıyor. Yani ambalajı iyi ama tadı kötü ürünler gibi bu film... Yönetmen Joss Whedon, açıkçası ilk filmle iyi bir başlangıç yaptıktan sonra ikinci filmde çuvallıyor. Bu çuvallamanın temel nedeni hikayeye ve tabii ki senaryoya gerekli özenin gösterilememesi. Keşke filmin başında gösterilen, süperlerin kaygı ve korkuları daha derinlikli işlenip hikaye oradan şekillenseymiş, hiç olmazsa süper de olsalar onlar da biz faniler gibi bu hayatta korkuyorlar, kaygı duyuyorlar derdik. Bunu yapmayan film tuhaf biçimde özellikle de Hawkeye üzerinden aile kurumunu öne çıkarıyor. Ovnların aile kurmasına kimsenin itirazı yok. Ama bu bir gereklilikten olmadığı için biraz saçma kaçıyor. Ama daha temel bir nokta daha var
Yenilmezler için.
Yenilmezler'in süperleri,
Fantastik Dörtlü ya da
X-Men'dekiler gibi birlikte var olan kahramanlar değil. Onların bir araya gelmesinin ilk filmde bir inandırıcılığı vardı. Ama hâlâ bir arada durup iyi bir takım olma konusunda seyirciyi yeniden ikna etmeleri gerekiyor. Ama film bu tür bir çabaya hiç girmiyor. O zaman da bu bir arada olma hali eklektik duruyor. Joss Whedon da yapımcılar da bunun farkında olsa gerek. Çünkü filmin sonunda
Yenilmezler takımından ayrılanlar olduğu gibi yeniler takımdaki yerini alıyor. Yani
Yenilmezler yeniden tarifleniyor. Eee sonraki serilerde bu takım ne iş çevirecek öğreniriz işte!
TEHLİKEYLE FLÖRT **
'Lan oğlum böyle olmaz!'
90'ların kült filmlerinden Atıf Yılmaz'ın
Arkadaşım Şeytan, sinemamızda pek kıymeti bilinmese de o yılların haleti ruhiyesini anlatan önemli yapımlardandır. Bir müzik grubunun yırtma öyküsünden yola çıkar, ki bu grup aslında MFÖ'dür. Fakat filmde Fuat Güner yerine Ayhan Sicimoğlu'nu görürüz. Kendilerini başarılı bulan ama yırtamamış müzik grubunun başarılı olamayınca ruhlarını şeytana satarak başarıya ulaşmayı denemeleri sonrası yaşadıkları anlatılır filmde. Fantastik bir dram olan yapım, hızla dışa açılan, 90'lar Türkiyesi'yle ilgili bir toplumsal ve bireysel eleştiriyi de barındırır.
Arkadaşım Şeytan'da göremediğimiz Fuat Güner, yıllar sonra Murat Şenöy'ün yönettiği
Tehlikeyle Flört'te karşımıza çıkıyor. Bu film de bir yırtma öyküsü anlatıyor bize. Başrolü oynayan Flört grubu üyelerinin dibe vurduktan sonra albüm çıkartmak için banka soygunu yapmaları ve sonrasında yaşadıklarını izliyoruz. Macera, komedi, polisiye janrlarından beslenen yapım, öncelikle belirtelim Flört grubunun şarkılarında hissedilen hınzırlıktan, absürtlükten oldukça uzak. Standart, bir sonraki aşamayı tahmin edeceğiniz vasat bir senaryoya sahip. 70 ve 80'lerin B-sınıfı filmlerinin estetiği ile dizi estetiği arasında gidip gelen bir görsellikle bu vasat senaryo birleşince de ortaya tatminkar bir film çıkmıyor. (Yeri gelmişken şunu söyleyelim Türk sinemasında banka soyma meselesi bir yaradır ve 1964 yapımı
Cehennem Arkadaşları filminin üzerine de pek çıkılamamıştır.)
Arkadaşım Şeytan ile aynı sularda dolaşan
Tehlikeyle Flört, Atıf Yılmaz'ın filmi gibi kalıcı bir yapım değil. Bunun için sinemamızda bir iz bırakacağını düşünmek zor! Yüksek ihtimal birkaç iyi esprisiyle hafızalarda yer alacak. Ya da Flört'ün bir de filmi vardı galiba denilecek! Hal böyle olunca insan şunu sormadan edemiyor "Bu bir yırtma filmi mi?". Eğer öyleyse bize de Flört'ün şarkısını söylemek düşüyor: "Lan oğlum böyle olmaz"