- Ailenizin yeni ve tatlı üyesi Lal'in hayatınıza giriş hikayesiyle başlayalım sohbete...
- Aslı Orcan: Gelişiyle bizi çok mutlu eden bir bebek Lal. İkimiz de çok istedik onu zaten.
- Yetkin Dikinciler: Bir huzur ve mutluluk sığınağı içinde yaşıyoruz. Evlenirken bir konuşma yapmıştım, "Herkes kendine dair bir yer arıyor ve yerleşmeye çalışıyor. Dünyada göçler var, insanlar evlerinden bir çantayla kopup bir yerlere yerleşmeye çalışıyorlar. Ben bu gece iyiden iyiye sevdiğimin kalbine yerleştim, sığındım" demiştim. Bu sığınağın şenlenmeye, renklenmeye, bir sese daha ihtiyacı vardı. İçimizden gelen sese ihtiyacı vardı. Ve Lal geldi. Evde cıvıl cıvıl bir ses var şimdi.
- Lal'in isminin özel bir hikayesi var galiba...
- A.O: Doğuma az bir zaman kalmıştı. Yetkin de yoğun bir çalışma dönemindeydi. İsimler aklımızdan geçiyor o sırada. Gün boyu isim düşünüp, yorgun argın eve gelen Yetkin'le paylaştığım bir dönemdi. Birgün Lal ismi geldi, Yetkin'e "İçimden bir isim geçiyor" dedim. Yetkin, "Lal mi?" dedi... İnanamadım. Biz zaten birbirimizle konuşmadan anlaşabilen bir çiftiz. Bu çok çarpıcı bir durumdu.
- Y.D: O an ikimizin de gözünden bir damla yaş süzüldü. Yüzlerce binlerce isim arasından bunun aynı anda aklımıza gelmesi tüylerimizi diken diken etti. Ve en nihayetinde ismini Lal koyduk.
- Birbirinizle böyle konuşmadan anlaşmalarınıza dair farklı örnekler var mı?
- Y.D: Her gün onlarca... Zaten bizi birbirimize de benzetirler. Çocuğumuz bu nedenle ikimizi de çok benziyor.
- Şimdi küçücük bir kız bebek var evinizde, neleri değiştirdi Lal?
- A.O: Keyfimize çok düşkün bir çiftiz. Günlük hayatımız keyifler üzerine kuruludur. Lal'i bu keyiflere ortak etme üzerinde çalışıyoruz bu aralar. Çocuklu hayatın gerekleri bizi ilgilendirmiyor. Onu da hayatımıza dahil ediyoruz. Arkadaşımın düğünü oldu, küçücüktü Lal, onu da aldım gittim. Ama kızımın en sevdiği yer babasının kucağı.
- Y.D: Bebek gelecek ve tüm özgürlüklerimiz elimizden gidecek diye bir korkuya kapılmadık. Ama tüm dünyada örnekleri nasılsa biz de onlar gibi olmak istedik. Aile dağcıysa çocuğunu da o ortama sokuyor. Biz de kendi ortamımıza dahil ettik kızımızı. Bir aktör hayatı yaşıyorum, ona göre bir düzende yaşayacak. Elbette temel, içgüdüsel ihtiyaçları var, onlara göre zamanlamamızı organize ediyoruz. Aslı'nın emzirme mesaisi çok yoğun mesela. Bir yardımcı bakıcımız yok. Biz nasıl büyüdük ki... Bakıcılarla mı?
- Tabii ki değil. Benim de en anlamadığım konu bu zaten... Bir anne vakti varsa çocuğuna bakmak için bir yardımcıya ihtiyaç niye duyar ki?
- Y.D: Neyimiz eksikti bizim. Gelişen, karmaşıklaşan hayat içinde elbette desteğe ihtiyaç duyuluyor. Asıl çalışmaya başlayınca belki bir yardımcı girebilir hayatımıza ama şu an gereksinim yok. Şu an sadece anne şefkatine ihtiyacı var. Benim asli görevim, annesi beslerken, altını alıyorum. O girdiden, ben çıktıdan sorumluyum (gülüyor). Gelir-gider dengesi açısından hesaplı bir işbirliği oldu. Biz uyandığımızda birbirimizi görmekten mutlu olan bir çifttik, şimdi aramızda bize katılan şiir gibi, ağustosböceği gibi bir bebek var.
- A.O: Kızıma ben bakmak istiyorum. Hiçbir anını kaçırmak istemiyorum. Geçenlerde göbeği düştü, ikimiz birden gördük. Bunlar özel ve geri dönüşü olmayan anlar.
40 UÇURMADAN, EVDEN ÇIKMADIK
- Gelenekleri uyguladınız mı?
- Y.D: Ben çok istiyordum 40'ı çıkma geleneğini uygulamayı. Hani eşik atlamama durumu vardır ya... 40'ı çıkana kadar bebek ve Aslı, gerekmedikçe odadan bile çıkmadı. Bebeği zaten evin dışına hiç çıkarmadık. Çünkü sadece emdiği bir dönemdi. Aslı "Hastaneden dönerken, odama geçerim, düzenimi kurarım, bebeğimle sıcacık otururum" dedi.
- Neden bu gelenek önemliydi?
- Y.D: Bilimsel olarak bağışıklık sisteminin 40 gün steril bir alanda geçmesi gerekiyor. Biz taşrada değil 72 milletin ve karbonmonoksitin ve bir sürü hastalığın iç içe geçtiği bir şehirde yaşıyoruz. Bu endişelerle de korunaklı olmayı tercih ettik.
- O dönem sizin için nasıldı Yetkin Bey?
- Y.D: Biraz loğusalık geçirdim aslına bakarsan. Aslı gibi gözümün ucunda yaşla, boğazımda bir düğümle gezdim.
- A.O: Sürekli ağlıyordu Yetkin. Ben de, "Hayatım loğusalık, yoğun bir dönem yaşıyorsun, geçecek" diyordum. Yetkin'in loğusalığı benden uzun sürdü.
- Y.D: 40'ı ben de çıkardım. Zaten Aslı 40'lanınca, onun suyuyla ben de kırklandım. Yemin ediyorum. Okunmuş 40 taş, nazar boncuğu, altın, Fatima anamızın eli, şunlar bunlar, üstüne su, dualar okundu o suya... O suyla yıkandık. Sonunda kalan suyu Yetkin de kendine döktü (gülüyor).
ASIL DEĞERLERİMİZİ HATIRLAYALIM
- Aslında anne ve baba olmak bahşedilmiş bir güzellik. Bunu sonuna kadar yaşamayıp, kendi görünümünü, hayatını fazla önceliğe koyan çok kadın var. Kilosunu dert ediyor, sosyalliğini sorun ediyor...
- Y.D: İsteyen isteğini gibi olsun ama böyle yapanlar ıskalıyorlar.
Bir şeyleri kaçırıyorlar. Bebeği yapıp, sorumluluğu hemen başkasına yüklemekle, bu sorumluluğun armağanlarından da mahrum kalıyorlar. Benim çocukluğuma dair hatırladığım şey, şefkat ve özgüven. Ben bir sığınakta büyümüşüm. O sığınak insanın içinde varsa, her türlü derde tasaya, rüzgarlara, kasırgalara rağmen ait olduğu bir yer var anlamına geliyor. Tüm bunları atlatabilmek için direnç veriyor insana. Ben böyle büyüdüm ve kızım için de tek istediğim, bilsin ki ait olduğu bir yer var, bir sevgi var. Tüm bunları akıl yoluyla hatırlamasa bile kalben hatırlıyor olacak. O yüzden bu dönemleri çok önemli.
- A.O: Biz belki de böyle ailelerde büyüdüğümüz için birbirimizi bulduk. Ben anneannemle büyüdüm, o şefkat çok başka bir şey. Yektin'in de aynen böyle. İkimizin aile hayatı o kadar benzer ki... Mutlu insanlarız çok şükür. Mutlu olmak için nesnelere ihtiyacımız yok.
- Y.D: Asıl değerlerin, önemli olanın ne olduğunu hatırlamamız lazım. Ekonomik bir dalgalanma yaşıyoruz kabul. Ama biz orta yerde bir şeyi dik tutalım ki, paralı olmak da, parasız olmak da bizi değiştirmesin, bozmasın.
- Kızınız büyüyünce ne olsun?
- Y.D: Mutlu olsun. Vicdanlı bir insan olarak büyüsün, umarım bunu bizde görür, örnek olabiliriz, hayattaki basitliğin, yalınlığın ne kadar önemli olduğunu umarım anlatabiliriz. Gösterişin, şaşanın değil de insan olmanın ne kadar önemli olduğunu hissettirebiliriz.
- İşler güçler ne durumda?
- A.O: Şu an tüm işim gücüm Lal. Bir yaşına kadar getirmek istiyorum. Sonrasına bakacağım.
- Y.D: Tiyatro sezonu açıldı. Bir gösterimiz var, turnelerim oluyor. Bir yandan da 23 Kasım'da benim de oynadığım Deliler filmi vizyona giriyor. Bir dizi yok hayatımda.
ASLI SÜRPRİZLERLE DOLU, HERGÜN AÇAN BİR ÇİÇEK
- Birbirine benzeyen mi yoksa bütünleyen bir çift misiniz?
- Y.D: Benzerlikten ve ilişkilerin insanları birbirine benzetmesinden de korkarım. Sen bana benze, ben sana benzeyeyim tarzı şeyler korkutur beni. Bir o kadar da farklıyız biz. Farklılıklarımızı yaşayabilmek, özgürlüklerimizi yaşayabilmek konusunda birbirimize çok benziyoruz. Bu farklı bir benzerlik.
- A.O: İkimiz de özgürlüklerimize çok düşkünüz. Ama ortak noktada bu ikimizi de rahatsız etmiyor.
- Y.D: Kendi faunamıza, toprağımıza, koklamak istediğimiz havaya düşkünüz. Bizim ilişkimizde, "Ben böyle istiyorum, olacak" lafı geçmez. Bir ortak nokta buluruz. Bu doğada da vardır; karşıtların birliği. Bu anlamda çok güzel bir benzerlik var. Huzurlu bir birlikteliğimiz var.
- Herkesin aradığı şey huzur aslında. Sığınak diye tanımlamanız beni çok etkiledi... Bunu biriyle paylaşmak harika olmalı...
- Y.D: Zaten bunu biriyle yapmazsanız olmuyor. Asıl olgunluk iç sesini dinleyip, ne istediğine karar vermek. Bu kadar dış sesin, önermenin, tavsiyenin, kuralların dayatıldığı bir yerde, iç sesini dinlemek de çok zor. Bu anlamda şanslı hissediyorum kendimi. Sürprizlerle dolu, her gün açan bir çiçekle yaşadığım için.
- Yetkin Bey'i siz nasıl tanımlıyorsunuz?
- A.O: Dışardan ağır bir hali vardır ama Yetkin benim en büyük çılgınlıkları yaptığım kişidir. Bu çılgınlıklara cesaretlendiren kişidir. Çok iyi arkadaşımdır. O kadar çok sohbet ederiz ki birlikte... Dışarda arkadaşlarımla çok eğlenirim, bunun en zevkli kısmı eve gelip Yetkin'le paylaşmak. Yetkin'le arkadaş olmak çok keyifli. Onunla seyahat etmek, yemek yemek çok keyiflidir.
- Y.D: Bu yol arkadaşlığı işte... Her şey güllük gülistanlık değil elbette. Ayrı ve aykırı düştüğümüz oluyor ama farklı düşünmenin değerini bilen bir benzerliğimiz olduğu için bir uzlaşmaya varabiliyoruz. İkna olmak ve etmeye bayılırız birbirimizi.