Diana Francess spancer, bütün dünya onu Lady Diana olarak tanıdı. Küçüklüğünden beri müziğe, dansa ve yerleşik bilimlere ilgi duyduğu için, hep o yönde geliştirdi kendini… Yardımseverliği, insan sevgisi daha küçük yaşlarda onun ruhuna işlemişti. 12 yaşlarında, yardımseverlikle ilgili bir ödül alarak, bunu kanıtladı. Eğitimini İsviçre'de tamamladıktan sonra Londra ya yerleşmeye karar verdi. Çok sevdiği çocuklarla ilgilenebilmek için, anaokulu öğretmenliği yapmaya karar verdi. Çocuklar onun dünyasına açılan birer ışıktı sanki. Onlar olduğu zaman hayatının bir anlamı vardı… Diana'nın içindeki o çocuksu duyguda, hiç bitecek gibi değildi zaten. Üç kız arkadaşıyla yastık kavgası yaptığı günler çok uzakta değildi… 1977 yılında Prens Charles ile tanıştıklarında, aklı başından gitti. O kadar çok sevmişti ki onu, hayatında ondan daha önemli birinin olabileceğini bile düşünemez hale gelmişti. Diana o zamana kadar bir prensi bu kadar yakından tanımamıştı. Charles'ın oturuşu, kalkışı, giyinişi ona çok resmi geliyordu ama galiba içinde kaynayan bir şeyler onu Prens Charles'a doğru çekiyordu. Prens Charles ise bu sarı saçlı, güzel,duygulu ve insan sevgisiyle dolu kıza, ilk görüşte aşık olmuştu.Kraliyet ailesi içinde göremediği samimiyet, hoşluk, rahatlık onu çok etkilemişti. O çocukluğundan beri disiplinli bir hayat yaşamış, kurallara uymuş, kıyafetlerini gideceği yerlere göre seçmiş biriydi. Fakat tam karşısında duran bu olağanüstü yaratık, hiç böyle şeylerle ilgili olmayan, rahat, hayattan zevk almasını bilen biriydi. Charles, ondan çok şey öğrenebileceğini düşünüyordu... Aileleri uzun yıllardır dost olduğu için, aralarındaki ilişkiye karşı çıkanda olmamıştı. Zaten bu iş olsa olsa bir Kül kedisi masalı olurdu. Diana ve Charles , belki de hayatlarının en güzel günlerini iç kimsenin onlara karışmadığı, kuralların olmadığı ilk dönemlerinde yaşadılar. Bir müddet sonra Charles onun gözlerinin içine bakarak, ' Benimle evlenir misin ?' Dedi ona. Böylece 20. yüzyılın Peri masalı başlamış oldu. Lady Diana'nın basın önüne çıktığı ve sarayın evliliklerini onayladıkları dönemler, bir su gibi gelip geçti. Nişanlısının kolunda, heyecandan tir tir titreyen 19 yaşındaki Diana'nın kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Hayatını hep sakin, kendi halinde geçirmişti. Ama bundan sonra o sükuneti bir daha bulup bulamayacağını bilemiyordu. Gazetecilerin, onu her gördükleri yerde fotoğrafını çekmek istemeleri, televizyoncuların röportaj yapmaya çalışmaları, herkesin onun hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışması, onu yormaya başlamıştı. Özgürce sokaklarda dolaşmak, istediğini yiyip, istediğini giymek dönemi bitiyordu galiba. Artık nişanlıydı ve sarayın kurallarına uymak zorundaydı… Bu zorunlulukların onun peşini hiç bırakmayacağını anladığında da artık çok geçti. O hayatını sevdiği adamla birleştirmek istiyordu ve Charles ile evlenmek ve mutlu olmak için her şeye göğüs germesi gerekiyordu… Charles ise, Diana ile başlayan sevgi dolu günlerin, sonsuza dek süreceğine inanıyordu. Diana'nın gelişiyle, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bu İngiliz kraliyet ailesi, biraz nefes almaya başlamıştı. Sanki yeni bir şeyler yeşeriyor, saraydaki herkes derin bir nefes alıyordu. Diana'nın saçından ayakkabısına kadar her şeyi konuşulur olmuştu ve hiç biri o sıkıntılı tuhaf geleneklerle bağdaşan şeyler değildi. Charles, bunun bir açılım olarak görüyordu ve biliyordu ki artık sarayda çok şey değişecekti… 500 yıl aradan sonra ilk defa bir İngiliz kızı, Galler Prensi'yle evleniyordu. 29 Temmuz 1981 yılındaki bu düğün için resmi tatil ilan edilmiş ve milyonlarca kişi Londra'ya gelmişti… Diana, böyle bir kalabalığın olabileceğini düşünememişti bile. İşte o gün üzerindeki büyük sorumluluğun farkına vardığı anlardan biriydi.O kadar çok kişiye karşı sorumluluğu vardı ki, buna kendisi bile şaşırdı. Güçlü atların çektiği cam arabada oturan, fildişi renkli rüya gibi bir gelinlik giymiş 20 yaşındaki Leydi Diana, bir saat süren tören sonunda Galler Prensesi Diana olarak kocası Prens Charles'ın kollarında katedralden çıkacaktı Ve İngiliz tarihinde de yepyeni bir sayfa açıldı… O, hayatının en güzel günlerini geçireceğini düşünerek girdiği sarayda, bu kadar yalnız kalacağını düşünmemişti Duvarlarla konuşacak hale geliyor, resmiyetten ve sıkıştırılıp durmaktan yoruluyordu. Halbuki aylar süren çalışmalar sonunda, saray adabını öğrenmiş, hiçbir şeyi yanlış yapmayacak hale gelmişti. Severek evlendiği ve özgürlüğünden vazgeçtiği kocasının kendisini sevdiğinden emin olamaması ise en büyük problemdi. Arkadaşken daha sevecen ve nazik olan Charles, donuk bir adam olup çıkmıştı. Diana, o kadar yalnızdı ki… Charles ise onun yalnız kalmış olmasıyla hiç ilgilenmiyordu. Ona göre Diana yalnız da değildi zaten. Bütün İngiltere onun arkasındaydı ve onların halkan karşı görevleri vardı. Bu görevleri yapmalıydılar. Bu görev, evlilik hayatından da önde geliyordu… Genellikle çok gülen biri olmayan Charles, soğuk olduğunu da kabul etmiyordu. Protokol gereği, her şeyi dozunda yapması öğretilmişti ona… Belli bir zaman sonra ilk çocuğu dünyaya geldi. Çocukları çok seven Diana, ona dört elle sarıldı. Hayatını değiştiren bu küçük oğul, onun can yoldaşıydı artık. İkinci oğlunu da dünya'ya getirdiği sıralarda, severek evlendiği kocasının, aslında onu hiç sevmemiş olduğunu anladı. İşte bu hayatının en kötü zamanlarından biriydi. Belki dünya üzerinde milyonlarca kişinin imrendiği biriydi ama mutsuzluktan dolan yüreğinin içindekileri kimselere anlatamıyordu… Kocası ikinci çocuğu kız bekliyordu ve oğlunu kucağına alıp:' ''Aa, bunun da saçları kızıl. Yine anne tarafına çekmiş'' sözleri, Diana'yı derinden yaralamıştı. 80'li yılların ortalarında çatırdamaya başlayan evliliğin gidişatıyla ilgili olarak 1992 yılında resmi bir açıklama yapıldı.. Böylece evliğin başlangıcı gibi bitişi de İngiliz ve dünya halkına kraliyet ailesinin resmi ağzından duyurulmuş oldu. 1995 yılında katıldığı bir televizyon programında, baskıların üzerinde oluşturduğu sıkıntıyı, mutsuz giden evliliğini gözyaşları içinde anlattı. Kraliyet ailesi tarafından çok basit bulunan bu hareket yüzünde uyarı bile aldı. Hiçbir kraliyet mensubu evliliğiyle ilgili şeyleri ulu orta anlatıp, ağlayamazdı. Kocasının ilişkisi olduğunu bildiği Camilla'yı konuşması ile yasaktı… 28 Ağustos yani 22 sene önce bugün 1996 yılında Prens Charles' la resmen boşandılar… herkesin bir peri masalı olarak düşündüğü evlilik bitmişti işte. Hiç böyle olsun istememişlerdi ama olmuştu. Diana günden sona çeşitli hayır işleri için dünyayı dolaşmaya karar verdi. Bir melek gibiydi. Herkes ondan bahsediyor ve onun ellerini tutmak istiyorlardı. Charles ise hakkında çıkan dedikoduların varlığını hep inkar etmesine rağmen,aslında başka biriyle ilişkisi olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Camilla ile olan aşk serüveninin de uzun süredir devam ettiği, aşkı onda bulduğu konusunda açıklamalar bile yaptı daha sonra. Evliliği biten Diana, uğradığı haksızlıkları, çektiği eziyetleri, sıkıntılı günlerini ardında bırakıp, başka bir hayata yelken açtı. Aslında bir nevi, özgürlük savaşıydı kazandığı. Ya da o öyle düşünüyordu. Çünkü hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamayacaktı. Çünkü o herkesin gözünde bir prensesti ve ömrü boyunca hep takip edileceğini biliyordu artık… Hayatını kaybettiği anda bile kameraların onu takip edeceğini de biliyor muydu acaba ? Dodi Al Fayed ile geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmesi bir kazamıy dı gerçekten, yoksa İngiliz kraliyet ailesinin hazırladığı bir suikast miydi ? Bunların hiç birini bilemeyeceğiz belki ama Diana'nın genç yaştaki bu ani ölümü, onun ne kadar sevildiğini de gösterdi. Bir Prensesin ardından akan insan seli, ancak masallarda olurdu, peri masallarında…