Başarılı oyuncu Muharrem Türkseven'i yakından tanımak istedik. Oyuncu olabilmek için Çanakkale'den İstanbul'a gelen Muharrem Türkseven ilginç hikâyesini Günaydın'la paylaştı. Gülmeyi ve güldürmeyi çok sevdiğini söyleyen ünlü oyuncu Muharrem Türkseven ile oyunculuktan, aile olmanın önemine, hayata dair her şeyi konuştuk…
Nasılsınız? Hayatınızda her şey yolunda mı?
Yani bütün dünya son bir yıldır pandemiyle mücadele ediyor. İnsanlar hem psikolojik hem maddi olarak çok zor bir süreç yaşıyor. Ne kadar iyi olabilirim ki bende o insanlardan biriyim. Ben her zaman güne şükürle uyanan biri olduğum için acısıyla, tatlısıyla her anıma şükrediyorum. Hayatta bir şekilde devam ediyor zaten.
Hikayenizi anlatır mısınız? Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı Küçükkuyu, sahil kasabasında doğdum, büyüdüm. Babam emekli zabıta. Annem ev hanımı. Benden iki yaş büyük bir ağabeyim var. Adı Tufan aman adını söyleyeyim de sonra kızıyor bana adımı söylememişsin diye. 😊
'BOŞ DURMAYI HİÇ SEVMEM'
Benim ailem, akrabalarım herkes Küçükkuyu'da… Benim öyle şehir dışında, yurtdışında pek akrabam yoktur. Aile ilişkilerim, akraba ilişkilerim hep yakın ve birbirine çok bağlıdır. Onun dışında çok çalışkan bir ailem var. Hiç boş durmayı sevmeyen, her boş vakti çalışarak geçirmeye çalışan bir aile. Armut dibine düşer derler ya benim için de öyle oldu galiba. Ben de boş durmayı hiç sevmem. Mütemadiyen mücadele eden, çalışan biriyimdir.
Yıllar önce babam belediye zabıta personeliydi. Biz de bir yandan zeytincilikle uğraşıyoruz, babam öğlen yemek izinlerinde tarlaya gelir zabıta kıyafetini çıkarır, iş kıyafetini giyer ve o öğlen arasında bizimle çalışırdı. Sonra tekrar kıyafetlerini giyip işine dönerdi. Bu örnekle aynı gün iki farklı iş yapılabiliyormuş demek ki deyip ben de bir şeyler yapmaya başladım.
HEM GARSONLUK YAPTIM HEM DE TUVALET İŞLETMECİLİĞİ
Hatta komik olacak ama benim çok sevdiğim hikâyelerimden birisini paylaşayım sizinle; Okul bittikten sonra ya da boş günlerimde bir kafede garsonluk yapıyorum. Bizim orda Yeşilyurt diye bir köy var, turistik bir köy, oranın muhtarı bir gün çalıştığım yere geldi. 'Canım çok sıkkın ya köydeki tuvaleti işletecek hiç kimseyi bulamıyorum. Para pul da istemiyorum ama kimse yok' dedi. Ben de 'Muhtarım ben işletebilirim orayı müsaade edersiniz' dedim. 'Hemen kolları sıva Muharrem, lütfen şu tuvaleti aç bir an önce' dedi. Ben de iki güne tuvaleti aktif hale getirdim. Başına da yevmiyeli çalışan birini koydum. Hem garsonluktan para kazanıyordum hem de tuvalet işletmeciliğinden.
Bu hikâyeyi annem ve babamla paylaştığımda bana hiç kızmadılar aksine takdir ettiler. Hatta anne, 'Aferin oğlum hep böyle devam et kimseden medet umma ne yapıyorsan kendin yap, kendin gayret et çabala, onun her zaman karşılığını görürsün' dedi. Sağ olsunlar annemin, babamın üzerimde emeği çok. Allah onları başımızdan eksik etmesin.
BİR İNSAN SEVGİSİZ VE MERHAMETSİZSE UZAK DURURUM
Tabii çalışkan bir ailede büyümenin yanı sıra bize öğrettikleri iki önemli konu daha var; Merhamet ve sevgi… Annem hep şöyle der 'Bir insan sevgisiz ve merhametsizse ondan uzak durun.' Gerçekten eğer bir insanın özellikle merhametsiz ve sevgisiz bir tarafını gördüysem kesinlikle ondan uzak duruyorum.
Çanakkale'de büyümüşsünüz. İnternetteki bilgilere göre İstanbul'a da ilk olarak İstanbul Üniversitesi'nde Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nde okumak için gelmişsiniz. Sonra ne oldu da oyunculuk eğitimi aldınız ve kendinizi setlerde buldunuz?
Bu doğru bir bilgi değil. Bilmiyorum kim yazdı ama benim de ara ara denk geldiğim yanlış bir bilgi. Ben liseyi bitirdikten sonra 1 yıl daha ÖSS'ye hazırlandım. Ama o süre zarfında zaten çok mutsuzdum. Çünkü ailem ısrarla memur olmamı istiyordu. Ben de oyuncu olmak ve bu işin okulunu okumak istiyordum. Netice itibariyle de öyle oldu tabii ama ailemin gönlü olsun diye Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldum. Aileme, bakın hem kendi isteğimi yapıyorum hem de sizin istediğinizi derken bir zaman sonra Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'yle 2. Sınıfta vedalaşmak zorunda kaldım. Velhasılıkelam Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 2. Sınıf terk. Müjdat Gezen Sanat Merkezi 4 yıllık burslu konservatuvar tiyatro bölümü mezunuyum. (Yazan arkadaşlar bir ara bilgileri güncellerse sevinirim.) 😊
Ailenize oyunculuk okulunu kazandığınızı nasıl söylediniz?
Ailemin İstanbul'a sınava geldiğimden haberi yoktu. Ben bir, iki gün gelmeyeceğim falanca arkadaşıma gidiyorum. Diğer arkadaşlarda gelecek mangal falan yapacağız diye evden çıkıp İstanbul'a geldim. Neyse çok şükür sınava girdim ve kazandım. Annem beni hala arkadaşlarla biliyor. 😊 Unutamam o iki günü… 😊
Kadıköy'den Beşiktaş'a geçiyorum iki katlı bir otobüsün üst katında ve en önde oturuyorum. Annem aradı. Ne yapıyorsun oğlum falan diye konuşurken, iyi anne arkadaşlarla oturuyoruz diye cevap bekliyordu ki ben İstanbul'dayım anne diyene kadar. 😊 Tabii annem çığlık kıyamet.
TİYATRO OKULUNU KAZANDIĞIMI ANNEME AĞLAYA AĞLAYA ANLATTIM
Anne her şeyi anlatacağım sakin ol dedim. Hani benim hayalini kurduğum bir tiyatro okulu vardı ya sizin müsaade etmediğiniz. İşte ben o okulu kazandım anne dedim. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ni kazandım. 200 kişiden 14 kişi aldılar ve bir tanesi benim anne diye ağlaya ağlaya anlatmaya başladım yaşadıklarımı. Annem telefonun bir ucunda ağlıyor ben telefonun diğer ucunda… Her neyse uzu uzun konuştuktan sonra telefonu kapattık.
BÜTÜN OTOBÜS ALKIŞLADI
Telefonu kapattığımda bir alkış sesi başladı otobüste. Ağlak gözlerle ne oluyor diye arkamı bir döndüm ki herkesin gözleri dolu dolu beni alkışlıyordu. Annemle olan bütün konuşmamızı dinlemişler… Ben de ayağı kalkıp 'Evet şaka gibi ama gerçekten kazandım biliyor musunuz?' diye herkese teşekkür edip daha çok ağlamıştım. 😊 Kendimi kaybedip nasıl konuştuysam artık bütün otobüs beni dinlemiş. 😊
Çocukluğunuz Çanakkale'de geçmiş. Oradan İstanbul'a geldiğinizde bocaladınız mı başta?
Evet, çok bocaladım, çok zorlandım ama sonunda başardım galiba. İstanbul çok büyük bir şehir, kalabalık, zor ve çok korkutucu bir şehir. Ama bir o kadar da vazgeçilmez. Küçük bir Ege kasabasından İstanbul'a gelmek ucuz bulunur bir cesaret değil. Ben gözümü bile kırpmadım tabii. Cesaret kelimesi aklıma bile gelmedi.
İSTANBUL VAZGEÇEMEDİĞİM ŞEHİR OLDU
Ama asıl zorlu süreç bundan sonra başlıyor. Çünkü ailem memur olmamı istiyordu. Bir yandan onları ikna etmeye çalışırken bir yandan da konservatuvar okumaya çalışıyordum. İstanbul'da tutunmaya çalışmak da cabası. Nasıl olduysa artık bir şekilde ailem kabul etti. Yüküm biraz daha azaldı tabii. Çalışıp para kazanmaya başlayınca da oryantasyon süreci tamamlanmış oldu. 😊 Şu anda vazgeçemediğim, 2 gün uzak kaldığımda özlediğim, nefes aldığım yer oldu İstanbul…
Sanat camiasında gerçek dostluklar var mı?
Gerçek ya da sahte dostlukların sanat camiasıyla bir ilgisi yok bence. Bir insan kendine ne kadar dürüstse o insanın hayatındaki her şey bir o kadar gerçektir. Bu dürüstlük ve gerçeklik insana yeni dostluklar kazandırıyor tabii. Ama her yerde olduğu gibi bizim camiada da kendisine dürüst olmayan insan sayısı çok fazla.
Sizi 'İstanbullu Gelin' dizisindeki Nazif rolüyle daha çok tanıdık. 'İstanbullu Gelin'in sizce kariyerinizdeki yeri nedir? Gerçekten de o kadar eğlenceli biri misiniz?
Eskiden kuyumcular altının değerini ölçmek için mihenk taşını kullanırlarmış. Tabiri caizse 'İstanbullu Gelin' dizisi benim mihenk taşımdı. Kendimi ve mesleki anlamda farklı yönlerimi ortaya çıkarabildiğim, seyirciyle buluşturup onların takdirini kazandığım bir rüyadır benim için. Tabii içimdeki bu renkleri bana gösteren bir okul gibi öğreten onunla çalışmayı ve yolundan geçmeyi istediğim bir yönetmen vardı… O da Zeynep Günay Tan'dır.
YOLUMA IŞIK OLDU
Düşünsenize hayalini kuruyorsunuz ve gerçek oluyor. Sektörde biz yönetmenlerimize hocam deriz çünkü oyuncunun yaşı ne olursa olsun her daim eğitime ve eğitilmeye muhtaçtır. Tam olabilmek mümkün değildir. Ben öyle düşünüyorum. Bu yüzden hocam deriz… Ben de bu okulda sayılı nadir hocalardan biri olan Zeynep Hocamın setinden değil okulundan geçtim diyebilirim. Çünkü bir setten ziyade okul gibiydi benim için orası. Oradaki rol arkadaşlarımız, abilerimiz, ablalarımız her biri yoluma ışık oldu. Böyle güzellikler sayesinde çok şükür diğer renklerimizi sunabildik seyirciye, onlarda çokça sevdi. Bu yüzden kariyerimde birçok ilki barındırdığı için ilkim diyebilirim. Adını çok anmışken buradan hocama hatta hocam da demeyeyim manevi anneme selamlar olsun.
GÜLMEYİ DE GÜLDÜRMEYİ DE SEVERİM
Eğlenceli kısmına gelirsek, ben gülmeyi ve güldürmeyi çok seven biriyim. Doğuştan gelen bir şey bu galiba. Çocukken de böyleydim hala böyleyim. Pozitiflik ve latife fıtratımda var o yüzden dostlarım ve çevremdekiler de bunu söyler hep. Ne diyeyim, çevremizde güldüğümüz ve güldürdüğümüz insanlar eksik olmasın.
İnsanların evinden biri gibisiniz. Herkes size sempati duyuyor. Bunun sırrı ne? Oynadığınız her karakter adeta gerçeği dönüşüyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Vallahi bana sempati duyulmasının nedeni iki şey olabilir diye düşünüyorum. Birincisi hayatta her zaman samimiyetten yana olmam ve bu doğrultuda ilerlemeye çalışmam olabilir. İçimde ne hissediyorsam dışımda da bunu yaşarım. Bu samimiyetin oynadığım karakterlere de geçtiğini hissediyorum. Samimi ve gerçek olan da zaten sevilir. İkincisinin ise empati ve gözlem olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu iki unsur doğal olanı yansıtmama yardımcı oluyor. Mesela yani tanıştığım biriyle biraz bile vakit geçireyim onun konuşmasını hemen alırım. Ne bileyim, hareketleri olsun, tavırları olsun hemen yazarım hafızama…
Birkaç yıl önce sunuculuk işi için Kıbrıs'a gitmiştim. Bir gün kaldım sadece… Dönünce, fakında değilim kayınpederimle sohbet ederken bir anda gülmeye başladık. Meğer Kıbrıs şivesiyle konuşmaya başlamışım farkında değilim. Yani kaç yıl geçti üstünden hala kayınpederimi aradığımda 'Napan gardaş' diye açar telefonu…
Oyunculukta eğitimli ya da alaylı diye bir ayrım var mı sizce?
Böyle bir ayrımın doğru olmadığını düşünüyorum. Önemli olan oyuncunun kendisini ne kadar geliştirdiğidir. Yoksa usta, çırak ilişkisi de bir eğitimdir, hoca, öğrenci ilişkisi de… Bence burada sormamız gereken daha güncel bir soru var! Ne alaylı ne okullu olmayan oyuncuların bir şekilde sektörde bu kadar yer ediyor olması. Üzerinde durulması gereken asıl konu bu bence…
Size gelen rol tekliflerinde en çok nelere dikkat edersiniz?
Ben onu oynamam bunu oyarım diyen bir oyuncu değilim. Ben her türlü karakteri oynarım. Sadece o karakteri ortaya çıkarmam gereken süre önemli benim için. Dikkat ettiğim asıl şey hem ana hikaye hem de karakterin hikayesi. Senaryoyu ya da oyunu okuduğumda ne hissettiğim. Yüreğim pır pır ediyorsa tamamdır. Bu zamana kadar hep öyle oldu. Oynadığım her rolün yüreğimde bir pır pır hikayesi vardır…
Dram mı kolay, yoksa komedi mi? Siz hangi türde ilerlemek istiyorsunuz?
Nasıl ki eğitimli ya da alaylı arasında ki ayrımı yanlış buluyorsam komedi ve dram oyunculuğu arasındaki ayrımı da aynı şekilde yanlış buluyorum. Bir ressama ağlayan insanları mı daha güzel çizersiniz yoksa gülen insanları mı diye sormaya benziyor. Oyunculuğun pek çok yapılma şekli vardır. Komedi ve dram bunlardan sadece iki tanesidir. Oyuncu verilen bilgiler ışığında oynamaya ve en iyiyi bulmaya çalışır. Ben de elimden geldiğince bana verilen rollerin en iyisini bulmaya ve üstesinden gelmeye çalışıyorum.