DENİZ seviyesinden 1071 metre yükseklikte, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın oturduğu Çankaya Köşkü'nde polis lojmanlarının duvarlarında yeni doğmuş bir erkek bebeğin desibeli yüksek sesi yankılanıyor. Rivayete göre anne -doğumdan sonra çocuğun göbek bağı nereye gömülürse geleceği de oraya yazılır batıl inancına iman etmiş olacak ki- göbek kesildikten sonra kordonu Köşk'ün bahçesine gömüyor. Baba, Zülküf Bey üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın korumasıdır ve tıpkı anne gibi ileride oğlunun reisicumhur olmasını istemektedir.
Mehmet Kemal Ağar, işte böyle bir başlangıç hikâyesiyle, kendisinden beklentilerin epey yüksek olduğu bir aile ikliminde doğdu. Bu beklentilerin hatırı sayılır kısmına cevap verdiği söylenebilir. Bürokratlık, vekillik, bakanlık ve parti genel başkanlığı yaptı, daha ne olsun. Bunlar kariyerinin zahirî kısımları.
Görünmeyen kısımlarda, derinlerde daha parlak bir özgeçmiş var. Ağar devletin reisicumhuru olamadı ama 'derin devletin reisicumhuru' oldu dense yeridir. Zira Cumhuriyet tarihinde adı bu kadar 'derin devlet'le özdeşleşmiş başka bir sima bulmak güç. Gerçeğe en yakın 'derin devlet' tanımını yapan da yine o oldu. "Milletin şuuru" dedi 'derin devlet'e. Biraz daha Freudian baksa devletin şuuraltı diyecekti ve hakikate bir parça daha yaklaşacaktı.
BİR MGK PRENSİ
Yalnızca bir polis şefi, siyasetçi, devlet adamı olarak değil bir MGK prensi, Susurluk'un taçsız kralı, bir 'derin devlet adamı' olarak da portresi yazılabilecek Mehmet Ağar, 30 Ekim 1951 tarihinde doğdu. Babası, Başbakan Adnan Menderes'in yakın dostuydu. Bu yüzden 27 Mayıs darbesinden sonra Menderes'le birlikte tutuklandı. Darbeden üç yıl önce, 1957'de okula başlayan Mehmet Ağar babasının tayinlerinden ötürü ilk ve ortaokulu Türkiye'nin sekiz ayrı ilinde okumak zorunda kaldı.
1968 senesinde İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nden mezun oldu ve aralarında 68 kuşağının önemli isimlerinin de bulunduğu pek çok akranıyla Ankara Siyasal'a, namıdiğer Mülkiye'ye girdi. Burada THKP-C lideri Mahir Çayan ve PKK lideri Abdullah Öcalan'la top oynadığı rivayet edilir. 1972 yılında üniversiteden mezun oldu. Babası gibi polislik mesleğini seçti ve Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğü'nde komiserlik yapmaya başladı.
Bir başka deyişle doğduğu Çankaya topraklarına koruma polisi olarak döndü. Bu arada Bulgar göçmeni Emel Hanım'la evlendi, bu evlilikten iki çocuğu oldu: Oğlu Tolga Ağar ve kızı Yasemin Ağar... Ne yazık ki beyin tümörüne yenilen 1977 doğumlu kızını, henüz 20 yaşındayken kaybedecek ve ölüm kırbacını -acıların en büyüğüyle- evlat acısıyla tadacaktı.
SUSURLUK'TA DARBE YEDİ
Ağar, 1976'da kaymakam adayı olarak İçişleri Bakanlığı'na girdi. İznik ve Selçuk'ta kaymakam vekilliği, Torul ve Delice'de kaymakamlık yaptı. 1980 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne atandı. Devlette, daha doğrusu 'derin devlet'te asıl yükselişi de işte o zaman başladı. 12 Eylül darbesinden sonra asayiş şube müdürü oldu. Ağar'ın bu dönemde, aralarında geçtiğimiz günlerde savcıya ifade veren Tahsin Şahinkaya'nın da bulunduğu 12 Eylül'ün kudretli paşalarının özel işlerini hallettiği söylenir.
Ünal Erkan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne atanınca Ağar'ın önü iyice açıldı. 1984-88 arasında İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı yaptı. 1988'de Ankara, 1990'da İstanbul Emniyet Müdürü oldu. 1992'de vali olarak atandığı Erzurum'da Bahçelievler Katliamı sorumlusu Haluk Kırcı'nın nikâh şahitliğini firariyken yaptı. 1993'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne tayin edildi. Süleyman Demirel, Tansu Çiller ve Doğan Güreş'in bulunduğu Milli Güvenlik Kurulu'ndan (MGK) PKK'ya karşı yürütülen savaşta tam yetki aldı.
Bu savaşta kullanılan yöntemin deşifre olacağı Susurluk olayından tam bir yıl önce 1995'te siyasete girdi ve Doğru Yol Partisi'nden Elazığ milletvekili seçildi. Anayol'da Adalet Bakanlığı, Refahyol'da İçişleri Bakanlığı yaptı. 28 Şubat postmodern darbe sürecinde Erbakan'ın Libya gezisine muhalefet eden tek kabine üyesi oldu. Bu davranışıyla 'derin devlet'in gözüne daha da girdi. 3 Kasım 1996'da, Çiller'in deyişiyle devlet için kurşun atan ve yiyen isimlerden biri olan gladyatör Abdullah Çatlı ile polis şefi Hüseyin Kocadağ'ın öldüğü trafik kazasından sonra başlayan Susurluk tartışmalarının ayyuka çıkması üzerine İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etmek zorunda kaldı.
Bir süre sonra siyasete döndü ve 2002'de DYP'nin genel başkanı oldu. Mayıs 2005'te DYP Kongresi'nde 1071 oyla tekrar genel başkanlığa seçildi. Rastlantı eseri doğduğu tepenin rakımı da, Türklerin Anadolu'ya girişini sağlayan savaş olarak kabul edilen Malazgirt Savaşı'nın tarihi de 1071 idi. Sayılarla kehanette bulunanların iştahını kabartacak cinsten bir tesadüf... Demirel'in de yönlendirmesiyle merkez sağı toparlama idealini gerçekleştirmeye çalıştı ama başaramadı. 2007'deki cumhurbaşkanlığı oylamasına katılmayınca Ağar'ın, milletin şuurundaki imajı iyiden iyiye yara aldı.
Partisi 22 Temmuz 2007 seçimlerinde baraj altında kalınca Ağar siyasetten şimdilik çekilmek zorunda kaldı. Doğuştan Çankayalı'ydı ve muhtemelen siyasetteki en büyük ideali doğduğu köşke çıkmaktı. Ama kaderin cilvesine bakın, cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemekle anılıyor şimdi. Bu yüzden "Seçimlerde AK Parti'yi destekliyorum," demesine aldanmamalı.
ANAP eski Genel Başkanı Erkan Mumcu, tıpkı Ağar gibi cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmamak gibi siyaseten önemli bir hata yapmış olsa da politik ve entelektüel manada bu ülkenin değerlerinden biri ve Ağar'ın samimiyeti şüpheli desteği önemsenirken, Erkan Mumcu'nun tek kalemde harcanmaması gerekir.
DUVARDAKİ TUĞLALAR
Mehmet Ağar, bürokrat ve siyasetçi olarak bütün tezahürleri ile güneş gözlüklü bir 'derin devlet imgesi' olarak kolektif bilincimize kazınmış bir sima. Matrix filminden bir kareyi andıran bu zengin görsel imaj, güneşli günlerdeki hüzünlü cenaze törenlerinde çevresinde arzı endam eyleyen siyah gözlüklü korumalarla da pekişiyor. Bu ender zamanlarda güneş gözlüğü takmak için üç geçerli sebebin bir araya geldiğini görüyoruz: İlk iki sebep elbette güneş ve cenaze...
Üçüncü sebebe gelince... Ağar'ın 'bizim tosunlar' dediği adamları, birer derin devlet deklanşörü olan gözlerinin daha önce gördüğü şeyleri gizlemek istercesine de takıyor olabilirler o gözlükleri. Bu noktada Ağar'ın, Uğur Mumcu suikastı için Güldal Mumcu'ya söylediği bir sözü anımsatmalı: "Bu bir duvardır. Eğer ben bir tuğla çekersem duvar yıkılır." 'Derin devlet' literatürüne özlü söz olarak yazılması gereken bu iki cümleyi hatırladıkça insanın aklına ister istemez meşhur Pink Floyd şarkısı Another Brick in The Wall geliyor. Popçu Serdar Ortaç'ın geçtiğimiz günlerde bir konserde nakaratını diline doladığı (Floydianlar için büyük bir talihsizlikti) bu şarkının Ağar'ın tuğla-duvar söylemine uyan kısmının çevirisi şöyle:
Hepsi, hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğla Hepsi, hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğlasın sen. Duvarda yalnızca birer tuğla olanlar kurbanlar mı, cinayetler mi yoksa cinayetlerin azmettiricileri mi, işte onu hayal gücünüze bırakıyoruz. Ama yalçın kayalar kadar sağlam olan bu tuğlalar, Ağar'ın bir ketumiyet kalesi gibi yükselen çehresinde derin siluetler halinde mevcudiyetini koruyor. Kim bilir Mehmet Kemal Ağar da yıllar önce intisap ettiği 'derin devlet' için yalnızca bir tuğladır belki ve bu tuğla ancak -kendisinin dediği gibi- sırların götürüleceği mezarda yıkılıp yerle yeksan olacaktır.
AĞIR CEZADA YARGILANIYOR
Susurluk kazasından sonra İstanbul DGM Başsavcılığı, Mehmet Ağar hakkında 'cürüm işlemek amacıyla çete kurmak', 'hakkında yakalama müzekkeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek' ve 'görevi kötüye kullanmak' suçlarından 6 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis istemiyle dava açtı. Aralık 1997'de Ağar'ın dokunulmazlığı kaldırıldı. Ağar 1998'de DGM'de sanık olarak ifade verdi. "Suçlandığım konular devlet sırrıdır, ben ancak Yüce Divan'da yargılanabilirim," dedi.
DGM görevsizlik kararı verdi. Hakkında kurulan soruşturma komisyonu Yüce Divan'a sevkine gerek olmadığına hükmetti. Ağar, 2008'de tekrar yargılanmaya başladı. Halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. Son olarak Susurluk davası hükümlüsü Ayhan Çarkın'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadenin Ağar'la ilgili davada incelenmesi kararlaştırıldı. Çarkın, işledikleri cinayetlerin talimatını İbrahim Şahin'den aldıklarını ve her eylemden Mehmet Ağar'ın da haberdar olduğunu açıkladı.
POLİSİN GENELKURMAY BAŞKANI
Mehmet Ağar'ın PKK ile savaşta asıl büyük icraatı, Emniyet Özel Harekat Dairesi'ni kurması ve başına da şimdi Ergenekon sanığı olan İbrahim Şahin'in getirmesi oldu. Polis o dönemde dağlarda askerle birlikte operasyonlara çıktı. Mehmet Ağar, 'polisin genelkurmay başkanı' nitelendirmesini bu uygulamaya borçlu. PKK, aşiretleri kaldırma iddiasıyla yola çıkarken Ağar'ın şahsında devlet, sosyo politik olarak daha geri bir modele yöneldi ve aşiretleri destekleyip onları silahlandırdı.
Silahlanmış o aşiretlerin şimdi birer birer PKK saflarına geçtiğini yeri gelmişken hatırlatalım. Ağar yıllar sonra, 2006'da 10 yıl önce kullandığı yöntemleri unutmuş gibi kendisinden beklenmeyecek bir çıkış yaptı ve "Dağda silah tutacaklarına düz ovada siyaset yapsınlar," dedi. Böylece PKK nasıl Türk siyasi literatürüne dağ imgesini 'kurşunladıysa' Ağar da ova imgesini 'armağanlamış' oldu.
Yeni söylem, sansasyon yarattı yaratmasına ama bu etkinin Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacak bir siyasete dönüşmesi Ağar'ın CV'si göz önüne alındığında zaten pek mümkün değildi. Nitekim Ağar siyaset sahnesinden çekilince söylemi de unutuldu gitti.