Fetullah Gülen'in, 'İsrail'in devlet otoritesine saygı gösterilmeliydi' sözü dün gibi hatırımızda. Bugün, Haaretz'deki 'Türkiye ile İsrail'in anlaştığı' yönündeki haberi duyar duymaz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve AK Parti'yi topa tutmaya çalışanlar bu zatlar. Akıllarınca, onları tutarsızlıkla suçlayacaklar. Dahası, Filistin'i, Mavi Marmara şehitlerini satmakla! Dikkat edin, halihazırdaki anlaşma söylentisini gündem yaparlarken bile, İsrail'in geçmişteki cürümlerine tek bir eleştiride bulunmuyorlar. Toz kondurmama çabasına devam! Paralel yapı mensuplarının bu haberin üstüne atlama biçimleri ise muhteşem. Ortak söylemleri, 'hani biz İsrail uşağı' idik. Biri de çıkıp şunlara, 'evet bir dönem öyleydiniz, belli ki iş akdiniz feshedilmiş' demeli. Birkaç hususun altını çizmekte yarar var. Bir kere, Türkiye ve İsrail arasında görüşmelerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat henüz imzalanan bir anlaşma metni yok ortada. Olabilir mi? Pekala olabilir. Türkiye, kimsenin uşağı da, esiri de değil. Kendi ad ve hesabına dış politikasını şekillendirebilecek bir aktör. Ve şekillendiriyor da. Oyuna yeni unsurlar eklendiğinde stratejimizin yenilenmesi kadar doğal ne olabilir? Bütün bunlara ek olarak Türkiye, dış politikasında çıkar- değer dengesini gözeten de bir aktör. Türkiye, bugün de Filistin halkına dönük hak ihlallerini mesele edinen, bununla mücadele eden başlıca ülke. Türkiye, eksen değiştiriyor edebiyatı yapanlara, o gün ne diyorsak bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Dış politika ideolojik körlükle, dogmatik tavırlarla sürdürülmez. Doğu Akdeniz'de bir enerji savaşı var. Suriye krizinde yeni bir evredeyiz. İsrail, Türkiye ile yakınlaşmak için yoğun çaba içinde. Ve saire, ve saire... Fahrettin Altun/Sabah Sevgili Dorsay, ayrıca, A. Turan Alkan'ın 'Alevi Miyim Neyim' başlıklı yazısını da hararetle tavsiye ediyor... Ah ne güzel, okuyalım, aydınlanalım. Lakin, Atilla Dorsay da bi zahmet aynı yazarın Madımak hakkında yazdıklarını da arşivden bulsun okusun. Çok istifade edecektir, çoook! Gelelim Mümtaz'er adlı elemana... Sinema eleştirmenimiz, bu muhteremi de özgürlüklerden yana sanıyor, hiç gelmesek olmaz. İş bu eleman geçenlerde Silivri'de nöbet falan tutmuş, iyi mi? Nedim Şener, Nazlı Ilıcak'ın mahut nöbet şovunu, 'mundar etti' şeklinde yorumlamış. Biz bu elemanın nöbetine ne desek, nasıl yorumlasak acaba? Yargının keskin kılıcı inecek, kelleler kopartılacak diyerek, 17 Aralık darbe teşebbüsü ardından isterik naralar atan bu elemanın elinden gelse, sadece 'dönemim başbakanını' değil, Pensilvanya'daki hocasına ve darbesine karşı çıkan gazetecilerin alayını içeriye tıkacaktı. Şimdi kalkmış hiç utanmadan 'özgürlükçülük' oynuyor! Tansu Çiller'e danışmanlık yaptığı dönemde, yani, faili meçhulcinayetlerden geçilmediği dönemde, 'devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir' diyen de bu elemandı.Şimdilerde solu pısırık ve sünepe buluyor. Seçilmiş demokratik iradeye karşı illaki 'hendek kazılacak,' muhteremi aşağısı kurtarmıyor galiba. Halbuki... Üç-beş yıl önce solcu gençlerden kafasına yumurta yediğinde feveran eden de kendisiydi. Neyse, elemanı herkes tanıyor. İstedim ki, Atilla Dorsay da tanısın. Salih Tuna/Yeni Şafak Putin'in açıklamalarında en maksatlı olanı Türkiye'deki yöneticileri içte ve dışta 'İslamcılığı yaymakla' eleştirmesiydi. Daha önce de tekrar ettiği bu karalamada iki yeni unsur var. İlki, iç siyasete yönelik: 'Bu yayılan İslamcılık nedeniyle herhalde Atatürk mezarında ters dönmüştür.' Putin'in Atatürk üzerinden polemik yapması nafile bir çaba. CHP'nin bile laiklikİslamlaşma üzerinden AK Parti iktidarını eleştirmeyi bıraktığı bir dönemde bu malzemeden Putin'e ekmek çıkmaz. Kaldı ki mevcut iktidar döneminde Atatürk, Türk modernleşmesinin ortak bir sembolü olarak daha da tahkim oldu. Putin'in karalamasındaki ikinci yeni unsur AB ve ABD'nin Ankara'yı 'kendi İslamcıları' olarak gördükleri savı. Bunun da tutulur tarafı yok. Putin, devletler arasındaki ilişkileri ideolojinin değil jeopolitiğin ve milli çıkarların belirlediğini pekala biliyor. Rusya'nın Velayet-i fakih sistemi ile yönetilen İran ile yakın ilişkileri buna bir örnek. O halde birileri de Tahran'ı Rusya'nın 'ılımlı Şii İslamcısı' olarak niteleyebilir. Halbuki İran hem Rusya hem de ABD ile yakınlaşmayı başarabilen çıkara dayalı usta bir diplomasi çizgisinde yürüyor. Nitekim Soğuk Savaş döneminde bile ideoloji bir malzeme olmaktan öteye gidememişti. Putin'in ideolojik salvolarının altında gizlenen ilk hedef kendi 'terörle mücadele' gündemine ait. Bu da Suriye'deki bombalamaları sebebiyle Kafkas- Çeçen militanlardan gelebilecek olası saldırıların maliyetini Türkiye'ye fatura etmek. Putin'in Kafkas kökenli militanları Suriye'de yok etme niyetinde olduğu biliniyor. Ancak söz konusu militanların bazılarının da Rusya ile savaşmak için DAİŞ'ten koparak çatışmanın daha sıcak olduğu Nusra Cephesi saflarına geçtiği konuşuluyor. Dahası, Putin, PYD-PKK'ya artırdığı desteğin Türkiye'deki muhalefet cenahında yaratacağı rahatsızlığı AK Parti'ye 'İslamcılık suçlaması' ile hafifletmeyi amaçlıyor. HDP'nin Rusya'ya verdiği şimdilik ürkek olan söylemsel desteği takip etmekte fayda var. Putin bir konuda haklı... Bölgedeki bütün güçler için 'DAİŞ artık ikinci planda...' Asıl olan jeopolitik çıkarlar; ideolojik iddialar da suçlamalar da işin hikâyesi... Burhanettin Duran/Sabah Demirtaş, milletin sinesiyle PKK'nın sinesini birbirine karıştırıyor. Daha doğrusu hala Kürtleri yanıltmaya çalışıyor. PKK ve HDP, Kürtlerin yaşamlarını, özgürlüklerini, geleceklerini ellerinden aldı, hayatlarını mahvetti, almadıkları bir canları var Kürtlerin, onu da 'halkın onurlu direnişi' safsatasıyla alma niyetindeler. Hangi 'onurlu' direniş? Esed için Güneydoğu'yu ateşe vermek mi? Kürtleri, İran ve Esed rejimi için ölüme yollamak mı? Sorun, PKK'nın ideolojik-siyasi dar kafalılığında ya da dünyadan kopukluğundan kaynaklanmıyor; sorun HDP içindeki solcuların varlığından da ileri gelmiyor; asıl sorun, PKK ve HDP'nin bugüne kadar 'Kürtlerin temsilcisi' olarak yutturulmuş olması. Ne PKK ne HDP'nin Kürtlükle ilgili bir derdi var; Kürtler, PKK ve HDP için sadece ucuz bir asker kaynağı. PKK ve HDP'nin arkasındaki güçler, Türkiye'ye karşı verdikleri savaşta Kürtleri 'ucuz asker' olarak kullanıyor. Asıl gerçek bu! Ne var ki bu oyunun farkına varan insanların sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. Kürtler, PKK'nın dağıttığı silahları alma yerine evlerini bırakıp göç etmeyi tercih ediyor. Kürtler, HDP ve Demirtaş'ın milletin değil, PKK'nın sinesinde olduğunu artık çok daha net olarak görüyor. Kurtuluş Tayiz/Akşam 1980: Kenan Evren darbesi, ılımlı İslam operasyonlarının hızlanması... 1984: Gladyo'nun, ılımlı İslam projesi hazırlıklarına göre Gülen örgütü, üçüncü aşama hamlelerine geçiyor. 1987: Gülen Örgütü, seçimlerle yakından ilgileniyor. Süleyman Demirel DYP'nin başına geçiyor. Bülent Ecevit, Alpaslan Türkeş siyasi manevralara başlıyor. Gülen, sadece Necmettin Erbakan'a uzak duruyor. Zaten Erbakan da Gülen'e yakınlık göstermiyor. 1991: Fethullah Gülen Demirel'le yakın ilgili. DYP-SHP hükümetine sıcak bakıyor. 1993: Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın zehirlenmesi sonrasında Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasıyla, yerine geçen Tansu Çiller'e yakın ilgi ve destek var. DYP'den Gülen'e yakın bazı milletvekilleriyle ağ genişliyor. 1995: Gülen, merhum Erbakan'ın başbakan olmasından tedirgin. ANAP-DYP hükümetine destek var. 1997: Darbeci Çevik Bir'le yakın adamlarından Alaattin Kaya görüşmesi, 28 Şubat darbesine destek, Merhum Erbakan'a açıkça, 'çekil' demek. Hürriyet-Kanal D ile de yakın muhabbet devrede... 1999: Başbakan Bülent Ecevit-Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın yardımıyla Fethullah Gülen Amerika'ya geçiyor, Abdullah Öcalan CIA tarafından Türkiye'ye teslim ediliyor. ABD'nin yeni projesi başlıyor. CIA ajanı Graham Fuller'in yeni Ortadoğu ve ılımlı İslam projesi. Amerika'da Bush ve Neo-Conlar'ın gelişi, İsrail beyinlerinin Amerikan CIA, Rand, Stratejilk kuruluşlar üzerinden hamlelerine geçiş. 2001: Türkiye'nin ekonomik dibe vurduruluşu. Bilderberg, IMF valisi Kemal Derviş'in Bakanlar üstü getirilişi. Hüsamettin Özkan-İsmail Cem Yeni Türkiye Partisi'ne, Fetullah Gülen'in ilgisi... Kemal Derviş'in Özkan-Cem'e kazıl atarak CHP'ye geçişi. 2002: Seçimlerde beklenmeyen sonuç. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin zaferi, koalisyon peşinde koşan ANAP-DYP-MHP'nin çöküşü. 2003: 1 Mart tezkeresinin çıkışı için Gülen'in, İsrail'in, Amerikan'ın sıkı markajlarına rağmen, TBMM'nin reddi. 2003-2008 arasında, Fethullah Gülen ve Amerika'nın çok gizli kılcal damar operasyonları, örgütlenmeler... Emniyetyargı cuntaları hareketi başlıyor... 2008: Ergenekon davasının düğmesine basıldı. AK Parti'nin kapatılma davası gündeme sokuldu. 2009: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e one mınute çelmesi sonrası, FETÖ yepyeni bir modelle sahneye çıkarılıyor. Bülent Erandaç/Takvim Eğer Fethullahçı çete 17 Aralık'ta girdiği savaşı kazansaydı ben ya hapiste ya mezarda olacaktım. Bunu bilerek mücadeleye girdim. Eğer Fethullahçı terör örgütü beni hapse sokabilseydi de Can Dündar gibi mızmızlanmaz ve dırdırlanmazdım. Can Dündar kanlı bir iktidar ve ihtilal mücadelesinin içine girdi ve kaybetti. Ama o kadar fake bir devrimci ki, şimdi tüm dünyaya yalvarıyor, ağlıyor zırlıyor. Eğer ben hapse girseydim kanımın son damlasına kadar girdiğim mücadelenin bedeli derdim. Aynı şekilde 17 Aralık'ta FETÖ yardakçısı olarak bu iktidar ve ihtilal mücadelesinin tam göbeğinde yer alan Ahmet Hakan da ağlayan ve zırlayan familyadan. Onurlu bir devrimci gibi 'Evet Tayyip Erdoğan'ı FETÖ yoluyla indirmek istedik ama olmadı' demiyor, diyemiyor. Tam aksine herkesten hızlı Erdoğancı oldu. Zaten Ahmet Hakan budur ve hiçbir karakteri ve omurgası yoktur. Ahmet Hakan ile benzer bir omurgasızlık hastalığına sahip kişi de Deniz Ülke Arıboğan'dır. 50 yaşını geçtiği halde 30 yaşındaymış gibi fake hareketler yapan botoks kraliçesi aklıma Timur Selçuk'un meşhur şarkısını getiriyor. 'Sağcıyla sağcı... Solcuyla solcu... Çevir kazı yanmasın, çevir de çevir.. Çevir kazı yanmasın devir bu devir...' İşte bu Deniz Ülke de bir gün sağcı bir gün solcu, öbür gün liberal, diğer gün muhafazakar oluverir. Bazı gün Atatürkçü bazı gün Özalcıdır. Fakat bu sefer bukalemun gibi renk değiştirirken Fethullahçı role girdiği sıra birileri Deniz Ülke balonunu patlattı. İşte şimdi kocasıyla beraber çok bildiği yargı içi yöntemlerle beni sindirmeye çalışıyor. Ahmet Hakan da aynı şekilde. Alayınıza sesleniyorum, istediğiniz Fethullahçı savcıları ve hakimleri de ayarlasanız, ben tek başıma da kalsam sizinle mücadele edeceğim... Cem Küçük/Star İlk şart yerine getirilmişti, ikinci şart yolda ve 3. şartın çıkmaz sokak olduğu belli. Haaretz'in haberinde yer alan 'Salah Aruri'nin iadesi ve HAMAS'ın Türkiye'deki aktivitelerinin kısıtlanması' maddesi de Türkiye'nin Gazze lehine almaya kararlı olduğu sonuçlarla çelişen bir madde. İsrailli yetkililere dayandırılan haberde Türkiye'nin Gazze ablukasının kaldırılmasıyla ilgili şartlarda ısrarlı olduğu belirtiliyor. Şu ifade de dikkat çekici: 'Erdoğan'ın Gazze ablukası ısrarı, Türkiye-İsrail normalleşmesinin önündeki en büyük engel.' Belli ki İsrail, görüşmedeki pazarlık gücünü medya eliyle artırmak istiyor. Türkiye'deki diplomatik kaynaklar da 'Görüşme var, mutabakat yok' diyor. Bu sevindirici. Ancak bu yazının yazıldığı saatlerde şiddetli bir dille yalanlama da gelmemişti. Devletleri bağlayan realite ile bireylerin ve ortak bir hassasiyet çerçevesinde bir araya gelen grupların hassasiyeti genellikle örtüşmez. Bireyler ya da topluluklar kendi hassasiyetleri konusunda devletlerine baskı yapabilirler, ama devletler bir ülkenin tamamını temsil ettikleri bilinciyle kararlar alırlar. Bu bağlamda İsrail-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi kararı bizim arzu ve temennilerimizden bağımsız olarak ele alınacak belli ki, bunun farkındayız, en azından ben farkındayım. Ancak Türkiye başından beri normalleşme için 'Gazze'ye ablukanın kaldırılması' nı şart olarak ileri sürdü. Bu, hassasiyet sahibi birey ya da toplulukların değil, devletin kırmızı çizgisi. Dolayısıyla abluka ile ilgili olumlu bir sonuç alınmadan varılacak bir mutabakat, hele hele HAMAS'a 'terör örgütü' muamelesi yapmamızı isteyen şartlarla beraber devreye girerse, sonuç pek çok açıdan hezimet olur. İktidarın bunu hesap ettiği kanaatindeyim. Nihal Bengisu/Habertürk Bunun gibi 'Gülen Örgütü'nün 'Hayır' adı altında çevirdiği dolapların Amerika'da da açığa çıkmasını izlerken, 'Yalancının mumu yatsıya kadar yanar' deyişi aklınıza gelmiyor mu? Son olarak 'Chicago Sun-Times' gazetesinin haberine göre vergilerle finanse edilen Gülen Örgütü'ne ait 'Concept Schools'un, 5 milyon dolardan fazla federal burs parasını kendi yakınlarına aktardığından şüpheleniliyormuş. Örgütün dolandırıcılık yaparken kullandığı ve ekonomik olarak dezavantajlı okulların ve kütüphanelerin internete ulaşımı ve diğer iletişim ihtiyaçları için devlet tarafından fon dağıtımının sağlandığı programın adı 'E-Rate'miş. 'Contept Okulları'ndaki yolsuzluğun üzerine giden ABD Eğitim Bakanlığı müfettişleri yargıya başvurmuşlar. Başvurularında da bu suiistimalin başlangıcının da en az 2007'ye kadar dayandığını iddia etmişler. Bunun gibi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Rus televizyon kanalında 'Türkiye IŞİD'e yardım ediyor' diyerek jurnalleyen CHP'li milletvekilini kınayacak yerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı istifaya davet eden sözlerini duyunca 'Sermayen bir yumurta ise taşa çal' veya 'Yenilen pehlivan güreşe doymazmış' şeklindeki atasözlerini hatırlamıyor musunuz? Mehmet Barlas Anlaşılıyor ki KCK ve HDP yönetimleri, hendeklere dizdikleri gençlerin yüzde yüzü öldürülünceye kadar durmayacak. Çünkü top onlardan çıktı; aldıkları 'Şii direnişi' ihalesinin şartnamesini yerine getirmekteler. Peki ama HDP içinde gerçekten barışçı, silahı reddeden, demokratik siyasete inanan bir Allah'ın kulu bile yok mu? Varsa neden sesiniz çıkmıyor? 'Özyönetim'lerden yüzbinler halinde kaçan, evlerinin, arabalarının anahtarlarına el konulan, maskeli YDGH çetelerince rehin tutulan Kürtleri görmüyor, çığlıklarını duymuyor musunuz? HDP'li aydınlar, yazarlar; parlak isimlerinizle imzaladığınız her tahlile 1925'ten başlayıp Dersim'e, Zilan'a, 1990'lara ve 'her durumda haksız devlet'e bağlamaya bir kez olsun ara veremez misiniz? Hadi 'silah bırak' demeye diliniz varmıyor. Ama ahir ömrünüzde bir defa, sadece bir defa, 'siyaseten doğruculuk'u bir kenara bırakıp PKK'ya, önüne arkasına süslü cümleler eklemeden, 'Kapat şu hendekleri ve çık sivillerin arasından' diyecek cesaretiniz de mi yok? Gençler beşer onar ölür, Kürt şehirleri insansız harabelere dönerken, tam şimdi değilse ne zaman konuşacaksınız? Varsın, bir defacık eliniz kirleniversin. Yıkarsınız, geçer. Fakat 'önce hendeklerdeki gençlerin psikolojisini anlamak lazım' diye diye oyalandığınız her saat, akan kanda sizin de sorumluluğunuz var. Ve işte o kan öyle yıkamakla falan geçmez. Bilesiniz. Cengiz Alğan/Serbestiyet Sosyal medyada yazdıklarını gören bir yabancı onların, Mavi Marmara Katliamı sonrası 'otoriteye isyan edilmez' diyerek ölenleri değil öldürenleri savunan Gülen'in adamları olduğuna asla inanmazdı. Ne var ki bugün İHH gönüllüsü gibi yazıp çizenler, eskiden DAEŞ operasyonu haberlerinin altına İHH merkezlerinin fotoğraflarını koyanların ta kendisiydi. Haber bültenlerinde İsrail'in vurduğu Filistin yerleşimlerini 'terörist hedefler' olarak seyircilerine duyuranlar da... O gece Siyonizm kavramını keşfeden bir diğer grupsa, Filistin'e desteğini Deniz Gezmiş'le birlikte çoktan toprağa gömen memleketin asri zaman solcumsularıydı. Zamanında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı dönemindeki efsanevi 'one minute' çıkışını 'antiemperyalizm' ya da 'mazlum halkların dayanışması' perspektifiyle bile destekleyemeyenler artık birer Hamas militanıydı sanki. Murdock'un Türkiye'deki kanalı Fox'un ekran karartmayı bile düşündüğü ise söylentiler arasında. (smile) Haklısınız ne yapsın biçareler? Gezi'de ABD ve NATO müdahalesini savunan bu güruh, Suriye, PKK, DHKP-C, İran, Rusya derken Türkiye karşıtı koalisyona üye seçiminde çok da seçici olamıyordu artık. Konuya, bu enformasyon kaynaklarına güvenmese de İslami çevrelerden ve muhafazakârlardan da katılan oldu. Filistin sorununu eskiden beri önemseyen bu kesimlerin her türlü samimi eleştirisi kesinlikle değerlidir, hükümet de dikkate almalıdır. Ancak mevzuu İsrail'in katliamlarını, Filistinlilerin dini inançlarını, siyasi tercihini ve 'modernleşememesini' gerekçe göstererek haklı bulan kesimlerin yalan dolanlarıyla tartışmak doğru değil. Kuşkusuz devletler arasındaki ilişkilerde diplomasinin her türlü enstrümanını kullanmak meşrudur. Kaldı ki sözünü ettiğimiz, devletlere bırakın 5-10 yıllığı, aylık politikalar belirleme lüksü bile tanımayan yeni bir uluslararası ilişkiler düzeni. Dolayısıyla Türkiye'nin ve Filistin halkının çıkarları gözetilerek İsrail'le de elbette görüşülebilir, anlaşmalar yapılabilir. Neticede Netanyahu'nun, Erdoğan'ı arayıp Türkiye'den özür dilemesi de o dönem Ankara'nın ABD ve İsrail'le yürüttüğü aktif diplomasinin bir ürünüydü. Ne var ki, her türlü bedeli göze alarak İsrail'e karşı 'one minute' çıkışıyla destan yazan, Türkiye'nin dış politikasını ayağa kaldıran Erdoğan'ın Filistin halkının aleyhine bir gelişmeye onay vereceğini bekleyenler bence daha çok bekler. Yine de o gece olayın sıcaklığıyla Filistin davasının sembol ismi Erdoğan'a ve mevcut hükümete 'eksen' ayarı vermeye kalkanlar tweetlerini silmek için daha fazla beklemesinler bence. Melih Altınok/Sabah