Kırşehir'de 22 Ağustos 1942'de dünyaya gelen Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te arabasına yerleştirilen bombayla düzenlenen saldırı sonucu hayatını kaybettiğinde 51 yaşındaydı.
Türkiye'yi yasa boğan menfur saldırının ardından Ankara'da düzenlenen törenle, usta gazeteciyi ebediyete on binlerce kişi uğurladı.
Hukuk öğreniminin ardından gazeteciliğe adım atan usta kalem, geriye geleceğe ışık tutmaya devam eden onlarca kitap ve yüzlerce araştırma yazısı bıraktı.
Mumcu'nun "Gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur" anlayışı, iletişim fakültelerinde geleceğin fikir işçilerine meslek kriteri olarak anlatılmaya devam etti. Gazeteciliği, yaşamın her alanındaki "mücadelenin kürsüsü" olarak tanımlayan Mumcu, güvenilirliği ve ortaya koyduğu çalışmalarıyla, kendisi gibi düşünmeyenler dahil toplumun her kesiminden saygı görüyordu.
Orduya hakaret etmek suçundan dava açılan Mumcu, Mamak Askeri Cezaevi'nde yaklaşık bir yıl kaldı. Bu dava kapsamında hakkında verilen 7 yıl hapis cezası kararı, Yargıtay tarafından bozulunca Mumcu serbest bırakıldı. Mumcu, bu olay nedeniyle, yedek subay olarak yapması gereken vatani görevini, 1972-1974'te Ağrı'nın Patnos ilçesinde er olarak tamamladı.
Mumcu, 1977'den sonra sadece Cumhuriyet gazetesi için yazmaya başladı ve "Gözlem" başlıklı köşesinde, Kasım 1991'e kadar yazılarına aralıksız devam etti.
Mumcu, terörün silah kaçakçılığıyla ilişkisini ortaya koymak ve bu yönde kamuoyu oluşturmak için 1981'de "Silah Kaçakçılığı ve Terör" kitabını okuyucularıyla buluşturdu.
Aynı yıl Papa 2. Jean Paul'e düzenlediği silahlı saldırının ardından Mehmet Ali Ağca üzerine araştırma yapan Mumcu'nun "Rabıta" ve "12 Eylül" kitapları 1987'de, önemli araştırmalarından kabul edilen "Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925" eseri ise 1991'de yayımlandı.
24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirmiştir.
Suikastı, İBDA-C ve Hizbullah gibi örgütler üstlense de Mumcu'nun ölümünden 6 yıl sonra açılan ve görülmesine devam edilen dava kapsamında asıl failler bulunamadı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok'un öldürülmesi eylemlerinin de arasında bulunduğu çok sayıda olayı kapsayan "Umut Operasyonu" dosyası olarak tarihe geçti.
İlk dereceli mahkemenin kararının Yargıtay tarafından bozulmasından sonra tekrar görülen davada, 3 sanık "yasa dışı Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu örgütünü kurmak ve yönetmek" suçundan, 5 sanık ise aynı örgüte üyelikten çeşitli sürelerde hapse mahkum edildi.
Bu kapsamda sanıklardan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap, "silahlı suç örgütü kurma ve yönetme" eylemlerinden 12 yıl 6'şar ay hapisle cezalandırıldı.
Sanıklar Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın'a ise "silahlı suç örgütü üyesi olmak"tan 6 yıl 3'er ay hapis cezası verildi.
Anayasa Mahkemesi, gözaltında tutuldukları tarihlerdeki mevzuatın, gözaltı süresinde avukata erişim imkanı tanımadığı gerekçesiyle, sanıklar Recep Aydın, Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç, Mehmet Şahin ve Yusuf Karakuş'un yeniden yargılanmasına karar verdi.
Suikastinden yıllar sonra Anadolu Ajansı'na konuşan ağabeyi ise Uğur Mumcu'nun darbelere karşı çıkacağını ve teröre ve terör örgütlerine yönelik gerçekleştirilecek operasyonlara destek vereceğini belirtti.
Uğur Mumcu'nun ağabeyi avukat Ceyhan Mumcu, Uğur Mumcu hakkında, 'Darbeye, 'kontrollü darbe' filan gibi darbecilerce mazeret arayan yorumlar yapmazdı. Hendek savaşlarına 'Saray Savaşı' demezdi.
Ceyhan Mumcu: 'Hendek (çukur) olaylarına 'Saray savaşı' demezdi. Gerçeği bulurdu, darbenin iç yüzünü sorgulardı. Darbeye, 'Kontrollü darbe' filan gibi darbecilerce mazeret arayan yorumlar yapmazdı. Bunlardan kesinlikle eminim. Şimdiki terörle mücadeleye karşı Afrin olayları, Münbiç hazırlıklarına destek olurdu. Bunların hepsinin olacağının ispatı, bunların aksini savunanlara karşı yazılarıyla cevap verebilirim.' dedi.