Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TUBA KALÇIK İLE GÜNDEME DAİR TUBA KALÇIK

Adalet Ağaoğlu: Bu kadar uzun yaşamak istemezdim kendimden sıkıldım

Edebiyatımızın en önemli isimlerinden Adalet Ağaoğlu, bir kadın yazar olarak yaşadığı zorlukları, eşini kaybettikten sonra değişen hayatını anlattı: En sahici itirafım bu; 64 yıllık eşim öldüğünde yarım kaldım . Bu kadar uzun yaşamayı hiç istemezdim, kendimden sıkıldım

Türk edebiyatının usta ismi Adalet Ağaoğlu, geçtiğimiz yıl eşi Halim Ağaoğlu'nu kaybettikten sonra yazmayı bıraktığını açıkladı. "Halim, 64 yıllık hayat arkadaşımdı, o gittikten sonra güler yüzlü yaşama rolü oynuyorum" diyen 90 yaşındaki usta yazar; Cumhuriyet'ten günümüze yazı serüvenini GÜNAYDIN'a anlattı...


-Yazmaya nasıl başladınız?
Lisede öğrenciyken şiir yazarak girdim edebiyata.
Daha sonra ise tiyatro oyunları yazmaya başladım. Herkes beni oyun yazarı olarak tanırken ilk romanımı çıkardım. Edebiyatımız için alışılmadık bir durumdu. 'Çatıdaki Çatlak' adlı oyunum yasaklandığı dönemde roman yazmaya yöneldim. Çünkü tiyatro oyununu kitap olarak yayınlasak kimse okumaz. Oyun, sahneye konmadığı zaman yok oluyor. Sahnelendiği zaman da türlü sansürlerden geçiyor. Ben de, roman yazarsam buna kimse karışamaz, yasaklansa bile o kitap hep var olacak diyerek ilk romanımı yazdım. Zaman bakımından tek boyutlu olmasından dolayı klasik roman beni sıktı. Bu yüzden zamanla oynadım romanlarımda.
Tiyatro oyununda düşündüğüm, yapılması imkansız şeyleri romanda uyguladım.


-İlk romanınız edebiyat eleştirmenleri tarafından beğenilmemişti...
Erkek bakışıyla, bir kadının kitabının yankı uyandırmasını kaldıramamışlardı. Hakkımda çok ağır eleştirilerde bulundular. Edebiyatçı olarak ödül almaya başladığım dönemde bir konuşmamda "Ben bu ödülü almak için kimsenin omuzunu okşamadım" demiştim. Bir tanesi çıkıp 'Ya nerelerini okşadın?' demişti.
Genç bir kadının roman yazmasını yadırgadılar.
Ama okurum hep yanımdaydı, destek oldu.
Ben okurumun yazarıyım. Bana kendini yazıyor diye eleştiride bulunanlar da oldu. Ben de bu eleştirilere cevap olsun diye 'Fikrimin İnce Gülü' ismiyle bir erkek romanı yazdım ve çok ilgi gördü. Sadece erkeklerden değil, kadın yazarlardan da düşmanlık gördüm. Mesela 'Bir Düğün Gecesi' romanım çok ödül aldı. Romanımın ilgi görmesinden dolayı edebiyatçı bazı kadın yazarların kıskançlığı ile karşılaştım.
Biraz öne çıktığınız zaman, en yakın kadın dostunuz bile size düşman olabiliyor. Bunu bizzat da yaşadım. Çok yakınım olarak gördüğüm bir kadın yazar arkadaşım, o dönemde her yerde aleyhimde yazılar yazdı. Bunu hiç unutamam.



YAŞAR KEMAL DE NOBEL ALABILIRDI

-Atatürk'ü gördünüz mü?
Evet. Babam, ben ve kardeşlerimi Florya plajına götürmüştü. O gün Atatürk'ü denize girerken görmüştüm. O günü hiç unutmam.
Öldüğü gün de hâlâ aklımda; çok ağlamıştım.
Hepimiz yollara düştük. İnsanlar sokaklarda ağlıyordu. Bizim kuşak, eğitimimizden dolayı Atatürk'e büyük bir sevgi besleyerek büyüdü.
Atatürk, vatanı kurtarmış bir lider. Çok öngörülü bir insan olduğunu her açıdan ispatlatmış biri.
-Orhan Pamuk Nobel Ödülü aldığında onu ilk alkışlayanlardan biriydiniz.
Orhan Pamuk'u ilk kitabından beri takip ederim. Kendisiyle tanıştığımızda, onu 'Cevdet Bey ve Oğulları' kitabından dolayı tebrik etmiştim.
Nobel'i aldığı zaman, birçok kişi onu eleştirirken ben destekledim. Dünya bu Nobel sayesinde Türk edebiyatını tanımış oldu çünkü. Bu desteğimden sonra açıkçası ondan bir teşekkür telefonu bekledim ama aramadı. Kırgın değilim.
Orhan Pamuk için ilk izlenimimi günlüğüme şöyle yazmıştım: 'Kalabalık bir sofrada, ortaya tabak konur. İçindeki en güzel parçayı hemen o alır, ağzına atar. Bunu öyle bir sevimlilikle yapar ki, herkes onu çok sever.' Zamanla bu izlenimimin doğru çıktığını anladım.
-Başka hangi yazarımız Nobel alabilirdi sizce?
Yaşar Kemal alabilirdi...
Ona Fransa'nın en büyük ödülü verildi, Nobel'i de hak ediyordu.
Büyük şair Nazım Hikmet de öyle, başlı başına edebi bir kişilik.



KİMSEYİ ÜZMEMEK İÇİN GÜLER YÜZLÜ ROLÜ YAPIYORUM

-Geçtiğimiz yıl eşinizi kaybettiniz. Neler hissediyorsunuz?
Yarımım... Onu kaybettikten sonra yarım bir insan oldum. Göğsümün üstünde kocaman bir taş var sanki. 64 yıldır evliydik. Çok güzel bir evlilik yaşadık, ender bulunur bir anlaşma... Bugün 90 yaşındayım. Uzun süredir evden dışarı bile çıkamıyorum. Bu kadar uzun yaşamayı hiç istemedim. Halim gitti, ben hâlâ yaşıyorum. Kendimden sıkıldım.
-Yazıyor musunuz hâlâ?
Hayatım boyunca yazmaya hiç ara vermemiştim ama Halim öldükten sonra tükendim, artık yazmayı bıraktım. Hayat şeklim değişti, önceliklerim değişti eşim gittikten sonra.
Onsuz yaşamak çok zor. Yanımda bir bakıcım var. Yeğenlerim bana o kadar yakınlık gösteriyor ki, onları üzmek istemiyorum. Halim, 64 yıllık hayat arkadaşım, o gittiğinden beri yakınlarımı çaresiz bırakmamak için 'güler yüzlü yaşamaya mecburluk' rolünü oynuyorum. En sahici itirafım bu olsun.

YENİ ALFABE YÜZÜNDEN AYDINLAR BİR GÜNDE CAHİL OLDU

-'Ölmeye Yatmak' romanınızda da kendi hayatınızda yaşadığınız kültürel ikilemi anlatmıştınız. Biraz bu ikilemden bahseder misiniz? Cumhuriyetin ikinci kuşağı olan bizim dönemimizde, ikilem içinde yaşanan bir dünya vardı. Anne-baba Osmanlı ahlakıyla yetişmiş, biz ise Cumhuriyet kuşağıyız. Babam hafızdı, Kuran'ı ezbere nameyle okuyordu. Babamın hafız olduğunu uzun süre söylemekten çekindim. Çünkü o dönemde İslam'a doğru bakılmıyordu. Çok yanlıştı bu. Hayatım boyunca sadece şiddete karşı oldum; inançlara karşı olmadım. Yalnız içinde şiddet olan inançlara karşı durdum. 'Ölmeye Yatmak'ta da kendi hayatımı yazdım. Yaşanan bu ikilemi anlattım. Anne ve babalarımızın yaşadığı dramı 30'umdan sonra anladım ben. Burada eski yazıyı bilen anne-babalarımız, aydınlarımız, yeni alfabe gelince cahil konumuna düştüler. Kökten değişim çok tehlikelidir. Alt yapısı olmadan değişim yapılmamalıydı. Yoksa dramlar yaşanıyor.

HERKES GÜNLÜK TUTMALI

-Nasıl bir ömür geçirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Yazarak yaşadım, hep severek yazdım. Yazmak için hep bir şey beni dürtüyordu. Yazmadan duramıyordum. Yazarak öğrendiğim kadar hiçbir şeyden öğrenmedim. Siyasal kısıtlamalar sonucu kitap kalıcıdır görüşüne inandım. Tiyatro yazarlığını da bundan dolayı bırakmıştım. Hayatım boyunca günlük tuttum. Edebiyatçıların olaylar karşısındaki tepkilerini günlüklerine yansıtması çok önemli. Günlükler, tarihi gerçekler açısından belge niteliği taşıyorlar çünkü. Sadece edebiyatçılar da değil, bence herkes günlük tutmalı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA