"Eylül toparlandı gitti işte / ekim falan da gider bu gidişle..." diyor ya hani Turgut Uyar, işte öyle toparlanıp giden yazdan geriye göğsümde, bir anıyı selamlarken hacmini tamamlayamayan soluk çörekleniyor. Bodur ağaçların olduğu bir alanda kamp yapmaya kalkınca gördük ki olmuyor. Koşar ayak ağaçları olan 30 yıllık yeni kamp yeri bulduk.
Ağaçsız olmuyordu, bunu en son, evdeki sıcaktan bunalıp dışarıda bir ağacın gölgesine sığındığımda da çok derin düşünmüştüm. Aklımda İbrahim Tenekeci'nin Silbaştan'a başladığı dize: Otur dedim ağaca, yorulmuşsundur. Tenekeci'yi ilk kez "eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş / Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş / keşke biraz ölmesem" mısralarıyla tanıdığımda bu edebi dildeki tesirin, benim dünyamda gelip geçici, dönemsel bir alakaya karşılık gelmediğini anlamıştım. O zamandan bu zamana İbrahim Tenekeci benim için incelik demek, zarafet demek, insan, ağaç, orman, meyve, vatan, millet, İslâm demek. 'Cama yaslanan yanağın elbette ağlamak istemesi' gibi bir istasyon oluvermiştir kırık, dökük yine de ümitvâr vagonlara. "Ben buradayım" demiştir ve olmuştur. Uçuş Denemeleri'nin arka kapak yazısında Prof. Dr. Hüsrev Hatemi'nin İbrahim Tenekeci için, "İç âleminde her gün devr-i âlem seyahati yapar" demesi kimseyi şaşırtmasın. Kıymeti kendinden menkullerin çağında, bağırıp çağırmadan, tevâzuyla yürüyen İbrahim Ağabeyin sadık yol arkadaşlarıyız biz de. Çok daha uzun yıllar, vâr olsun! İtibar dergisinin kapanmasıyla bir hüzün sarsa da içimizi, şimdilik yeni iki kitabıyla teselli ediyoruz kendimizi.
Geçtiğimiz ay 7 Ekim 2015 ve 7 Eylül 2016 tarihleri arasında kaleme aldığı yazıları, Tekrar Selam Ederim'de takdim eden İbrahim Tenekeci, bu ay aynı usûl ile bir yeni kitabını daha okuyucuyla buluşturdu. 14 Eylül 2016-9 Eylül 2017 yılları arasındaki yazıların bir araya geldiği Yüksek Kader de, bir önceki kitabı gibi, olaylara 'dün, bugün ve yarın'ın gözüyle bakıyor. Profil Kitap'tan çıkan bu ardışık iki eser de, Tenekeci'nin milli hafızasıyla, zihnimizde unutulmaya yüz tutmuş zamanlara ışık tutuyor. Her iki kitaptaki yazıların üzerinden bir, iki yıl daha geçtiğini hesaba katarak gözümü satırlara tekrar çevirdiğimde, tarihin döngüselliğine şaşırmayı bırakacağımı sansam da, pek öyle olmuyor. Kabul edemediğimiz, yok saydığımız tekerrür bizi en hazırlıksız ve zamansız yanımızdan 'tekrar' yakalıyor. Bilhassa Türkiye'nin yeniden kurtuluş mücadelesi olan 15 Temmuz öncesi ve sonrasını İbrahim Tenekeci inceliğiyle bir bütün halinde okuyabilmek bizim için çok kıymetli.
TÜRKİYE MECBURİYETİ
Tekrar Selam Ederim'in daha ilk sayfalarında Faruk Nafiz Çamlıbel'in bir dizesini hatırlatıyor İbrahim Tenekeci: Her vatan sahası bir başka Malazgirt oldu. Terörün kendini çok sıkı hissettirdiği, verdiğimiz şehitlerin sayısını unuttuğumuz, her yerde bir bombanın patladığı, yolda yürümenin tedirgin ettiği zamanlar... Türkiye Mecburiyeti başlıklı yazısında, "İç kaleyi dışardan düşürme imkânı pek yoktur. Çoğunlukla içerden olur. Birileri ihanet eder" derken ihanetin dik âlâsını henüz yaşamamış olduğumuzu varsayarsak, bu öngörünün ne kadar isabetli olduğunu yeniden anlıyoruz. İşte o an, başka bir yazısında Sezai Karakoç'un Mehmet Akif için söylediği, "O, İkinci Cihan Savaşı'nı bile birincisinde görmüş ve yaşamıştır" lafzını aktaran Tenekeci, gözümde Mehmet Akif gibi canlanıyor. Bize Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nı, Kırım Savaşı'nı, Çanakkale Zaferi'ni, Ermeni Meselesi'ni tekrarla hatırlatmaktan imtina etmeyen, Suriye'nin, Filistin'in, Pakistan'ın, Afrika'nın üzerinde defaatle duran yazar 'Türkiye'nin şehitler ve sadıklar yurdu' olduğunu içimize bir nakkaş titizliğiyle işliyor. Tekrar Selam Ederim'in sonlarına yaklaşırken bir tespiti, yaradılışımı usulca ama kesin bir tavırla dürtüyor, "Vatan şuradan veya buradan başlamaz. İnsanın kendisinden / içinden başlar"
Dilini kullanırken, her iki anlamda da 'edebi'liğini muhafaza eden, İbrahim Tenekeci'ye Yüksek Kader'iyle devam ediyorum. Bu kitaptaki yazılar da yine gündemin nabzıyla atıyorsa da ben daha çok meseleler ve şahsiyetlerin hemhâllerine dikkat kesiliyorum. 'Bayramın ilk günü' karşılıyor beni. "Bayram, milletin ve ümmetin çocukluğudur. Vaktin kalbidir. Günün en güzel saatidir." derken, ülkenin çalkalandığı günlerde bir dost serinliği olarak yerleşiyor insanın içine. İnsan mı? 'İnsan olmak bizim elimizde değil, çünkü öyle yaratıldık. Fakat insan kalmak bize bağlı' evet İbrahim Abi. Bizi insan yapan taraflarımıza sıkıca bağlanmalı... Gidememek, Kalmak mıdır? başlıklı yazısında yine o çok sevdiğim tarafını dönüyor dünyaya. "Bulutları seyretmek, dağlara gitmek, ağaçların altında oturmak iyidir. Dağlar, insandaki kibrin alınmasına da yardımcı olur. Büyüklük duygunuz yerinden oynar" derken o, Türkiye'de ve dünyada küçük dağları kendilerinin yarattığına kani olmuşçasına bir takım 'insan'ları idare ve iaşe edenlerin, onlarla beraber yok olmalarını diliyorum ben de.
HATIRALAR, VATANIMIZ...
Yunus Emre'yi, Karacaoğlan'ı, Eşrefoğlu Rumî'yi, Erzurumlu İbrahim Hakkı'yı ve daha nicesini kalemiyle yâd eden Tenekeci, gündemle iç içe değerlendirdiği insan mefhumundan ayrılmayarak Remzi Oğuz Arık'ın coğrafyayı vatan yapan şeyin ne olduğunu onun diliyle anlamamızı sağlıyor: Hatıralardır... "İnsana yaşamanın değerini, tadını, mânasını, gayesini çizen hâtıralar olmadıkça insanın toprağı vatan edinmesi imkânsızdır." Tenekeci'nin her iki kitabında da üzerinde ısrarla durduğu vatan, bize gidecek başka bir yerimizin olmadığını anlatıyor, ama hangi bize? Kimileri için vatan herhangi bir toprak parçasıyken ya da sözlükte teorik bir karşılığı olan kelimeden ibaretken, bazıları için, her neyse yaşadığın, işte onların hepsi demek. Tenekeci'nin yine titizlikle bahsettiği Anadolu bizim şuurumuz; ârifler, irfânımız. "Feda edilecek, gözden çıkarılacak bir karış toprağımız, sayfamız, yâhut insanımız yoktur!"