Kelâm-ı Kadim, 76/1: Hakikaten insan(ı yaratmamızdan önce) üzerine öyle uzun bir zaman gelip geçti ki, (o vakitlerde insan) henüz anılan bir şey değildi''... Hep söylenegelen bir kabulleniştir: "Topraktan geldik toprağa gideceğiz." Ruh göçer gider, vücut haşerelerle haşır neşir olur. Beden madde olarak çürür çürümesine, ama varlığa dair taşıdığımız nice element, doğal yaşam döngüsünün içinde yenilenmeye devam eder. Şeyh Galip o meşhur beytinde "kâinatın özü" der ya hani bize, âlemin göz bebeği; hatırlamanın yeridir, "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen / merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen'' Kimi 50'sinde ölür, kimi 20'sinde. 80'i deviren bir çınar da olur insan, cevizden yapılma beşikteki bebek de. Tüm zaman dilimlerinde yaşımız kozmosla bir şekilde paralel.
İki tarih arasında kalakalmış ömrü her anıyla dilediğimiz gibi yaşamak mümkün değil, ama yarın öleceğimizi bilsek ilk ne yapardık? Birilerinden af dilemek? Paraşütle atlamak? Büyük muamma. 'Dünyaya bir kere daha gelsem' ile başlayan beylik laflar bana hiçbir zaman geçmese de, ölülerin dirilere seslerini duyurma imkânları olsa ne söyleyeceklerini bilmek isterdim. Bu yüzden Robert Seethaler'a kulak kesildim. Regaip Minareci'nin Türkçeye çevirisiyle Timaş Yayınları'ndan çıkan Toprak'ta anlatıcı, aynı mezarlıktaki 29 ölü. Her birinin hikâyesi, diğerine dokunuyor. Kitaba sürükleyicilik kazandıran unsurların başında kuşkusuz, Seethaler'ın başarılı kurgusu geliyor. Kurgu içindeki ivmeyse okuyucuyu diri tutmaya yetiyor.
SIRTINI DÜNYAYA DÖNMEK
Alman yazar Seethaler'ı Türkçe'de ilk olarak, Bütün Bir Ömür kitabıyla tanıdık. Avusturya Alpleri'nde kendi halinde yaşayan Andreas Egger'ın hayatını anlatırken bir yerde "Doğduğumuz an ölmeye başlarız'' diyor. Toprak ise bu ifadeyi tamamlıyor gibi. Hayatın akışında yok saydığımızı düşündüğümüz ama varlığından asla taviz vermeyen bir olguyu açık ederken, Hannes Dixon tek cümlede kitabın geçirdiği duyguyu özetliyor ve şöyle diyor: "Her an, bütün zamanları içinde taşır." Nerede mi diyor? Görme yeteneğini gittikçe kaybettiği halde iyi havalarda buraya gelip gömütler arasında dolaşan yaşlı bir adamın, ölülerin seslerine kulak verdiği yerden: Halkın çoğunun 'toprak' dediği, Paulstadt Mezarlığı'ndan...
Şartları 'iyileştirme' adına şehrin içinde yeni şehirler kurulurken, gittikçe uzak düştüğümüz şeylerden biri galiba kabristanlar. Oysa hep soğuk diye tabir ettiğimiz o taşlar, bize bir yandan 'şimdinin biricikliğini anlatırken, diğer yandan 'sıyrılmayı' öğretir. İşte Toprak'ta sıyrılmayı başarmış biri var. Bir fikir üzerine rahatça düşünüp taşınmanın, ancak sırtını dünyaya çevirerek mümkün olduğuna inanan yaşlı adam için, bu mezarlıktaki kısık seslerin yükselişini duymak kaçınılmaz. Seethaler'ın bizi Toprak'la tanıştırırken yolumuza ilk olarak bu tip derinlikleri olan bir ihtiyarla çıkması, umut vaat eden epizotlarına meraklı kapılar açıyor.
ZAMAN VE MEKÂN İLE BAĞLANMA
Kimler yok ki Paulstadt Mezarlığı'nda? Lennie Martin, Franz Straubein, Gerda Baehr, Heide Friedland ve daha 25 ölü daha... Biri rüşvetçi, sahtekar, sadakatsiz bir memur, diğeri anne babasından nefret eden bir çocuk. Meşhur Goldener Mond meyhanesinden siluetlerin sendeleyerek çıkıp birbirlerinden ayrılmalarını izleyen bir rahip de var, "Mekke nasılsa her yerde'' deyip, yığınlar içindeki depoda secdeye eğilen de… Birbirlerine kızgın karı-kocalar, savaş mağdurları, zenginler, sefiller, kahramanlar, yalnızlar da yok değil. Bu mezarlık son noktada herkesin eşitlendiği bir yer olarak gözüküyor evet; ancak Robert Seethaler ölü kahramanlarına anlattırdığı öykülerle, sıfatların, kimliklerin, sancıların değişmediğini ve insandaki hesaplaşma arzusunun yerin altında bile devam ettiğini gösteriyor. Tüm bu isimlerden azade sürekli rast geldiklerimiz arasında belediye binası, Schwarzer Bock, Buxter kasabası, Lucky Deal, demirci atölyesi, tütüncü dükkânı, yanıp kül olan kilise, pazar yeri de var… Toprak, insanları birbirlerine yalnızca zaman ile değil mekân ile de bağlıyor. Bu çok katmanlı döngü, kendini her an yürüdüğümüz yolla, bindiğimiz otobüsle, köşeyi döndüğümüz sokakla, alışveriş yaptığımız mağazayla var ediyor. İşte bir kitabın yaptıkları: Kendi kendimize yaşadığımızı zannederken, başkalarına bağımlı ve başkalarının da bizden bağımsız olmadığını görmek.