Aslında kimiz? Başkalarının bizi anladığı kadar mıyız, yoksa kendi içimizde bulduğumuz 'ben' miyiz? Kendimizden kaçıp başkalarına sığınmayı tercih ettikçe acaba yine daha fazla, daha derin kendimize mi düşeriz? 'Başkası' dediğimiz kimdir? Bize ne anlatır? Sorular uzuyor... Elbette bize bu soruları sorduran bir romandan bahsedeceğiz... Felsefeyle edebiyatın buluştuğu bir roman olunca elimizde, ister istemez bu sorular düşüyor aklımıza. Kitabın adı Satranç Ustası Don Sandalio'nın Romanı... Bir başkasını anlamanın, onu çözmeye çalışmanın romanı bir anlamda bu. İnsan bir başkasını çözmeye, bilmeye çalışırken bir yandan kendi içine, kendi ruhuna da bakıyor haliyle. Her insan başkası için bir ayna. Bu aynaya hangi yönden bakarsanız bakın kendinize ait bir şeyler görüyorsunuz. Kendi eksikliklerinizi, hatalarınızı, olmak istediğiniz kişiyi ya da kurtulmaya çalıştığınız özelliklerinizi... Romanda, insanlara ve aptallıklarına katlanamaz hale gelen bir adam, sahil kenarında inzivaya çekilir fakat burada da insanlardan sıyrılamaz. Her gün gittiği dernekte satrancı adeta kutsal bir görevi yerine getirir gibi ustalıkla oynayan Don Sandalio'yla tanışır. Bu suskun adam, sıradan hayatının en büyük gizemi, çözmek istemediği bilmecesi haline gelir. Hangisi önemlidir: Don Sandalio'nun aslında kim olduğu mu, yoksa anlatıcının zihninde ona biçtiği kimlik mi?
BENLİĞİN ANLAMI
20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Miguel de Unamuno, hayatının son yıllarında yayımlanan Satranç Ustası Don Sandalio'nun Romanı'nda yaşama dair temel kaygılarını ve kendine özgü roman anlayışını incelikle ortaya koyuyor; benliğin anlamını sorguluyor. Kahramanımız, "Benim Don Sandalio'm dernekte satranç oynayan değil, diğeri; beni ruhumun derinliklerine sokan, peşimi bırakmayan Don Sandalio; onun hayalini kuruyorum, hatta onunla birlikte acı çekiyorum" diyor. Yani bir anlamda bir başkasında kendi ruhunu arıyor. Burada önemli olan Sandalio'nun kim olduğu, gizemi değil... Kahramanın bunun farkında olup olmaması da değil. Zaten yazar öyle bir roman kurgulamış ki, okuyan da kendi içine bakıyor. Kendi gizemlerini keşfe doğru bir yolculuğa çıkıyor. Romana dönersek, kahraman bir süre sonra takıntılı halde kim olduğunu merak ettiği satranç ustasına dönüştüğünü fark ediyor: "Don Sandalio biraz rahatsız halde ayrıldığı günden beri derneğe geri dönmedi. Bu olağanüstü durum beni rahatsız etti. Adamımın yokluğuyla geçen üç günün sonunda, içimde uyanan taşları satranç tahtasına yerleştirip onu bekleme arzusu beni şaşırttı. Belki de bir başkasını... Sonra, Don Sandalio'm hakkında düşünerek onu kendime dönüştürdüğümü ve çifte kişilikten muzdarip olduğumu düşünerek titredim. Gerçek şu ki, bu yeterliydi..."