Kitap için araştırmaya başlamadan önceki Fatih'le sonraki Fatih arasında ne fark vardı? Nasıl bir karakterle karşı karşıya kaldınız?
Bir gerçek kişilik var aslında onu bilmek de çok zor artık! Çünkü 1432 yılında doğmuş, 1481 yılında ölmüş bir insandan bahsediyoruz, beş yüz küsur yıl önce. Bir de herkesin kendi Fatih Sultan Mehmet'i var! Tıpkı Atatürk gibi, tıpkı Mevlana gibi... Ben mümkün olduğu kadar gerçek Fatih Sultan Mehmet'le ilgilenmeye çalıştım. Fakat ne yazık ki Osmanlı dönemi yazarlarının ve bizim Türk yazarların bu konuda çok kapsamlı metinleri yok. Ancak satır aralarında okuyabiliyorsunuz. Fatih'i öven ya da onu 'deccal' diye gösteren birçok görüş var. Bunların hepsini karşılaştırıp 'acaba doğru nerede' diye sordum. Mesela babasının vasiyetnamesi var. Enteresan bir vasiyetname... İkinci Murat: "Ailemden kimseyi benim katıma, yani öldüğüm yere getirmesinler" diyor. Ailem dediği kişi de o anda sadece daha sonra Fatih olacak İkinci Mehmet. Daha önceki çocukları ölmüş. Fatih'e bakınca sanki karmaşık bir kişilikle karşı karşıyayız. Babası tarafından çok sevilip sevilmediği belli olmayan, belki de sevilmeyen bir çocuk bu.
İkinci sayfadan: "Babam gelmesin ben bu işi hallederim"
"HEMEN GEL, BU ÇOCUK BU SAVAŞLA BAŞ EDEMEZ"
Fatih'in padişah olması süreci nasıl gelişiyor!
Fatih biraz da rastlantılar sonucu abisi Alaaddin Ali'nin ölmesi, diğer kardeşlerinin de çeşitli sebeplerle ölmesi ve babasının ani kararıyla 12 yaşında padişahlığın ağır yükünü omuzlarında buluyor aslında! Buna Çandarlı'nın sıkı muhalefeti var. Çandarlı'yı Osmanlı derin devleti olarak okuyabiliriz! Ama babası fikrinden vazgeçmiyor ve Fatih 12 yaşında padişah oluyor. Fakat bu dönem, 1444 yılı, tam bir kriz dönemi. Fetret döneminden çıkılmış ama kesin hâkimiyet hâlâ sağlanamamış. Haçlılar hâlâ Osmanlı'yı yıkmaya çalışıyor. İkinci Mehmet'in tahta geçmesiyle Macarlar derhal bir Haçlı ordusu kurup geliyorlar. Bunun üzerine Çandarlı, İkinci Murat'a haber veriyor; "Hemen gel, bu çocuk bu savaşla baş edemez" diyor. İkinci Mehmet ise tam tersi "Hayır başa çıkarım" diyor. Ama babası ısrarlara dayanamayarak dönüyor! 1444'ün 10 Kasım'ında Varna'da büyük bir savaş oluyor ve bu savaş sonucu Haçlılar bozguna uğruyor. İkinci Murat padişah değil ama padişah İkinci Mehmet. Bunu karıştırmamak lazım.
"BABAM GELMESİN BEN BU İŞİ BAŞARIRIM"
Peki Fatih'e atfedilen o meşhur sözün gerçek olup olmadığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Hani "Baba eğer sen padişahsan gel ve ordunun başına geç, yok eğer ben padişahsam emrediyorum gel ve ordunun başına geç" dediği…
Tam tersi bir sözü var onu söyleyebiliriz: "Babam gelmesin ben bu işi başarırım" Çünkü taht öyle bir şey ki, sarayda baba oğul ilişkisi yok. Padişah şehzade ilişkisi var. Şehzade bir an evvel hükümdar olmak istiyor. Bu İkinci Mehmet için bulunmaz bir fırsat. Eğer Haçlıları Varna'da durduran o olsa kendi rüştünü ispatlayacak. Fakat babası onları yeniyor ve İkinci Mehmet'in padişahlığı tartışmalı duruma düşüyor! Babası 1446'da ikinci kez bu kez padişah olarak geri dönüyor ve İkinci Mehmet'e Manisa yolu görünüyor. Tabii çok tehlikeli bir durum. İkinci Murat bu arada yeniden evleniyor ve bir çocuğu oluyor. Eğer iş biraz daha uzasa Mehmet'in padişahlığı yine tehlikeye girebilir. Fakat babası 1451 yılında 47 yaşında ölüyor ve İkinci Mehmet tekrar tahta çıkıyor! Bu sefer büyük bir hırsla geliyor ama çok akıllı, çok soğukkanlı bir adam, bekliyor. Biliyor ki büyük bir iş yapamazsa taht sallantıda. Ve diyor ki hem büyük imparatorluğu kurmak hem de tahtı sağlama almak için Konstantiniye'yi almam lazım!
Aslında İstanbul'un çevresi zaten Türklerle dolu… Üsküdar'da Türkler var, Kadıköy'de Türkler var, ele geçirilmiş oralar. Öte yandan da öyle güçlü bir kale ki girmek çok zor. Çok değişik gruplar tarafından defalarca kuşatılmış sonuç alınamamış. Kuşatma başlıyor 54 gün sürüyor, neredeyse bırakıp gidecekler. Çok büyük bir başarı yok!
İlber Ortaylı'nın Ulubatlı Hasan'ın olmadığına dair bir iddiası var!
Hayır öyle biri yok! O kadar çok kaynak var ki! Sorun şu aslında… Bu kaynakların hangisine itibar edeceğiz? Orada olanların yazılarına itibar etmek lazım. Yıllar sonra ben sizden duyuyorum bir şey söylüyorum. Halkokondiles ve Karkan Dinas o dönem orada yaşamış insanlar. Onlardan öyle bir şey çıkmıyor. Tabii onların da uydurduğu bir yalan var. Bir kapının açık unutulmuş olması… Onların tezi de şu, güya bizimkiler surları aşamamışlar. O kapı açık unutulmuş, bizimkiler oradan girmişler. Onların da psikolojik olarak böyle bir savunmaları var. Tabii ki yalan, öyle bir şey yok, bizimkilerin girdikleri bölge Topkapı bölgesi. Orası Romanos kapısıdır. Orada büyük bir gedik açılmıştır ve bizimkiler de oradan girmişlerdir.
Kuşatma sonrası herkese 'iyi' davranıldığı meselesi doğru mu?
Kuşatma esnasında iki kez teslim olun çağrısı yapılıyor. 'Teslim olursanız malınız, canınıza zarar gelmeyecek çağrısı yapılıyor!. İstediğiniz gibi gidebileceksiniz isteyenler de şehirde kalacak... İkisinde de reddediliyor. Tabi ki kendi askerlerine de ganimet vaat ediyor. Şehir alınınca üç gün talan izni veriliyor. Bu üç gün sürmüyor. Bir buçuk gün sonra bu izni kaldırıyor Fatih. Ama hiçbir şey yapılmadı demek de pek gerçekçi olmaz.
FATİH ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?
Bu konunun romana evrilmesi nasıl oldu? Çok meşakkatli ve çok yönlü bir konu…
Bu roman tarihi bir roman değil. Bak tarih konuşuyoruz ama tarihi bir roman değil. Bu roman tarihçiler hakkında bir roman. Bu romanın sorduğu soru 'tarih nedir' sorusu. Bir tarih soruşturmasıyla bir cinayet soruşturması arasında ne gibi benzerlikler, ne gibi farklılıklar vardır? Bir tarihçiyle bir dedektif ne kadar birbirine benzer? Esas bunun üzerinde evrilen bir roman. Günümüzde işlenen bir cinayetle başlıyoruz ve cinayetin arkasındaki gizemi çözebilmek için Fatih dönemine yolculuk yapıyoruz. Bu roman sadece 1453'ün 29 Mayıs'ını anlatmaz. Fatih'in doğumundan ölümüne olan kısmı kaplar ve bu esnada sorular sorar. Fatih'in ölümüne dair, Fatih'in babasının ölümüne dair sorular… Osmanlı'ya dair sorular sorar ve tüm bunların ötesinde 'tarih' nedir? "Tarih gerçekten geçmişte yaşanmış olaylar mıdır yoksa, tarihçilerin yazdıkları mıdır?" gibi sorular etrafında geçen bir roman...
Fonda İstanbul'u görebilecek miyiz?
Göreceğiz. Kuşatmanın kendisini göreceğiz! Sadece İstanbul'u da değil. Edirne, İstanbul ve Bursa... Ama bu bir 'İstanbul Hatırası' değil söyleyeyim. Çünkü ben benzer romanlar yazmayı sevmiyorum.
İstanbul Hatırası'ndaki gibi yine rakamlara gönderme olacak mı?
Rakamlara gönderme nasıl olmasın! Yedi tepeli şehri alan kişi, Osmanlı'nın yedinci padişahı.
Kitabın ismi belli oldu mu?
Sultanı Öldürmek.
Aslında Fatih'in cinayetleri resmileştirmek gibi tarihi bir rolü de var!
Aslında Fatih'in yaptığı hiçbir şey yok. Fatih'e gelinceye kadar zaten kardeş katli var! Fatih sadece mâlumu ilan ediyor. Bir sahtekârlığa son veriyor. "Biz bunu yapıyoruz" diyerek kayda geçirmiş oluyor.
Bir yanıyla dürüst bir yaklaşım diyebiliriz...
Evet baktığımız zaman son derece dürüst bir yaklaşım. Ha bu olayın kendisini bugün olumlu görmüyorum. Keşke olmasaydı. Tabii tarihi koşullar içinde değerlendirmek gerek, ama ne olursa olsun cinayet cinayettir.
Kitabın tanıtımıyla ilgili bir şey düşünüyor musunuz?
Film çekiliyor şu anda, tanıtım filmi çekiyoruz. İlginç bir kitap oldu. Daha önceki Ahmet Ümit kitaplarından izler taşıyan oldukça ilginç bir kitap... Bir tarih profesörü anlatıyor; ama bir deha değil, kaybetmiş bir adam, yenilmiş, köşeye çekilmiş. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ındaki Selim Işık gibi. Onun profesör olmuş ve dünyadan elini ayağını çekmiş hali... Eski Osmanlı ailesinden gelen Kadıköy Bahariye'de oturan bir profesör. Anlatmak istediğimi de söyleyeyim; yıkılmış bir Osmanlı, yeni kurulmuş bir cumhuriyet ve ikisinin arasında kalmış bir karakter. Bu tabii Ahmet Hamdi Tanpınar'la Yahya Kemal'e selam!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ OSMANLI'YI REDDETTİ
Cumhuriyet demişken, cumhuriyeti kuran kadronun Osmanlı'ya bakışı nasıl?
Bir imparatorluktan bir ulus devlet çıkarmaya çalışan ve bunun doğru olduğuna inanan bir kadro. Padişahlık sistemi yerine de cumhuriyeti koymaya çalışan bir kadro. Ve bu kadro olduğu gibi Osmanlı'yı reddediyor. Biz bunu Sovyet devriminde de görüyoruz. Puşkin'i reddedelim, Tolstoy'u reddedelim, Dostoyevski'yi reddedelim dediler... Bunu anlamak lazım! Bu bir tepkidir, tabii yanlış bir şey. Niye yanlış? Çünkü altı yüz yıllık bir imparatorluk bu, bizim imparatorluğumuz. Sen bunu reddederek bunun mirasına sahip çıkmayarak var olamazsın. Biz Osmanlı'ya aidiz...
Harf İnkilabı'nın da o mesafenin açılmasında katkısı olduğunu söyleyebilir miyiz? 400-500 senenin daha çok hissedilmesinde etkili mi bu?
Çok acı bir şey. Çocuğum olsa ya da benim şimdiki aklım olsa şunu yapmak isterim: Okullarda Osmanlıca zorunlu ders, Latince zorunlu ders, Yunanca zorunlu ders. Çünkü bu topraklardaki o kültürü kavramamız için bu dilleri bilmeniz lazım! Yunanca yazılmış bir metne Osmanlıca yazılmış bir kitabeye bakıyoruz. "Aa ne güzel" deyip dönüyoruz! Okumak için bir tercüman lazım, o kadar acı bir şey ki!
Ekol bir edebiyatımız olamamasında bunun da etkisi var mı peki?
Mutlaka çok derin bir şekilde etkisi olmuştur. Bir kere dil değişiyor ki edebiyatın enstrümanı dildir! Dil değişince başka bir şey ortaya çıkar. Bu hiç kuşkusuz tartışmayı yer bırakmayacak şekilde edebiyatımızı etkilemiştir.
"ORHAN PAMUK'UN İYİ BİR YAZAR OLUP OLMADIĞI HENÜZ BELLİ DEĞİL"
Yakın dönem Türk edebiyatında uluslararası başarı denince doğal olarak akla ilk Orhan Pamuk ismi geliyor. Aldığı Nobel'i Ermeni meselesine indirgeyenler var. Siz ne söylemek istersiniz? Orhan Pamuk 50 yıl sonra etkili bir yazar olarak anılır mı?
Orhan Pamuk için de, benim için de, Yaşar ağabey için, Kemal Tahir için, Nazım Hikmet için de… Bir yazarın iyi bir yazar olup olmadığını bir tek ölçüt var, o da zaman. Zamana direnen yazarlar iyi yazar olarak devam ediyorlar. Bir ödül almak, benim gibi çok satıyor olmak, eserlerimizin filmlere uyarlanıyor olması… Bunların hiçbiri bizim iyi birer yazar olduğumuzu göstermez. Nobel'i Orhan Pamuk'un alıyor olması sevindirici bir durumdur. Biraz daha Türk edebiyatına dikkat çekmiştir. Bu noktada kalkıp "Orhan Pamuk Nobel Edebiyat ödülünü aldı ve bunun tek sebebi Ermeni meselesidir" demeyi ben şu anda çok doğru bulmuyorum ve yakıştıramıyorum. Orhan Pamuk'un eserlerini severek okurum, hepsini olmasa bile bir kısmını severek okurum. Son tahlilde Orhan Pamuk'un iyi bir yazar olup olmadığı meselesi, hepimizinki gibi zamana bağlı. O ödülü almış pek çok yazar var ki biz onların adını bile bilmiyoruz. Kafka Nobel Edebiyat Ödülü almadı, Proust'un, Dostoyevski'nin, Tolstoy'un böyle bir ödülleri yok. Anlatabiliyor muyum! Nobel almış kaç yazar tanıyorsunuz ki? Ama bu Nobel alan yazarların değersiz yazarlar olduğu anlamına da gelmiyor elbette.
BEHZAT Ç'Yİ İZLEYEMEDİM
Polisiyenin edebiyatın ciddi bir türü olarak kabul edilmesinde katkılarınız büyük! Son dönemde birkaç polisiye film de çevrildi! Sizin romanlarınızdan uyarlama bir film daha gösterime girecek önümüzdeki ay! Av Mevsimi ve Behzat Ç'yi nasıl buldunuz?
Yavuz Turgul benim çok sevdiğim bir yönetmen. Şener Şen yine devasa bir aktör, Çetin Tekindor Türkiye'nin en büyük aktörlerinden biri… Keza Cem Yılmaz da çok iyi oynadı. Fakat beni tatmin eden bir film olmadı Av Mevsimi. Bu çabaları destekliyorum, çok olumlu buluyorum ama benim beklentilerim farklı. Mesela Seven'i izlediğimde o duyguyu yaşadım, "evet olmuş" dedim. Olağan Şüpheliler "evet olmuş" dediğim bir filmdir, Insomnia yine aynı şekilde... Behzat Ç'yi izleyemedim. Dizi var, diziye bakıyoruz. Bence polisiye açısından o da çok olumlu. Ben zaman zaman eleştiriyorum bunları. İnsanlar zannediyorlar ki kötülüyorum. Hayır bir polisiye yazarı olarak bakıyorum ve kendi öznel değerlendirmeme göre olumlu ya da olumsuz puanlar veriyorum. Türk seyircisi ilgi çekici çarpıcı karakterler izlemeyi seviyor. "Aa yine geldi bu, bir şey yapacak" diyor. Behzat Ç'de de bunu yaptılar. Bu Türkiye'de çalışan bir yöntemdir.
Tekrar ve son kez Fetih'e dönecek olursak sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Bizimkiler geldi ve dağıttılar algısı var bizde ama son güne kadar ciddi bir başarı yok! Papalık dört gemi gönderiyor. Bizim gemilerimiz arasından geçip Haliç'e giriyor o gemiler mesela. Baltaoğlu var Kaptan-ı Derya, Fatih onu görevden alıyor bu yenilginin ardından. Bunlar da normal tabii. Önde bir hendek var, arkada bir dış sur var, sonra bir boşluk var, sonra bir iç sur var bütün bunları geçeceksiniz. Surlar ve şehrin denizle çevrili olması inanılmaz bir şey.
İstanbul o günden bugüne çok değişti. Fatih şimdi gelseydi İstanbul'u fethedebilir miydi ya da tanıyabilir miydi?
Fatih şimdiki İstanbul'u muhtemelen fethetmezdi. Derhal çevreci bir örgüt kurup İstanbul'u bugün bu hale getirenlerle savaşmaya başlardı. Çevreci olur ve bunların hepsini katlederdi. Köprüden bakınca İstanbul'un siluetini oluşturan Kanuni'nin yaptırdığı Süleymaniye camiinin arkasında iki tane 'lenduha' gözüküyor... Kanuni gelseydi söyleyeceği şey şu olacaktı: 'Tiz kelleleri vurula.' Onun dilinden ben söylüyorum.