Şükran Ovalı uzaktan takip ettiğim, hiç tanımadığım ama içten içe son derece pozitif hisler beslediğim bir kadındı. Hali, tavrı, tarzı, duruşu etkileyici geliyordu. Evliliği, dünyaya getirdiği kızı derken hayat Şükran Ovalı için belli bir düzleme oturduğu noktada, Evlat isimli oyununun provalarının fotoğrafları ilişti gözüme. 'Bu kadını tanımak için daha iyi bir fırsat olamaz' dedim ve harekete geçtim. Uzun zamandır röportaj vermediği için çekinceleri vardı ama hepsini aştık. Wyndham Grand Hotel Kalamış'ın terasında harika bir İstanbul gününde buluştuk. Sözünü sakınmayan, kendiyle dalga geçen, işine ve ailesine aşık bir kadın o... Haliyle sohbette çok keyifliydi...
- Söze tatlı kızın Mihran'la başlayalım... Mihran neyi değiştirdi hayatında?
- Belki bir sürü şeyin tam anlamıyla farkındaydım ama Mihran'la bir birey olduğumu anladım. Bir alanım olduğunu, zaaflarımla, iyi yönlerimle kendimi kabul etmeyi öğrendim. Mihran, bana iyi geldi. Evlat her şey! Doğduğu andan itibaren yaptığım her şeyi öğrendiğini ve taklit ettiğini fark ettim. Bu nedenle ona sürekli taklitler yaptım, kuklalarla oyunlar oynattım.. Bir ara tek kişilik oyun sahneleyen, tek seyircisi olan biri gibiydim (gülüyor). Çok mutluyum, onun gülmesi yeterli geliyor. Bir çocukla, tekrar hatırlıyorsun çocuk olduğunu. Bebekten sonra şöyle hissettim; hepimiz bebektik. Birine kızmakta zorlanıyorum artık. Bir de şunu fark ettim; Mihran'a oyuncaklar alıyorum, onu oynatayım derken bir bakmışım ben oynuyorum.
- Bazı kadınlar vardır, onlar aslında doğuştan annedir... Sen onlardan mıydın?
- Çok ilginç bu söylediğin... Geçenlerde Mihran'a baktım, on aylık falandı, oyuncak bebeğini aldı kucağına, "Eee eee diye" uyutmaya çalışıyor. Demek ki doğuştan gelen bir içgüdü. Ben çocukken de çocuk severdim. Rahmetli babaannem çok gülerdi bana, "Boyundan kısa olan herkesi kucağına almaya çalışıyorsun" derdi. Anaçlığım hep vardı.
- Şimdi 13 aylık bir bebeğin var, nasıl bir annesin?
- Annelik kutsal bir görev bence. Çocuk kutsal bir kere. Çocuğunu iyi yetiştirip yetiştirmediğinin cevabı da çocuğunda bence. Nasıl bir anne olduğumun cevabını ilerde Mihran verecek bana. Ama oyun oynamayı seven bir anne olduğumu söyleyebilirim. Şükürler olsun pozitif bir bebeğim var. Beraber müzik dinliyoruz, oyun oynuyoruz, saçmalıyoruz, kitap okuyoruz, yatağın içinde boğuşuyoruz.
HER ŞEY YOLUNDA GİDİYOR
- Evlat isimli bir tiyatro oyunuyla dönüyorsun sahneye... Evlat sana tam zamanında gelen bir oyun olmuş gibi... Özellikle mi tiyatro olsun istedin?
- Tiyatro çok uzun zamandır
istediğim bir şeydi. Tiyatro öyle
"Yaptım, oldu" diyebileceğin bir
yer değil. İliklerine kadar orada
olmalısın ve hakkını vermelisin.
Yönetmenimiz İbrahim Çiçek'le
tiyatro adına başlamıştık projelere;
uzun bir süre önce bir oyun önerdi
bana, o dönem evleniyordum.
Okumalara provalara başladım,
hamile olduğumu öğrendim. Yarım
kaldı. Bu oyun geldiğinde bunun
bir tesadüf olmadığını hissettim.
Evlat isimli oyun, baba-oğul, anneoğul,
karı-koca ilişkilerini anlatan,
bir birey yaratmaya çalışırken,
ebeveynlerin birey olmaya çalıştığı
güçlü bir oyun. Çok heyecanlandım,
bu benim asli görevim ve ona
geri dönmüş gibi hissediyorum.
Çünkü konservatuar mezunuyum.
- Evlat, 4 Ekim'de prömiyerini yapacak, bize oyundan söz etsene.
- Fransız yazar Florian Zeller'in
bir oyunu Evlat
. İlişkileri anlatan,
hiçbir karakterini kurban seçmemiş
bir oyun. Hikayedeki herkes haklı.
Zaafları olan ve haklılıkları olan
güçlü bir metin. Sofia karakterini
oynuyorum. 4 Ekim'deki prömiyerden
sonra 9-19 ekim'de Uniq sahnede
ve 31 Ekim'de ise Dasdas'ta
sahnelenecek.
- Eşin Caner de yardımcı oluyordur sanırım...
- Caner'le birlikte ayarlıyoruz
her şeyi. Benim provam, onun
antrenmanı oluyor. Ben çıkıyorum
evden, o geliyor. Ben yoksam alıyor,
parka götürüyor. O yoksa ben
alıyorum. Sağolsun bana çok yardımcı
oldu, Mihran'ın bakımında
da, eş olarak da, hayat arkadaşı
olarak da. Şükürler olsun her şey
yolunda gidiyor.
KADININ KADINA BÖYLE BİR ŞEY YAPMASI AYIP!
- Mihran çok farklı bir isim. Bu ismin hikayesi nedir?
- Ömür Sabuncuoğlu'nun öncülüğünde bir kitap çıktı. Ekran önündeki bazı isimlerin öyküler kaleme aldığı... Geliri okuyamayan kız çocuklarına gitti. O dönem bu kitap için bir öykü yazıyordum. Bir gece rüyamda bir kızım olduğunu gördüm, bembeyaz bir bebekti, sudan çıktığı zaman ağlıyordu, tekrar suya sokuyordum, "Caner sudan çıkardığımda ağlıyor" diyordum çaresizce. Su sesiyle birlikte kulağıma şöyle bir ses geldi, "Kızının adını Mihran koy, unutma Mihran koy" dedi o ses. Bu tür şeyler yaşayanlar çok olmuş, sanılmasın ki efsunlu bir durumum var (gülümsüyor). Ama bu rüyayı gördüğüm sırada hamile değildim (en azından öyle biliyordum) ve bir şeye yormadım. Öykü yazdığım için, ondan etkilendim diye düşündüm ve öyküdeki kızın adını Mihran koydum. Bir süre sonra fark ettim ki hamileyim. Ve hamileliğim bu rüyayı gördüğüm dönemlere denk geliyor. Kızım olacağını hissettim. Mihran, tarih kitaplarında güneşin hazinesi demek. Su, nehir anlamına da geliyor. Dünyada en fazla 200 kişide olan bir isim, daha doğrusu isimdi. Ama benden sonra insanlar çocuklarına bu ismi koymaya başladılar. İsmiyle geldi anlayacağın. Ela'yı da yanına koyduk isminin. Ona da ilerde bir seçim şansı tanıyalım istedik.
- Kendi isminin etkisini hisseder misin hayatında?
- Hissediyorum galiba... Bana çarpana bile "Pardon teşekkür ederim" derim (gülüyor). Her şeye teşekkür ederim. Hep böyleydim. Çok da şükrederim. Babaannemin adı Şükran, hayatımın en önemli kadını.
- Hamilelik süreci nasıl geçti?
- O dönem köpeğim vefat etti, o beni biraz zorladı. Ama onun dışında, Mihran çok uslu bir bebekti, midem bulanmadı, kusmadım, çok büyük zorluklar yaşamadım. Bunu söylerken de utanıyorum zor hamilelik geçirenlerden. Ben film izledim, uyudum, yedim... 30 kilo aldım şükürler olsun (gülüyor).
- Ya bir de o konu var... Hamilelik sonrası kiloların epey mevzu oldu gereksizce...
- Kadının kadına böyle şeyler yapması çok ayıp, başka meslektaşlarım üzerinden de böyle laflar edildi. Ben lohusayken ekrana çıktığım için insanlar takdir edecek sandım; "İki aylık bebeği var, çıkmış, bir karakter oynuyor" derler sandım. Neler dediler! Kaşımın bir yerinde yarık var, istesem doldurtabilirim, doldurtmuyorum, ilerde bir karakter için gerekli olur diye. Ne güzel olur bir yönetmen gelse bana rolüm için "Kilo al" dese. Bu bir özgürlük, bu oyunculuk!
- Kafanı taktın mı söylenenlere?
- Başlarda çok taktım. Çok üzüldüm. Beni tanımıyorlar ki, bunları nasıl söylerler diyordum. Kendimi şöyle rahatlattım, beni tanımadan da seviyorlar, bunu kabul ediyorsam, tersini de kabul etmeliyim. Beni tanımadan seviyorlarsa, tanımadan eleştirecekler de. İnsanlar çok mutsuz. Sosyal medyada gördüklerimiz, duyduklarımız, şiddete fazlaca tanığız artık. Sosyal medya da saldırarak rahatlama yeri gibi. Ama ben kendimi biliyorum. Benim evladım iyi olsun, kim ne düşünürse düşünsün. Kimseye bunun aksini anlatmama, ispat etmeme gerek yok. Saçımı kesmeme bile karıştılar. Bir rol gelir kazıtırım gerekirse... Oyuncuyum ben.
- Oyuncu olmasan bile hayat denen şey, belirlenen kriterlere göre mükemmel olmak mı demek?
- Hah... Kesinlikle değil. Ben ayrıca eskiden de kiloluydum, eski bir şişmanım (gülüyor). Konservatuardayken de kilolu olduğum bir dönem var. Çok da mutluydum. Sistem, moda falan bizi bu hale getirdi. Eski heykellere bak, Yeşilçam'a bak, müthiş güzel hatlı, yuvarlak kadınlar vardı. Bunlar değişen, dönüşen şeyler. Ama bir insanın gülüşünü değiştiremezsin. Her şey insanın gülüşünde saklıdır. Hepimiz birbirimize benzemek zorunda mıyız? Farklı olmak güzel bir şey.
İKİMİZ DE OYUNCUYUZ
- Çok güzel bir aile oldunuz Beşiktaşlı futbolcu Caner Erkin ile... Hayatının nasıl bir dönemindesin?
- Huzurlu bir dönemindeyim. Büyüdüğüm bir dönem. Kabullendiğim bir dönemdeyim. Caner'le çok şey öğrendim. Muhakkak o benden, ben ondan... Ama Mihran'la birlikte aile olmak bambaşka bir his. Caner'le sanki çok eskiden tanışıyormuşuz, aynı bahçede oyun oynamışız gibi hissediyorum. İnsanın birinin yanında gerçek olması, kendi gibi olması, tüm zırhlarını bırakması, özüne dönmesi ve ortaya çıkarması kolay değil. O zaten kalbi elinde bir çocuk olduğu için mutlaka birbirimizden etkilenmişizdir. Birbirimize yaradığımız kesin, umarım da böyle devam eder.
- İyi ki dediğin biri yani Caner...
- İyi ki Caner'le evlendim, iyi ki çocuğum ondan oldu, iyi ki karşıma çıktı. Aile olduk. Kıymetli bir his. Öğrenmek çok fedakarlık isteyen bir şey. Aramızdakinin kolay kolay yakalanmayacak, çok kıymetli bir şey olduğunu ikimizde biliyoruz. Aynı yerden bakabilmek, konuşunca anlaşabilmek, birbirine şevkat göstermek, adil olmak hem arkadaş olmayı gerektiriyor hem çok sevmen gerekiyor.
- Birbirinden farklı iş yapan iki insan aynı evde... Futbola ilgin var mıydı?
- Ben futboldan öte Beşiktaş'ı seviyorum. İlk başlarda temposunu anlamıyordum. Şimdilerde maçları izleyemiyorum, Caner'den sonra zorlandım, o adrenalin, sakatlanacak korkusu nedeniyle... O bana, "İkimizde oyuncuyuz" diyor. Benim de şehir dışında işim oluyor, onun da. O anlamda benzer noktaları var işlerimizin. Bu ilişkiyi de zinde tutan bir şey. Birbirimizi çok kısıtlı görmüyoruz, bir şekilde denk gelmeye çalışıyoruz ve geliyoruz da. Ama bu özlem de çok iyi geliyor, ilişkiye yarıyor.