Barış süreci, yüzyıllık Kürt meselesinin kronikleşmiş sorunlarının demokratik bir perspektifle çözülmesini amaçlamaktaydı. Sorunların çözümüyle de silahı bir araç olarak kullanan yapıların yerine, siyasal yapıların yeni süreçte devreye girmesi gerekirdi. Ancak sorunların çözümünde büyük mesafe alınmasına rağmen, milliyetçi Kürt hareketinin temsilcileri, siyaseti güçlendirmeye ve silahlı gücün vesayetinden kurtulmaya dönük bir siyaset izleyemediler. Dolayısıyla görüşmelerde sadece Kandil'in sözcülüğünü üstlendiler. Bundan sonraki dönemde, çözüm sürecinin hem dinamiği, hem de çerçevesi değişecektir. Terör meselesi ve Kürt toplumunun kalan sorunları ayrıştırılarak, kamu güvenliğinden taviz verilmeden, süreç demokratikleşme bağlamında devam edecektir.
Murat YILMAZ (SDE Siyaset Koordinatörü)
PKK için öncelik silah bırakarak siyasileşmek ve Türkiyelileşmek olmadığı sürece, müzakere sürecinin devam etmesi mümkün görünmüyor
Türkiye'nin Oslo sürecinden sonra üçüncü bir tarafın yer almadığı ve PKK'nın silah bırakmasını amaçlayarak başlattığı müzakere süreci, PKK'nın Arap Baharı sonrasındaki gelişmeleri ve Suriye'deki iç savaşı müzakere sürecinde daha avantajlı bir konjonktür olarak değerlendirmesi yüzünden sona erdi. PKK, müzakere sürecine her alanda bir yenilmişlik hissiyle başlamıştı. PKK'nın yenilgi hissi liderleri Abdullah Öcalan'ın İmralı'da mahkum olması, yıllardır ağır eleştiriler yönettikleri Mesud Barzani ve hareketinin Irak Kürdistan yönetiminde sağladıkları başarı ve son olarak 2012'de başlattıkları devrimci halk savaşı ve ayaklanma süreci başarısızlıklarından kaynaklanıyordu. Rojava başta olmak üzere Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın yerel bileşeni PYD üzerinden önce Esed rejimiyle sonra da IŞİD'e karşı ABD ile geliştirdiği ilişkilerde sağladığı avantajlar PKK'yı bu yenilgi hissini aşabileceği bir başarıya, hatta ütopyasını gerçekleştirdiği bir zafer duygusuna taşıdı. Siyasal İslamcılığın tasfiye edildiği ve bu bağlamda AK Parti'nin tasfiye edileceği; IŞİD'e karşı ABD'nin yegane müttefikinin laik PKK hareketi olduğu varsayımıyla Türkiye'ye ve Barzani'ye karşı kaybettiklerini kazanacağı ve müzakere sürecinde kurulan denklemi elde ettiği yeni avantajla değiştirebileceği düşünüldü.
Bu şekilde PKK silah bırakmak yerine, silahlı unsurlarını yurt dışına çekmek şeklinde tenzil ettikleri taviz Türkiye'nin "öz savunma güçleri" adı altında Türkiye'de meşrulaştırılması hattına yükseltildi. PKK için öncelik silah bırakarak siyasileşmek ve Türkiyelileşmek olmadığı sürece, müzakere sürecinin devam etmesi mümkün görünmüyor. Kürt sorunu ise PKK'dan bağımsız olarak ele alınmış ve bu hususta ciddi mesafe kat edilmiş durumda.
ŞenerAKTÜRK (Siyaset Bilimci, Koç Üniversitesi)
Halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir siyasi iktidar ve yeni reformları meşrulaştırıcı bir kimlik söylemi bir arada olmadığı sürece Kürt meselesinde yeni adım atılması zor
2004-2013 döneminde Kürt açılımı ve çözüm sürecinin gerçekleşmesini, üç kritik faktörün ilk defa bir araya geldiği bir siyasi denkleme borçluyuz: Birincisi, Kürtlerin yaklaşık yarısının ve hatta bazen çok daha fazlasının oyunu alan bir partinin iktidarda oluşuydu ki bu AK Parti idi. İkincisi, bu iktidarın, kendi seçmeni başta olmak üzere halkın büyük bir kısmı nezdinde, devletin etnik politikalarını değiştirmeyi meşrulaştırıcı bir söylemi olmasıydı ki bu da İslamcılık veya Müslüman kardeşliği söylemiydi. Üçüncüsü, bu iktidarın, reformlara direnebilecek rakiplerinin toplamından çok daha fazla milletvekiliyle hegemonik bir üstünlük sağlamasıydı. Mart 2014'te başlayan seçim silsilesi ve nihayet 7 Haziran 2015 seçimiyle bu faktörlerin birincisi ve üçüncüsü, yani Kürt seçmenden yoğun destek alan bir iktidar partisi ve onun siyasi hegemonyası, ortadan kalktı. Kürtlerin büyük çoğunluğunun HDP'yi desteklemesi de İslamcı söylemin işlevini kısmen kaybettiğini gösterdi. İşte bu üç etken Kürt açılımının on yıllık gidişatını açıklıyor. PKK'nın Temmuz 2015'te ateşkese son vererek saldırıya geçmesi ise Suriye iç savaşıyla ilişkili gözüküyor ve bu da yukarıda saydığım iç siyasal dinamiklerden ziyade uluslararası dinamiklerin belirleyici olduğu bir sorun. İç siyasal dinamiklere dönecek olursak, AK Parti'nin Kürt açılımı ve çözüm sürecinde üç önemli hatası oldu: Birincisi, Kürt olsun olmasın herkesin benimseyebileceği kapsayıcı bir ulusal kimlik vizyonu ortaya koymadı. İkincisi, PKK ve onun siyasi kanadı, halk desteğinin en düşük olduğu dönemlerde dahi, sanki tüm Kürtlerin temsilcisi gibi muhatap alındı. Daha da kötüsü Kürtlerin haklarının PKK'nın girişimiyle kazanıldığı algısı oluştu ki bu da kısa sürede barışçıl reform zeminini aşındırdı. Üçüncüsü, açılım sürecinde pek çok Alevi'ye hitap etmeyen bir İslam tanımı ve din kardeşliği söyleminin kullanılması, hem Alevi-Sünni gerilimini hem de dindarlaik gerilimini arttırdı. Böylece bazı Kürtler devletle barışırken pek çok Alevi küstü. Halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir siyasi iktidar ve yeni reformları meşrulaştırıcı bir kimlik söylemi bir arada olmadığı sürece Kürt meselesinde yeni adım atılması zor. Bugün için sadece AK Parti-CHP koalisyonu böyle bir hegemonik çoğunluğu sağlayabilir, fakat bu koalisyonda dahi reformları meşrulaştıracak kapsayıcı bir ortak kimliğin çerçevesinin çizilmesi ince bir ustalık ve etnik kimlik süreçlerine hakimiyet gerektirecektir.
Ahmet YILDIZ (Siyaset Bilimci)
Çözüm masası yeniden kurulacak ve bu masada taraflar yerlerini yeniden alacaklardır
Çözüm sürecinin en somut tezahürü, çatışmasızlık haliydi. En değerli sonucun da bu olduğu söylenebilir çünkü insan hayatının araçsallaştırılmasının önüne bu sayede geçildi. Çözüm sürecinin kesintiye uğrayarak silahlı çatışmanın tekrar başlamasında, tarafların karşılıklı hataları bulunmakla birlikte, temel faktörün, aktörlerin, pozisyonlarında ortaya çıkan değişikliklere yükledikleri anlam olduğu söylenebilir. Kamuoyunun ve Parlamentodaki diğer siyasi aktörlerin aktif desteği olmadan AK Parti tarafından siyasi risk alınarak başlatılan süreç, 2013 yılı Nevruzunda Öcalan'ın PKK'ya silah bırakma çağrısıyla zirveye ulaşırken, bundan sonra hızla inişe geçti. PKK'nın bu dönemi, fiili egemenlik tesisi için vesile olarak kullanması, aslında süreci dinamitleyen yapısal bir unsurdu. Haziran'daki Gezi Parkı ayaklanması, sonrasında gelişen 17-25 Aralık emniyetyargı operasyonu, 6-8 Ekim 2014 Kobani olayları ve "Rojava devrim romantizmi", PKK'yı süreci yeniden yorumlamaya itti. PKK-KCK, AK Parti'nin sürekli güç kaybettiğini hesaplarken, Suriye'de ortaya çıkan fırsat alanı üzerinden yakalanan "Batı'nın karadaki yürüyen gücü olma," böylece Batı adına IŞİD'le savaşmanın ürettiği "meşruiyet" algılamasını reel politik kazanımlara tahvil etmek istedi. Seçim kampanyasını HDP'nin, çözüm sürecinin ana siyasi aktörü olan Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurgulayarak yıkıcı bir muhalefet yürütmesi, karşılıklı güven köprülerini bütünüyle ortadan kaldırdı. Erdoğan'ın seçim dönemi söyleminin Kürt cenahındaki algısı da son derece olumsuz oldu.