Batı ile yeniden güç mücadelesine giren Rusya eski nüfuz bölgelerini geri kazanma siyasetini Ortadoğu'ya da taşımış ve buradaki en sıkı müttefiki olan Suriye'de yaşanan iç savaşa müdahil olmuştur. Suriye'deki etkinliğini devam ettirmenin yolunun Baas rejimini ayakta tutmaktan geçtiğini düşünen Putin, Esad yönetimine her türlü desteği vermeye hazır görünmektedir. Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini ve Suriye politikasını şekillendirirken, Moskova'nın Suriye'yi Batı ile güç mücadelesinin ve küresel güç siyasetinin önemli bir sahası olarak gördüğünü bilerek hareket etmesi çok önemlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Rusya ziyareti dönüşünde verdiği mesajlar da buna işaret etmektedir. Putin ile görüşmesinde Erdoğan, önce Türkiye, ABD ve Rusya arasında Suriye sorununun çözümü için üçlü inisiyatif oluşturulmasını ve sonrasında buna İran ve Suudi Arabistan'ın katılmasını önermiştir. Dört yıldan fazla süredir devam eden iç savaşın ve acılarının sona erdirilmesi konusunda bu ülkelerin uzlaşmaları kilit rol oynamaktadır. Türkiye'nin Rusya ile Suriye, Kırım ve Ermenistan gibi konular üzerinden yaşadığı siyasi sorunları ekonomik alana taşımayan rasyonel politikasını devam ettirmesi de ekonomik kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Rusya 2006'dan beri Türkiye'nin en fazla ithalat yaptığı ülke durumundadır ve iki ülke arasındaki enerji projeleri hem kendileri hem de bulundukları bölge açısından oldukça önemlidir. Batılı ülkeler Rusya ile yaşadıkları siyasi sorunlara rağmen kendi çıkarları doğrultusunda bu ülke ile ekonomik ilişkilerini sürdürürken Türkiye'nin bu ülkelerden gelen baskılar yüzünden Moskova ile ekonomik işbirliğini riske atmaması gerekir. Rusya ile geliştirilen ekonomik işbirliği ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile kurduğu 'güven' ilişkisi Suriye sorunu gibi bölge sorunlarının çözümü için ihtiyaç duyulan diyalog atmosferinin oluşturulması için faydalıdır.
Sadık Ünay / SETA
Türk-Rus ilişkilerinin temeli ekonomi
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Moskova Merkez Camii'nin açılışı vesilesi ile Rusya'ya gerçekleştirdiği bir günlük çalışma ziyareti oldukça kritik bir konjonktürde gerçekleşmesi ve Vladimir Putin ile birebir görüşme imkanı sağlaması açısından son derece önemliydi. Son dönemde Türkiye ve Rusya yönetimleri spesifik konularda radikal fikir ayrılıkları yaşasalar da, bunun ikili ilişkileri gölgelemesine izin vermeme noktasında 'iki büyük güç' kararlılığı ile yol alıyor. Nitekim 'Putin planı' olarak lanse edilen IŞİD'e karşı Esed'li koalisyon önerisini Ankara'nın reddedip Suriye topraklarında bir 'güvenli bölge' talep etmesi ikili ilişkileri sekteye uğratmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin'in Suriye'nin geleceği ile ilgili net bir tavır koymamasından ve butik bir Suriye kurmaya çalışan Esed'e askeri destek sağlamasından duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etse de, ilişkiler yara almadı. Ancak bu siyasi sorunlardan farklı olarak, Rusya'nın son dönemde yaşadığı ekonomik daralmanın ticaret hacminde tetiklediği sert düşüş, ikili ilişkilere yapısal zarar verme riski taşıyor. Geçmişte iki ülkenin farklı dış politika tercihlerine rağmen hızla büyüyen ticari-ekonomik ilişkilerin temposu korunabilmekteydi. Ancak Rusya'daki devalüasyon ve satınalma gücündeki düşüşe koşut olarak ticaret hacmi ve turizm potansiyelinin daralması ile Türk Akımı görüşmelerinin tıkanması gibi kritik gelişmeler ikili ilişkilerin taşıyıcısı olan ekonomi tarafının ciddiyetle ele alınmasını gerektiriyor. 2015 yılının ilk yarısında ikili ticaret hacmi yüzde 20'lik düşüşle 14,9 milyar dolara geriledi ki bunun 12,8 milyar dolarlık kısmı, Rusya'nın Türkiye'ye ihracatı. 2014'te 31,3 milyar dolar düzeyinde olan toplam ticaret hacminin bu yıl bir miktar düşeceği aşikar. Bu trend sürerse Erdoğan ve Putin'in vizyon olarak ortaya koydukları 100 milyar dolarlık dış ticaret hacmi hedefini gerçekleştirmek giderek zorlaşabilir. Batı'nın Rusya'ya uyguladığı yaptırımlar sonucu ışığında Türk-Rus ekonomik ilişkilerinin ivme kazanması beklenirken gerek iki ülke dengeleri gerekse küresel etkiler sebebiyle aksi yönlü bir eğilim oluşmuş durumda ve buna müdahale edilmesi gerekiyor. Siyasi istikrar yeniden tesis edilene dek ekonomi cephesinde radikal değişimler muhtemelen gerçekleşmeyecek ama Erdoğan ile Putin G-20 zirvesinde ve Üst Düzey İşbirliği zirvesinde buluştuklarında enerji ve ekonomik ilişkilerin canlandırılması yine gündemlerinin baş köşesinde olacak.
Orhan Gazigil / Araştırmacı
Rusya'da Türkiye algısı
Her toplumun diğer toplumları değerlendirme ölçüleri tarih hafızası ile yakından ilgilidir. Rusya'da Türk ve Türkiye algısı büyük oranda son üç asırda, iki ülke arasında var olan ilişkilerle şekillendi. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllardaki yoğun savaşlar bu algının oluşmasında önemli rol oynadı. Bu savaşlar günümüzde bile Rus toplumunda Türk algısını şekillendiren unsurlardan biridir. Türklerle ilgili daha çok olumsuz imgeleri öne çıkartan bir toplumsal bilinç oluştu. Sovyetler Birliği döneminde bu olumsuz algının ayakta tutulması için özel çaba sarf edildiğini söyleyebiliriz. Ancak Türkiye algısının sadece tarihle bağlantılı olumsuz imgelerden oluştuğunu söylemek doğru olmaz. Özellikle 1990'lı yıllardan sonra iki ülke arasında başlayan siyasi ve ekonomik işbirliği ve karşılıklı insan hareketliliği, tarihin yarattığı algının yenilenmesine imkan tanıdı. Bugün Rus orta sınıfına mensup her aileden birkaç kişinin Türkiye'yi en azından tatil vesilesi ile gördüğünü biliyoruz. Bunun yanı sıra karşılıklı evlilikler, ticari faaliyetlerdeki ve Türkiye'den mülk edinen Rusların sayısındaki artış da Türkiye ile ilgili önyargıların büyük oranda geride kaldığını gösteriyor. Türkiye denildiğinde Rusların zihninde canlanan imgeler eskiye göre çok daha farklı bir hal aldı. Şüphesiz bu algının değişmesinde siyasilerin de büyük rolü var. İlişkilerin tahrip edilmemesi için azami gayret sarf eden ve anlaşmazlık noktalarında bile var olan ilişki seviyesinin korunması için gayret eden yöneticilerin tutumu burada önem taşıyor. Moskova'daki caminin açılışına özel olarak davet edilen Türkiye Cumhurbaşkanı'nın bu tarihi günde, milyonlarca Rusyalı Müslümanın sevincini paylaşması siyasilerin çabasının, ülkeler ve toplumlar arasındaki algıların şekillenmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunun iyi bir göstergesi oldu.
Şener Aktürk / Koç Üniversitesi
Rusya'nın İslam politikası ve Rusya Müslümanları
Rusya'nın İslam politikasını değerlendirirken, hiçbir Batılı ülkeyle karşılaştırılamayacak kadar kalabalık ve eski bir Müslüman azınlığa sahip olduğu, devletin Müslümanlara yönelik politikalarında sadece iç kamuoyunu değil İslam dünyasındaki Rus imajını da gözettiğini ve 1990'larda fiilen bağımsızlığını kazanmış Müslüman kimlikli ayrılıkçı bir bölgenin (Çeçenistan) en önemli iç siyasal travma ve güvenlik tehdidi olarak algılandığını göz önünde bulundurmak gerekir. Rusya'nın Müslümanları egemenliği altına alması 1552'de Kazan'ı işgaliyle başladı. Çariçe Katerina'nın 'hoşgörü fermanı' (1773) bir dönüm noktası oldu ve hatta bugüne dek süren uzun vadeli stratejinin yönünü tayin ettiği bile söylenebilir. 1. Petro (Büyük/Deli) döneminde Ortodoks kilisesinin devletin kontrolüne alınmasına benzer şekilde 1788'de Orenburg'da kurulan müftülük başta olmak üzere Rusya'nın farklı bölgelerinde kurulan müftülükler aracılığıyla devletin kısmen kontrol edebileceği bir İslami hiyerarşi oluşturulmuş ve Sovyet dönemi dahil iki yüzyılı aşkın bir süredir devletin İslam politikasında kritik bir görev üstlenmiştir. 20. yüzyılın başında Rusya'nın Müslüman nüfusu Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Müslüman nüfustan fazlaydı. Günümüzde Rusya'da nüfusun yaklaşık yüzde 10-12'sinin (13-16 milyon) Müslüman kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Müslümanlar, Kuzey Kafkasya ve Volga-Ural bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Komünist Parti kontrolünde müftülüklerin ve az sayıda caminin varlığına müsaade edildiği ve resmi devlet politikasının 'militan ateizm' olduğu 75 yıllık Sovyet döneminde, dini pratikler ağır darbe almış ve Dağıstan gibi istisnai bölgeler haricinde dindar yaşam tarzı marjinalleşmiştir. Örneğin günümüzde Müslümanlar arasında haftada bir camiye gitme oranı yüzde 10 civarındadır. Ortodoks Hıristiyanlık, İslam, Musevilik ve Budizm 1997'de Rusya'nın 'dört geleneksel dini' olarak kabul edilmiş ve Rusya 2005 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı'na gözlemci üye olarak katılmıştır. Bu yıl Kurban Bayramı arifesinde, 23 Eylül 2015'te, Moskova Merkez Camii Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan ve Mahmut Abbas'ın katıldığı görkemli bir törenle açıldı. Müslümanlara yönelik jestler olarak algılanabilecek bu gibi hamlelerin sebeplerinden biri, Rusya'nın özellikle Çeçenistan üzerinden Müslümanların tepkisini çekmek istememesi, aksine ülke içinde ve dışında Müslümanlara sempatik bir devlet izlenimi vermeye çalışmasıdır.