Gerçek dışı olaylar, hezeyan gibi çeşitli düşünsel davranış bozukluğu bulunan ancak ilaç tedavisi ve sosyal rehabilitasyon sonrası sosyal yaşamın içinde aktif rol alabilen şizofreni hastaları "damgalanmak" değil hayatın içinde olmak istiyor.
Şizofreni Dernekleri Federasyonu Başkanı Doç. Dr. Haldun Soygür, Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla AA muhabirine yaptığı açıklamada, düşünce, algılama, duygu ve davranışta bozukluğa yol açan belirti, bulgu ve tedavi bakımından çeşitlilikler gösteren, hastalar ve yakınları için ağır yükler oluşturan şizofrenide sosyalleşme ve toplum içinde yer alabilmenin ilaç tedavisi kadar önemli olduğunu ve tedavi başarısını artırdığını söyledi.
Tüm kuramsal tartışmaların ötesinde, şizofreni hastaları ve yakınlarının çok ciddi beklentiler içinde olduğunu belirten Soygür, şizofreninin medikal tedavinin yanı sıra sevgi, bilgi, sabır ve emekle tedavi edilebildiğini, hastaların yaşam kalitesinin ancak birlikte hareket edildiğinde artırılabildiğini vurguladı.
Soygür, şizofreni hastalarında görülen belirti ve bulguların, dikkat, bellek, öğrenme gibi bilişsel işlevlerde kimi bozukluklar ortaya çıkarabildiğini, akıl yürütmede, sorun çözme becerisinde ve öğrenmede güçlükler ve karışık işlemleri adlandırmada yetersizliklere neden olabildiğini anlattı.
Özellikle hastalığın alevlenme döneminde, kişinin kendine ya da başkalarına zarar verme riskini ortaya çıkartan dürtü denetiminde bir sorun gelişebildiği ifade eden Soygür, anksiyete (kaygı) ve üzüntü, kendine güvende azalma, çaresizlik duygusu, karamsarlık, umutsuzluk ve suçluluk duyguları gibi belirtilerle kendini gösteren depresyon nedeniyle de bu kişilerin toplumsal yaşamdan uzaklaşabildiğine dikkati çekti.
Aile ve çevresinden yakın ilgi görme, sevgi ve sosyal yaşama uyum sağlanma durumunda şizofreni hastalarında iyilik halinin önemli ölçüde arttığını ve bir süre sonra kendilerine olan güvensizlik duygusunun yerine öz güven ve kendi işini kendi başına yapabilme becerisini kazanabildiklerini aktaran Soygür, bunun için şizofreni hastalarının damgalanmaması ve onların da birey olduklarının hissettirilmesi gerektiği dile getirdi.
Soygür, şizofreni hastalarına yönelik yapılan damgalamanın onları daha çok yalnızlaştırdığını, hastanın yakınlarına psikolojik zarar verdiğini belirtti.
HASTALAR, MAVİ AT KAFE'DE SOSYAL YAŞAMIN İÇİNDE
Tedavi görmeyi kabul eden ve hekim kontrolünde bulanan şizofreni hastalarının sosyal yaşama uyum sağlayabilmesi amacıyla "Mavi At Kafe"yi açtıklarını anlatan Soygür, burada şizofreni hastalarına iş ve ruhsal iyileşme olanağı sunmayı ve insanların şizofreni hastalarıyla doğrudan temas etmelerini sağlamayı amaçladıklarını söyledi. Soygür, "Bu şekilde şizofreni kavramını merkeze alan bir kaynaşma ortamı yaratarak damgalama ve ayrımcılığa meydan okumak istedik." diye konuştu.
Bir kafede sunulan hizmetlerin hemen hepsinin bir hasta yakını ve bir hizmet sektörü işçisi eşgüdümünde Mavi At Kafe'de hastalar tarafından verildiğinin altını çizen Soygür, buradaki hizmetin, yiyecek ve içeceklerin hazırlanması, rezervasyon, servis, bulaşık, temizlik, toplantı organizasyonlarının tamamını kapsadığını belirtti.
Soygür, ikinci el eşya satışının yapıldığı kafede çalışan hastaların tüm faaliyetlerde aktif rol aldığını anlatarak "Kafede hastalar, yakınları, gönüllüler, ruh sağlığı çalışanları, hekimler ve müşteriler eşit ve demokratik bir ortamı paylaşmaktadır." dedi.
- "DAMGALANMAK İSTEMİYORUZ"
Mavi At Kafe'de çalışan şizofreni hastalarından Yasemin Şenyurt, kendisine 2000'de henüz 20 yaşındayken teşhis konulduğunu belirterek, 17 yıldır tedavi gördüğünü ve şu an çok iyi olduğunu ifade etti.
Şenyurt, hastalık sürecinde yaşadıklarını şöyle anlattı: "Tanı konulması benim kaybolmamla başladı. İnsanların yüzünde çeşitli maskeler görüyordum ve kalp ameliyatı olduğumu ancak bunun benden saklandığını düşünüyordum, televizyondan bana mesaj iletildiğine inanıyordum. Bu karışık dönemde bir gün kayboldum. Dayım da şizofreni hastasıydı. O dönemde üniversitede felsefe bölümünde okuyordum. Ailemin yanına gittim, dayımın doktoruna gittik. Doktor o anda durumun acil olduğunu anladı ve bana iğne yaptı. Ankara'ya döndüm, ilaç tedavisi ve terapi gördüm. Ardından Mavi At'da çalışmaya ve federasyonda görev almaya başladım. Burada organizasyonlarda görev alıyorum, serviste, temizlikte çalışıyorum. Sempozyumlarda çalışıyorum, sanatçılarla görüşüyorum. Üniversiteyi bitirdim, yüksek lisans yaptım, Mavi Çimenlerde Nefes Al, Mayıs Islığı ve Umut Defteri isminde öykü, şiir, deneme türünde kitaplarım yayımlandı. Bugün çok iyiyim."
Şizofrenide tedavinin kaçınılmaz olduğuna dikkati çeken Şenyurt, doktora gittiğinde gerçeklerle hayalleri karıştırdığını düşündüğünü ve şizofreni hastası olup olmadığını sorduğunu ancak doktorunun kendisine "Evet, sen hastasın" diye yanıt vermediğini aktardı. Şenyurt, şunları söyledi:
"Doktora ilk gittiğimde bana 'Evet, sen şizofreni hastasısın' deseydi, ilacı reddedebilirdim çünkü birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de damgalama çok yaygın. Bu damgalamadan dolayı bizler çok zarar görüyoruz. Tedavi görecekleri halde damgalanmaktan dolayı tedaviden kaçınabiliyorlar çünkü 'Bana şöyle derler' diye kaygı duyuyorlar. Tehlikeli olduğumuza dair yaygın inanışlar var. Bunun yüzünden, kişiler odalarına kapanıyor, evlerine kapanıyor ve dışarı çıkmakta zorlanıyorlar, hatta ilaç kullanımını da reddedebiliyorlar."
Şenyurt, Mavi At Kafe'de ise yaşamın içinde kalarak insanlarla iletişim kurduklarını, kendilerinin tehlikeli olmadıklarını, hayatın içinde aktif rol aldıklarını gösterebildiklerini belirterek "Damgalanmak istemiyoruz, hayata aktif şekilde katılmak ve son jenerasyon tedavilerden de faydalanabilmek istiyoruz." dedi.
"TOPLUMSAL DESTEK VE SOSYAL REHABİLİTASYON GEREKLİ"
Mavi At Kafe'de çalışan hastalardan Burak Volga Taşkent de kendisine 2001'de tanı konulduğunu söyledi. Birtakım saplantıları olduğunu ancak tedavi ve sosyal rehabilitasyon sonrasında hayatının değiştiğini anlatan Taşkent, "Kendimi daha rahat hissediyorum. Kendi işlerimi kendim hallediyorum. Örneğin, kapı kollarını tutamıyordum ama ilaçlarımı aldıkça bunun üzerine gittim, önemli olmadığını anladım. Şimdi çok iyiyim." dedi.
Burak Volga Taşken'in annesi ve aynı zamanda Şizofreni Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri Meral Taşkent ise hem kendilerinde hem de toplumda bilgisizlikten kaynaklanan bir "şizofreni cahilliği" olduğunu, oğluna tanı konulmasıyla birlikte bilgi edinmeye başladıklarını söyledi. Taşkent, oğlunun 12 yaşında trafik kazası geçirdiğini ve bundan bir süre sonra sık el yıkama, yürürken çizgilere basmama gibi çeşitli davranış bozukluklarının ortaya çıktığını ifade ederek "Bunlar tedavi edildi ancak kafasının içindeki obsesyon yani karar verememe gibi durumlar kaldı. 2001 yılında da şizoit belirtilere döndü ve tedavi gördü." dedi.
Şizofrenide ilaç tedavisinin olmazsa olmaz ve hastalık kabulünün yüzde 50 iyileşmek olduğu vurgulayan Taşkent, şunları söyledi:
"Tek başına ilaç tedavisi de yeterli değil. Toplumsal destek ve sosyal rehabilitasyon gerekli. Tedavide, doğru hekim, ilaç ve sosyal rehabilitasyon çok önemli. Doğru hekim ve ilaç tedavisinin yanı sıra kişinin evden hiç çıkmaması sorundur. Bir işe yaramak, çalışabiliyor olduğunu görmek ise güven verir kişiye. Bu da hastalar için çok önemli. Bu nedenle sosyal rehabilitasyon alanlarının yaygınlaştırılması lazım."
- MAVİ AT'IN ANLAMI
70'li yılların başında İtalya'da büyük akıl hastanelerinin kapatılması ve toplum içinde tedavi anlayışını yerleştirmeyi amaçlayan hareket başlatıldı ve ruh sağlığı bütçesinin yüzde 94'ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrıldı.
1974'te Trieste'deki bin 200 hastanın tedavi gördüğü hastanenin kilitli kapıları açılarak hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verildi. Hastanenin kapatılmasından sonra hizmet verdiği dönemde hastane çalışanları haricinde dışarı çıkma iznine sahip, kirli çamaşırları taşıyan atı temsilen 2,5 metre yüksekliğinde ahşaptan mavi bir at yapılarak hastanenin girişine yerleştirildi. Bu nedenle Mavi At, köklü değişiklikle birlikte özgürlüğün ve toplumdan kopmamanın sembolü olarak kabul edilir.