Ebu Hüreyre Kimdir?

Yemen'de yaşayan Ezd kabilesinin Devs koluna mensup olup ne zaman doğduğu belli değildir. Câhiliye devrindeki adı çeşitli kaynaklarda Abdüşems, Abdüamr, Sükeyn, Amr b. Abdüganm gibi farklı şekillerde kaydedilmektedir. Hz. Peygamber onun adını Abdurrahman veya Abdullah olarak değiştirmiştir. Künyesiyle ilgili en yaygın rivayet, koyun otlatırken bulduğu kedi yavrularını (Ar. hir [kedi], ism-i tasgīri hüreyre) elbisesinin eteğine koyup onlarla oynadığı için kendisine "Ebû Hüreyre" dendiği şeklindedir (Tirmizî, "Menâḳıb", 46; Hâkim, III, 506). İlk karşılaştıkları zaman Resûl-i Ekrem'in ona Ebû Hüreyre diye hitap etmesi bu künyenin Hz. Peygamber tarafından verilmediğini göstermektedir. Ebû Hüreyre'nin bu adla anılmaktan hoşlanmadığı, kendisine zaman zaman Hz. Peygamber'in hitap ettiği gibi Ebû Hir denmesini arzu ettiği rivayet edilmektedir. Adı unutulan Ebû Hüreyre'nin baba ve annesinin adı hakkında da değişik rivayetler vardır. Babasına Ganm (Abdüganm), Âiz, Âmir, Amr, Umeyr, Hâris, Abdüşems dendiği, annesinin adının Ümeyme veya Meymûne bint Subeyh (Sufeyh) olduğu kaydedilmektedir. Yetim olarak büyüdüğünü söylemesi babasını küçük yaşta kaybettiğini gösterir. Amcası Sa'd b. Ebû Zübâb'ın Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer devirlerinde Devs kabilesinin reisliğini yapması (Abdülmün'im Sâlih Ali el-İzzî, s. 18-19), yakaladığı Kureyşliler'i intikam almak için öldüren dayısı Sa'd b. Subeyh'in devrinin tanınmış yiğitlerinden biri diye bilinmesi (İbn Sa'd, IV, 325; İbn Kuteybe, el-Maʿârif, s. 277), bazı iddiaların aksine Ebû Hüreyre'nin hem baba hem de anne tarafından tanınmış bir aileye mensup olduğunu göstermektedir.

Ebû Hüreyre'nin 7. (628) yılın başlarında Tufeyl b. Amr ed-Devsî vasıtasıyla müslüman olduğu ve kabilesinden altmış veya yetmiş aile ile birlikte Tufeyl'in başkanlığında Resûlullah ile görüşmek üzere aynı yılın muharrem ayında (Mayıs 628) Medine'ye gittiği bilinmekle beraber onun daha önce müslüman olmayıp Medine'ye İslâmiyet'i kabul etmek üzere geldiği de rivayet edilmektedir (Buhârî, "ʿItḳ", 7). Aralarında Ebû Hüreyre'nin de bulunduğu Devsliler Hz. Peygamber'in Hayber'de olduğunu öğrenince oraya gittiler. Ebû Hüreyre'nin, henüz fethedilmeyen bazı Hayber kalelerinin fethine katıldığı kendi ifadesinden anlaşılmaktadır (Buhârî, "Eymân", 33; Vâkıdî, II, 636).

Ebû Hüreyre Medine'ye ulaştığı günden itibaren kendisini tamamen dine verdi ve Resûlullah'ın yanında bulunduğu sürece dünyevî hiçbir arzu peşinde koşmadı. Bazılarının ganimetlerden daha fazla pay almaya çalıştığı günlerde Hz. Peygamber'in, ganimet talebinde bulunup bulunmadığını sorması üzerine Allah'ın verdiği ilimden kendisine bir şeyler öğretmesini istedi (İbn Hacer, el-İṣâbe, VII, 436-437). İslâmiyet'i geç benimsediği için kaybettiği yıllarını telâfi etmek amacıyla, açlıktan bayılacak dereceye geldiği halde Mescid-i Nebevî'deki Suffe'den ayrılmazdı.

Ebû Hüreyre, kısmen Hayber fethine ve daha sonra yapılan gazvelerin hepsine katıldı. Umretü'l-kazâ*da Resûlullah'ın kurbanlıklarını Mekke'ye götürmekle vazifeli olanlar arasında yer aldı. Hz. Peygamber'in, düşmanlara karşı oluşturduğu bazı özel timlerde de görev aldı (Ebû Dâvûd, "Cihâd", 112; Tirmizî, "Siyer", 20). Daha sonra onun Yermük Savaşı'na (İbn Hacer, el-İṣâbe, III, 254) ve Cürcân'ın fethine (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 30) katıldığı kaydedilmektedir. Hz. Peygamber Hindistan'ın fethedileceğini müjdeleyince ömrü yeterse canıyla ve malıyla bu savaşa da katılacağını söylemesi (Nesâî, "Cihâd", 41) onun cihada karşı duyduğu arzuyu göstermektedir.

Ebû Hüreyre'nin Medine'ye geldiği tarihten Hz. Peygamber'in vefatına kadar dört yıllık bir süre geçmekle beraber Resûlullah'ın yanında üç yıl kaldığını bizzat söylediğine göre, Alâ b. Hadramî başkanlığında Bahreyn'e gittiği (8/629-30) ve orada bulunduğu süreyi bu zamanın dışında tuttuğu anlaşılmaktadır. Onun Hz. Peygamber'in yanında iki yıldan daha az kaldığını ileri sürenler, kendisinin Alâ b. Hadramî'nin ölümüne kadar (21/642) Bahreyn'de kalarak valilik görevini ondan devraldığını zannetmiş olmalıdırlar. Halbuki Alâ 9 (630) yılında bu görevden alınarak yerine Ebân b. Saîd getirilmiş, Hz. Ebû Bekir irtidad olayları sırasında Alâ b. Hadramî'yi tekrar Bahreyn'e gönderirken Ebû Hüreyre'yi de onunla birlikte yollamıştır.

Halife Ömer, Kudâme b. Maz'ûn'u zekât ve vergi âmili olarak Bahreyn'e gönderirken Ebû Hüreyre'yi de orada namaz kıldırıp kazâ işlerine bakmakla görevlendirdi (İbn Hacer, el-İṣâbe, V, 425). Daha sonra onu görev yaptığı Bahreyn'e iki defa vali olarak tayin etti. Ebû Hüreyre valilikten ayrılıp Medine'ye döndüğü zaman halife bütün valilerine uyguladığı yöntemi ona da uygulamış ve Bahreyn'den ne getirdiğini sormuştur. Ebû Hüreyre 20.000 dirhem getirdiğini, bunu da yaptığı ticaretten veya üreyen atlarından, biriken maaşlarından ve kölesinin kazancından elde ettiğini söyledi. Fakat Ömer, sermayesini ve görev esnasında harcadığı parayı aldıktan sonra geri kalanı beytülmâle iade etmesini emretti. Bazı rivayetlerde ise Hz. Ömer'in Ebû Hüreyre'ye, "Allah'ın ve kitabının düşmanı! Allah'a ait olan malı mı çaldın?" diye çıkıştığı, fakat onun bu ithamı şiddetle reddederek Allah'a ve kitabına asla düşman olmadığını, aksine onlara düşmanlık edenlere düşman olduğunu belirttiği, beytülmâle ait hiçbir malı zimmetine geçirmediğini söylediği, buna rağmen halifenin onun malının yarısına veya tamamına el koyduğu ileri sürülmektedir. Ancak bütün rivayetlerde özellikle belirtildiği gibi yapılan tahkikat sonunda Ebû Hüreyre'nin dürüstlüğü ortaya çıkınca Hz. Ömer ısrarla onu tekrar vali tayin etmek istemiş, fakat Ebû Hüreyre, zan altında kalıp rencide edilmek istenmediğini belirterek bir daha görev kabul etmemiştir. Ömer gibi âdil bir halifenin Ebû Hüreyre'yi görevine iade etmek istemesi, onun dürüstlüğü hususunda herhangi bir şüphesinin bulunmadığını göstermektedir.

Hz. Osman'ın hilâfetini destekleyen Ebû Hüreyre, halifenin evi isyancılar tarafından kuşatıldığı zaman kılıcını alıp onun yanına gitti. Fakat Hz. Osman müslüman kanı dökülmesini istemediğini söyleyerek ona kılıcını bıraktırdı (İbn Sa'd, III, 70). İslâm tarihinde fitnenin başlangıcı olarak kabul edilen bu olaydan sonra Ebû Hüreyre müslümanlar arasında çıkacak kargaşadan uzak durulması gerektiğini belirtir, bu fitnelerden kurtulmanın yegâne yolunun silâha el atmamak olduğunu söylerdi (Hâkim, IV, 472). Hz. Ali ile Muâviye arasında çıkan savaşlarda Sa'd b. Ebû Vakkās, Abdullah b. Ömer ve tanınmış diğer sahâbîler gibi o da hiçbir tarafı tutmadı. Bazı Şiî kaynaklarında Sıffîn'de Muâviye tarafını tuttuğuna dair yer alan iddialar asılsızdır. Sıffîn Savaşı'nı bütün ayrıntılarıyla ele alan gulât-ı Şîa mensubu Nasr b. Müzâhim el-Minkarî'nin Ebû Hüreyre'den hiç söz etmemesi de bunu gösterir.

Zehebî, Muâviye döneminde Ebû Hüreyre'nin zaman zaman Medine valiliği yaptığını, halifenin ondan memnun kalmadığı zaman kendisini azledip yerine Mervân'ı getirdiğini, bazan da Mervân'ı azledip onu tayin ettiğini söylemektedir (Aʿlâmü'n-nübelâʾ, II, 613). Bu bilgi diğer kaynaklarda yer almamakla birlikte 54-57 (674-677) yılları arasında Medine valiliği yapan Mervân'ın bazı sebeplerle Medine'den ayrıldığında yerine Ebû Hüreyre'yi vekil bıraktığı kaydedilmekte, bu sırada Ebû Hüreyre'nin namazları kıldırıp davalara baktığı ve cezaları uyguladığı belirtilmektedir (Vekî', I, 111-112). Bu dönemde Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in ortaya çıkacağını haber verdiği kötü idarecilerden olmaması için Mervân'ı zaman zaman uyarmıştır. Onun Mervân'dan dünyalık beklediği yolundaki iddiaların hiçbiri sağlam rivayete dayanmamaktadır. Muâviye kendisine bir şeyler verdiği zaman sesini çıkarmadığı, vermediği zamanlar ise ileri geri konuştuğu yolundaki rivayete karşılık onun, alın teriyle kazandığı bir dirhemi başkasından gelecek yüz binlerce dirheme tercih ettiğini söylediği bilinmektedir (Zehebî, Aʿlâmü'n-nübelâʾ, II, 615).

Ebû Hüreyre, hayatının son dönemlerinde yabancıların çoğaldığı, görüşebileceği sahâbîlerin azaldığı Medine'den ayrıldı ve yakın mesafede bulunan Zülhuleyfe'deki veya Akīk'taki evine çekildi. Vefatından bir süre önce hastalandı ve 58 (678) yılında yetmiş sekiz yaşlarında iken vefat etti. Onun 57 (677) veya 59 (679) yılında öldüğü de söylenmektedir. Cenazesi Medine'ye getirildi. Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd el-Hudrî gibi sahâbîlerin de katıldığı cenaze namazını Medine Valisi Velîd b. Utbe kıldırdıktan sonra Cennetü'l-bakī'a defnedildi. Velîd b. Utbe onun vefat haberini Muâviye'ye bildirdiği zaman halife, Ebû Hüreyre'nin Hz. Osman'ı destekleyenlerden biri olduğunu söyleyerek geride kalan yakınlarına 10.000 dirhem vermesini ve kendilerine iyi davranmasını emretti (Hâkim, III, 508). Muâviye'nin bu davranışı bazı kimseler tarafından Ebû Hüreyre'nin aleyhinde kullanılmış ve Hz. Osman lehinde hadis uydurmasına mükâfat olarak ailesine yardım edildiği ileri sürülmüştür.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA