Ebü’l-alâ el-maarrî

26 Rebîülevvel 363 (25 Aralık 973) tarihinde Halep'le Humus arasında bulunan Maarretünnu'mân'da doğdu. Baba tarafı Tenûh kabilesine mensuptur. Dedesi, babası ve amcası bu bölgede kadılık yapmışlardır. Anne tarafı ise Halepli Benî Sebîke'dendir. Dört yaşlarında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözlerini kaybeden Ebü'l-Alâ'nın çocukluk ve gençlik dönemiyle tahsili ve hocaları hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. İlk öğrenimini babasının yanında yaptı. Bir ara Halep'e giderek İbn Hâleveyh'in talebesi Muhammed b. Abdullah b. Sa'd'dan dil ve edebiyat, Yahyâ b. Mis'ar et-Tenûhî'den hadis okudu. Günümüze intikal eden eserlerinden onun lugat, edebiyat, gramer, fıkıh ve tarih tahsili yaptığı anlaşılmakta, ancak bu ilimleri ne zaman, nerede ve kimlerden okuduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yirmi yaşından sonra Irak ve Suriye bölgesinde kendisinden bir şey öğrenecek kimse bulamadığını söylediğine göre bu yaşlarda tahsilini tamamlamış olmalıdır.

398 (1007) yılı sonlarında Bağdat'a giden Ebü'l-Alâ dil, edebiyat, fıkıh ve kelâm ilminde tanınmış âlimlerle görüştü. Bir süre Dârülilim*e devam etti. Onun düşünce hayatında fırtınalar koparacak olan felsefî eserleri burada tanıdı. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra annesinin vefatı üzerine memleketine döndü ve uzlete çekildi. Bundan sonra da hep yalnız yaşadı; et, süt ve yumurta yemedi. Körlüğünün yanı sıra ayrıca münzevi olarak yaşamasından ötürü kendisine "rehînü'l-mahbiseyn" (iki bakımdan mahpus) denilmiştir. Buna rağmen uzak bölgelerden gelen talebeleri ona yalnızlığını hissettirmediler. Sonraları el-Hamâse şârihi olarak tanınan Hatîb et-Tebrîzî bunlardan biridir. Büyük bir yekün tutan risâleleri de döneminin âlim ve ediplerinin kendisiyle irtibat halinde olduğunu göstermektedir.

Ebü'l-Alâ'nın, o dönemde Haçlılar'ın elinde bulunan Antakya ve Trablus'a giderek bazı âlimlerden ders aldığına dair haberler asılsızdır. Onun Bağdat'ı ziyareti esnasında Şerîf el-Murtazâ tarafından hakarete uğradığı iddiası da doğru değildir. Zira Şerîf el-Murtazâ gibi edep ve nezaketiyle tanınan bir kimsenin âmâ bir ziyaretçiye hakaret etmesi düşünülemez. Ayrıca Ebü'l-Alâ'nın Şerîf el-Murtazâ'nın babası için söylediği mersiye divanındaki en değerli şiirlerinden biri olarak kabul edilir (Saktü'z-zend, s. 196-204).

Maddî sıkıntı içinde olmasına rağmen resmî görev almayan Ebü'l-Alâ Maarretünnu'mân'da vefat etti. Mezarı başında yetmişten fazla şairin mersiye okuduğu rivayet edilmektedir (bu mersiyelerden bazı parçalar için bk. Yâkūt, III, 126-127; Safedî, VII, 101; M. Selîm el-Cündî, I, 446-449).

Ebü'l-Alâ kısa boyu, zayıflığı ve çirkinliği sebebiyle hayatı boyunca aşağılık duygusundan kurtulamadı. Başkalarına güvensizliği, hayata karşı karamsarlığı ve bütün eserlerinde görülen aşırı tevazuu bu psikolojinin bir tezahürüdür. Kör olduğunu bildikleri halde başkalarının kendisini görmesini istemezdi. Mağrur, alıngan ve çabuk öfkelenen bir kişi olmakla birlikte utangaç, ince ruhlu ve yalnızlığı seven bir yapıya sahipti. Kendisinin de belirttiği gibi bu özellikleri hayatını şiirle kazanmasına engel oldu (Saktü'z-zend, s. 18). Bir vakıftan gönderilen yıllık 30 dinarla geçinmek zorundaydı. Esasen dünyaya önem vermediği için değersiz elbiseler giyer, daha ziyade mercimek, incir ve arpa ekmeği yerdi (Hatîb, IV, 241). Ebü'l-Alâ toplumdaki fakih, kelâmcı, sûfî ve idarecileri ısrarla tenkit eder, onların cehaletini ortaya koymaktan büyük bir zevk alırdı. Bu tutumu başına birçok dert açmakla birlikte onun İslâm dünyasında tanınmasını ve talebelerinin artmasını sağlamıştır.

Felsefî Görüşleri. Ebü'l-Alâ, herhangi bir felsefe akımını benimsemeyen serbest bir düşünür ve akılcı bir filozof sayılmalıdır. Yirmi yaşından itibaren kendini düşünceye ve sanata adamış, hatta bazı konularda başkalarının düşünmesi gereken şeyleri de kendisi düşünmek durumunda kalmıştır (el-Lüzûmiyyât, II, 76). Hatîb et-Tebrîzî'ye, "Dirayet istiyorsan benden al, rivayet istiyorsan başkasına gitmen gerekir" (İbnü'l-Kıftî, I, 104) demesi de bunu gösterir.

Bilginin kaynağı ve değeri konusunda koyu bir rasyonalist olan Ebü'l-Alâ, duyu bilgisinin insana zan ve şüpheden başka bir şey kazandırmadığını savunurdu. Ayrıca geleneklere, fakih, muhaddis, tarihçi ve kelâmcı gibi din otoritelerinin ileri sürdükleri şeylere itibar etmez, haşr, cennet, cehennem, ceza, mükâfat ve hac gibi büyük çoğunluğun tartışmasız kabul ettiği meseleleri tartışırdı. Dinî hayattan ziyade ahlâkî hayata büyük önem veren Ebü'l-Alâ yapmacık ve şeklî dindarlığa şiddetle karşıdır.

Ebü'l-Alâ felsefî görüşlerini şiirleriyle örmüş, çoğunlukla da bunları sembol ve mecazlarla ifade etmiştir. Bu yüzden bazı yeni araştırmacılar onun filozof sayılmaması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki bir eserin felsefî sayılabilmesi için onun nesir halinde olması gibi bir şart yoktur. Nitekim Parmenides felsefesini şiirle anlattığı gibi Anaximandros ortaya çıkıncaya kadar Yunan felsefî kültürü hep manzum şekildedir. Daha sonraki dönemde Empedokles'in de felsefesini şiirle ifade ettiği bilinmektedir. Herakleitos, "anlaşılmaz karanlık filozof" diye anılacak kadar çokça mecaz kullanmıştır (Burnet, s. 22).

Ebü'l-Alâ'nın şiirle ifade ettiği derin ve karmaşık düşüncelerini anlayamayan bazı araştırmacılar onu küçümsemeye yeltenmişlerdir. Meselâ Emîn el-Hûlî, Ebü'l-Alâ'yı felsefenin kullandığı yöntemle bağdaşmayan, akıl ve mantığa olan güveni sarsan, aklın gücünü sınırlayan ve tabiatta geçerli kanunların zorunluluğunu inkâr eden bir kimse olarak tanıtmaktadır (Reʾy fî Ebi'l-ʿAlâʾ, s. 117, 176). R. A. Nicholson, Âişe Abdurrahman ve Hâmid Abdülkādir de buna yakın değerlendirmeler yapmakta ve onun düşüncelerini neden böyle kapalı ve dolaylı bir üslûp içinde gizleme gereğini duyduğunu araştırmaktadırlar. Bu arada Ebü'l-Alâ'nın karamsar bir dünya görüşüne sahip olmasını ve evlenmemesini cinsî iktidarsızlıkla izaha çalışmaktadırlar. Ancak bu durum hiçbir zaman objektif olarak ortaya konamayacak bir husustur.

Eski müellifler Maarrî'yi daha çok dinî-siyasî açıdan değerlendirirken çağdaş araştırmacılar modern yöntemle onu bütün yönleriyle kritik etmekte, neticede konuyla ilgili yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, söylediği bazı şiirlerden dolayı Maarrî'yi şiddetle tenkit ederek küfre girdiğini söylemektedir (el-Muntazam, XVI, 2627). Ayrıca onun el-Fusûl ve'l-gāyât'ı Kur'an'a nazîre olarak yazdığını ileri sürenlerin yanında (aş.bk.) Risâletü'l-gufrân'ın İslâm'ı hafife alan ifadeler ve Mazdeizm'e ait fikirler ihtiva ettiğini söyleyenler de vardır. İbn Kesîr ise yukarıda anılan kitabını el-Fusûl ve'l-gāyât fî muʿârazati's-süveri ve'l-âyât adıyla kaydetmektedir (el-Bidâye ve'n-nihâye, XII, 74). Öte yandan Yâkūt'un Muʿcemü'l-üdebâʾ adlı eserinde Ebü'l-Alâ'nın şiir ve nesir halindeki bazı ifadelerini tahrif ettiği de bilinen bir gerçektir. Ona karşı takınılan bu olumsuz tavırların temelinde felsefî, siyasî ve sosyal meseleler hakkında yeterli birikime sahip olmadan klasik yazarların Maarrî'yi sadece dinî açıdan değerlendirmeye kalkışmaları yatmaktadır. Ebü'l-Alâ'nın eserlerini okuyanlar, halkın dikkatini onun ihtilâlci görüşlerinden saptırmak için inançlarına hücum edildiğini kolayca anlayacaklardır. İdarecileri bozgunculuk, gasp, istibdat ve fâsıklıkla itham eden şair, din adamlarını da dinle ilgili görüşlere körü körüne bağlanmakla suçlamıştır. Bundan dolayı her iki taraf da Ebü'l-Alâ'yı cemiyetten tecrit etmek, fikirlerini yasaklamak ve kendileri için tehlikeli olduğunu sandıkları görüşlerini tesirsiz hale getirmek amacıyla onu dinsizlikle itham etmişlerdir.

Ebü'l-Alâ'ya göre halkın vekili durumundaki yöneticiler, velinimetleri olan halka zulmetmekte ve onları aldatarak mallarını gasbetmektedirler. Kendisine, o dönemde Mısır'da yönetimi ellerinde bulunduran Fâtımîler'in imamın bilgi ve teşrî' kaynağı olduğunu iddia ettikleri hatırlatıldığı zaman onların yalan söylediğini, akıldan başka önder bulunmadığını, bu görüşlerin yöneticilerin çıkarları için uydurulduğunu ifade etmiştir (el-Lüzûmiyyât, I, 51). Ona göre Fâtımîler kötülüğün yaygınlaşmasını isteyen, Peygamber'in yaptıklarını ortadan kaldıracak bir imamın gelmesini bekleyen kimselerdir (el-Lüzûmiyyât, II, 448). Bu tutumu, Fâtımîler'in dâi'd-duâtının kendisiyle yazışmasının ve inancından dolayı ona zarar vermeye çalışmasının sebebini de ortaya koymaktadır. Şu halde Alfred von Kremer'in, Ebü'l-Alâ'yı bir ahlâk filozofu olarak takdim edip olağan üstü dehasıyla onun aydınlanma çağındaki birçok münevverden daha ileri fikirlere sahip olduğunu söylemesi hiç de mübalağalı bir görüş sayılmamalıdır (Nicholson, A Literary History of the Arabs, s. 316).

Bu düşünceleri sebebiyle Ebü'l-Alâ'nın muhalifleri artmış, kendisine yöneltilen iftiralar ve eserlerinde yapılan tahrifler çoğalmıştır. İbnü'l-Verdî, Ebü'l-Alâ'nın, "Ben kendisine iftira edilen biriyim" dediğini nakletmektedir (Tetimmetü'l-Muhtasar fî ahbâri'l-beşer, I, 360). Ebü'l-Alâ, bazı kimselerin el-Lüzûmiyyât'taki bir kısım şiirlerini tahrif ettiklerini görünce bunlara reddiye olmak üzere Zecrü'n-nâbih ve Necrü'z-Zecr adlarıyla iki kitap yazarak yapılan tahrifleri ortaya koymuştur. İbnü'l-Adîm'in belirttiğine göre, Halep Emîri Muizzüddevle Sümâl b. Sâlih'e yazıp gönderdiği Risâletü'd-dabʿayn'da kendisini küfür ve dinsizlikle itham eden iki kişiyi şikâyet etmiştir (el-İnsâf ve't-taharrî, s. 526-527).

Eserleri. Ebü'l-Alâ irili ufaklı, manzum ve mensur yetmişten fazla eser bırakmıştır. Eserlerini yazdırdığı Ali b. Abdullah b. Ebû Hâşim el-İsfahânî'ye kitaplarının bir listesini yaptırmıştır (Yâkūt, III, 145-162). Bu listede her eserin hacmi, mahiyeti ve muhtevası hakkında bilgi verilmektedir. Ebü'l-Alâ'nın kitaplarının ve şiirlerinin pek azı günümüze ulaşmıştır.

A) Manzum Eserleri. 1. Saktü'z-zend. Ebü'l-Alâ'nın daha çok hayatının ilk döneminde yazdığı şiirlerin toplandığı bu divanda, herhangi bir sıra gözetilmeden bir araya getirilmiş olan kaside, mersiye ve günlük hayata ait 3000'den fazla beyti ihtiva eden 113 şiir bulunmaktadır. Tema olarak basit olayları konu edinen ve üslûp itibariyle tumturaklı olan bu şiirlerde daha çok Mütenebbî'nin tesiri sezilmektedir. Divandaki en güçlü şiirleri mersiyeleridir. Tâhâ Hüseyin, bu eserde Hanefî fakihi Ebû Hamza için söylenmiş bir mersiyenin Arap edebiyatının en güçlü mersiyelerinden biri olduğunu kabul eder. Divanın sonunda zırh tasviriyle ilgili şiirlere yer verdiği için "ed-Dir'iyyât" adını taşıyan bir bölüm vardır. Eser Şâkir Şükayr (Beyrut 1884), Nihad Rızâ (Beyrut 1965), İbrâhim ez-Zeyn (Beyrut 1965) ve Ahmed Şemseddin (Beyrut 1410/1990) tarafından yayımlanmıştır. Saktü'z-zend'e çeşitli âlimlerce şerhler yazılmıştır. Bunların ilki, bizzat şairin garîb kelimeleri açıklamak suretiyle yaptığı Davʾü's-Sakt adlı çalışmadır. Bu şerh, Şâkir Şükayr tarafından yayımlanan Saktü'z-zend'in zeylinde neşredilmiştir (Beyrut 1884). Daha sonra Ebü'l-Alâ'nın talebesi Hatîb et-Tebrîzî ile İbnü's-Sîd el-Batalyevsî (Tebriz 1276) ve Kāsım b. Hüseyin el-Hârizmî'nin (Tebriz 1286) yazdığı üç şerh, Tâhâ Hüseyin başkanlığında kurulan bir heyet tarafından tahkik edilerek Şürûhu Sakti'z-zend adıyla beş cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1945-1948). Ayrıca Ebû Ya'kūb Yûsuf b. Tâhir el-Huveyyî'nin Şerhu't-tenvîr ʿalâ Sakti'z-zend adıyla yaptığı şerh ile (Bulak 1286; Kahire 1304, 1324/1906; Tebriz 1276) Abdülkādir Canbâz'ın ʿArfü'n-ned fî şerhi Sakti'z-zend'i (baskı yeri ve tarihi yok), Ahmed Şemseddin'in Saktü'z-zend adını verdiği şerhi (Beyrut 1990) sayılabilir. Ahmed İbrâhim Şerîf'in de Saktü'z-zend li-Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî adında bir araştırması bulunmaktadır (Sûse 1985). 2. Lüzûmü mâ lâ yelzem (el-Lüzûmiyyât). 11.000 beyitten oluşan bu divan Maarrî'nin bilgi, ahlâk, madde, Allah, ruh, siyaset ve sosyal hayatla ilgili görüşlerini ihtiva etmektedir. Bu bakımdan eser bir divandan ziyade bir felsefe kitabı mahiyetindedir. Rivayete göre Ebü'l-Alâ'nın divanına bu ismi vermesinin sebebi, Arap aruzuna göre kafiye beytin son kelimelerinin son harflerinin (revî) aynı olmasından ibaretken burada onun revîde kafiye için iki harf kullanmayı tercih etmiş olmasıdır. "Lüzûmü mâ lâ yelzem" aslında cedel ilminde bir terim olup Ebü'l-Alâ onu felsefî amaçla kullanmıştır. Bu da ya hasmın kendi anlayışına göre gereksiz olduğunu kabul ettiği şeylerin gerekliliği veya hasmın inançlarına uygunluğu sebebiyle doğru düşüncelerin lüzumlu ve zaruri olmadığına inanmasının gerekliliğidir. Şairin tabii olmayan bu kabil zorlamaları birçokları tarafından tenkit edilmiş, hatta bu eseri sırf lugat bilgisini göstermek için yazdığı ileri sürülmüştür. Tâhâ Hüseyin, onun asıl fikirlerini halktan gizlemek için bu külfete katlandığını söylemektedir. 1940'lı yılların başında el-Lüzûmiyyât'ı tarih sırasına göre tertip etmek isteyen Abdülvehhâb Azzâm ile Ömer Ferruh bunun imkânsız olduğunu görerek bu işten vazgeçmişlerdir. Ebü'l-Alâ, el-Lüzûmiyyât'taki garîb kelimeleri açıklamak için Râhatü'l-Lüzûm adıyla bir şerh yazmışsa da "100 forma" olduğu söylenen (İbnü'l-Adîm, s. 537) bu eser günümüze kadar gelmemiştir. el-Lüzûmiyyât hakkında İlyâs Sa'd Gālî'nin Hadîkatü's-sadâkati ve's-sıddîk fî Lüzûmiyyâti Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Dımaşk 1982), Mustafa es-Sa'denî'nin el-Binâʾü'l-lafzî fî Lüzûmiyyâti'l-Maʿarrî (İskenderiye 1985) ve Kemâl el-Yâzicî'nin Ebü'l-ʿAlâʾ ve Lüzûmiyyâtühû (Beyrut 1988) adlı araştırmaları bulunmaktadır (eserin başlıca neşirleri şunlardır: Bombay 1303; Kahire 1306, eksik baskı; nşr. Azîz Zend, Kahire 1891-1895; nşr. Emîn Abdülazîz el-Hancî, Kahire 1332; nşr. Kâmil Kîlânî, Kahire 1923-1924; nşr. İbrâhim A'râbî, Beyrut 1953; nşr. İbrâhim el-Ebyârî – Tâhâ Hüseyin, I-II, Kahire 1955-1959; Beyrut 1961, Beyrut 1983). el-Lüzûmiyyât'tan yapılan muhtelif seçmeler arasında İbnü's-Sîd el-Batalyevsî'nin Şerhu'l-Muhtâr min Lüzûmi mâ lâ yelzem (nşr. Hâmid Abdülmecîd, I-II, Kahire 1970-1984, 1991); Hâlid Hattâb'ın Dîvânü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî ev müntahabâtü'l-Lüzûmiyyât (İskenderiye 1912); Abdullah Mugīre – Ahmed Nesîm'in el-Elzem min Lüzûmi mâ lâ yelzem (Kahire 1323/1905); Yuhannâ Kumeyr'in Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî fî Lüzûmiyyâtihî dirâse, şiʿr muhtâr (Beyrut 1947) adlı eserleri zikredilebilir. İngiliz şarkiyatçısı J. Carlyle eserden bazı parçaları İngilizce ve Latince'ye (Cambridge 1796), Emîn er-Reyhânî de The Luzūmiyāt of Abu'l-ʿAlāʾ (New York-London 1920) ve The Quatrains of Abu'l-ʿAlāʾ Selected from his Luzūm mā lā Yalzam and Saqt az-Zand (New York-London 1904) adlarıyla İngilizce'ye çevirmiştir. Ayrıca H. Baerlein The Dīvān of Abu'l-ʿAlāʾ (London 1909) ve R. A. Nicholson The Meditation of Maʿarrī, Sudies in Islamic Poetry (Cambridge 1921) adlarıyla eseri tercüme etmişlerdir. el-Lüzûmiyyât'tan bazı kısımlar Alfred von Kremer tarafından Ein Freidenker des Islam ve Philosophische Gedichte des Abu'l-ʿAlāʾ Maʿarrī adıyla Almanca'ya çevrilerek yayımlanmıştır (ZDMG [1878], sy. 29, 30, 31, 38). Eseri A. S. Yurtman Ebü'l-'Alâ' el-Maarrî Divanından Seçmeler adıyla Anadolu Türkçesi'ne (İstanbul 1942), Mûsâ Cârullah da el-Lüzûmiyyât adıyla kuzey Türkçe'sine (Kazan 1907) tercüme etmiştir. Ayrıca Daniel Bucàn bazı parçaları Sırpça-Hırvatça'ya çevirmiştir (Bosna 1984).

B) Mensur Eserleri. 1. el-Fusûl ve'l-gāyât fî temcîdillâh ve'l-mevâʿiz. Tarih boyunca adı el-Fusûl ve'l-gāyât fî muhâzâti's-süver ve'l-âyât veya el-Fusûl ve'l-gāyât fî muʿârazati's-süver ve'l-âyât şeklinde tahrif edilip Kur'an'a nazîre olarak yazılmış bir kitap olduğu ileri sürülmüştür. Eser Muhammed Hasan Zenâtî tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1356/1938; Beyrut 1982). Ebü'l-Alâ bu kitaptaki garîb kelimeleri ve bilmeceleri çözmek için İklîdü'l-gāyât ve es-Sâdin adıyla iki şerh yazmıştır. Ancak bunların günümüze gelip gelmediği bilinmemektedir. 2. Mülka's-sebîl fi'l-vaʿz ve'z-zühd. Gaflet içinde bulunan insanların fâniliğinden bahseden eser nesir-nazım karışımı olup Hasan Hüsni Abdülvehhâb et-Tûnisî (el-Muktebes, Dımaşk 1329-1330) ve Kâmil Kîlânî (Kahire 1942, Risâletü'l-gufrân içinde, s. 327-351) tarafından neşredilmiştir. 3. Zecrü'n-nâbih. Ebü'l-Alâ bu eseri, kendisini dinsizlikle itham edenlere reddiye olarak yazmıştır. Emced et-Trablusî eserden bazı seçmeler yaparak yayımlamıştır (Dımaşk 1965, 1982). Muhaliflerinin Zecrü'n-nâbih'te bulunmayan bazı beyitleri delil göstererek Ebü'l-Alâ'yı tekfir etmeleri üzerine müellif bu defa yine reddiye mahiyetinde olan Necrü'z-Zecr'i kaleme almıştır.

C) Risâleleri. Ebü'l-Alâ'nın risâleleri onun çeşitli vesilelerle yazdığı mektuplardan ibarettir. Bir kısmı çok kısa, bir kısmı da hayli uzun olan bu risâleler bizzat Ebü'l-Alâ tarafından müstakil birer eser kabul edilmiştir. Bunların belli başlıları şunlardır: 1. Risâletü'l-gufrân*. Çağdaşı Halepli Ebû Mansûr Ali b. Kārih'e yazdığı uzun bir mektuptur. Eser İbrâhim el-Yâzicî (Kahire 1321/1903), Kâmil Kîlânî (Kahire 1923) ve daha başkaları tarafından yayımlanmakla beraber bunların hepsi eksik olup tam neşrini Âişe Abdurrahman Bintü'ş-Şâtî gerçekleştirmiştir (Kahire 1950). 2. Risâletü'ṣ-ṣâḥil ve'ş-şâḥic. Atla katırın konuşmaları şeklinde düzenlenen bu risâle Kelîle ve Dimne'ye benzemektedir. Kelîle ve Dimne hayvan hikâyeleri tarzında olduğu halde bu eser devrinin tarihî, siyasî ve sosyal olaylarını hayvanların dilinden nakletmektedir. Hemen bütün eserlerinde olduğu gibi bu risâlede de çok ağdalı bir dil kullanan Ebü'l-Alâ eserdeki garîb kelimeleri, mecazları ve tevriyeleri açıklamak üzere Lisânü'ṣ-ṣâḥil ve'ş-şâḥic adıyla bir kitap yazmıştır. Risâletü'ṣ-ṣâḥil Âişe Abdurrahman tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1395/1975, 1403/1983). Ebü'l-Alâ ayrıca Kelîle ve Dimne tarzında el-Kāʾif adlı bir eser yazmış ve bunu Menârü'l-Kāʾif adıyla şerhetmiştir. 3. Risâletü'l-melâʾike. Bu risâlede Ebü'l-Alâ ihtiyarlığından söz ederek artık ölüm meleğiyle çekiştiğini söylemekte ve talebelerin kendisine sorduğu sarfa dair soruları alaylı bir üslûpla meleklere sorup cevabını onlara verdirmektedir. Eseri Abdülazîz el-Meymenî Ebü'l-ʿAlâʾ ve mâ ileyhi adlı çalışmasının sonunda müstakil bir risâle halinde (Kahire 1344/1925), Kâmil Kîlânî Risâletü'l-gufrân içinde (Kahire 1923, s. 441-474) yayımlamış, ayrıca Muhammed Selîm el-Cündî tarafından da neşredilmiştir (Dımaşk 1944; Beyrut 1981). İ. Kraçkovsky risâleyi Rusça tercüme ve şerhiyle birlikte yayımlanmıştır (Leningrad 1932). 4. Risâletü'l-henâʾ (Risâle fi'l-henâʾ). Eser Kâmil Kîlânî (Kahire 1944; Beyrut 1966) ve İhsan Abbas (Resâʾilü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî içinde, s. 73-81, Beyrut 1402/1982) tarafından neşredilmiştir. 5. Risâletü'ş-şeyâtîn. Sarf ilmine ait konularla aruz meselelerinden ve şairlere ilham veren melek ve şeytanlardan bahseden risâlenin belli bir adı bulunmadığı halde konusu dikkate alınarak nâşiri Kâmil Kîlânî tarafından bu şekilde adlandırılmıştır (Kahire 1923; Risâletü'l-gufrân ile bir arada, s. 475-506). 6. Risâletü'l-igrîd (er-Risâletü'l-igrîdiyye). İbnü's-Sikkît'in Iṣlâḥu'l-manṭıḳ adlı eserinin Ebü'l-Kāsım Hüseyin b. Ali el-Mağribî tarafından yapılan hulâsası hakkındaki bu risâleyi Kâmil Kîlânî (Risâletü'l-gufrân ile bir arada, Kahire 1923, s. 574-610) ve İhsan Abbas (Resâʾilü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî'de el-Bekrbâzî'nin şerhi ile birlikte, s. 189-250) yayımlamıştır. Maarrî'nin bu risâleye Şerhu'r-Risâleti'l-igrîdiyye veya Tefsîru risâleti'l-igrîd adıyla yazdığı şerhi Saîd Seyyid İbâde neşretmiştir (Kahire 1978). 7. Risâletü'l-menîh (er-Risâletü'l-menîhiyye). Maarrî'nin Vezir Ebü'l-Kāsım el-Mağribî'ye yazdığı bir mektup olup Kâmil Kîlânî tarafından Risâletü'l-gufrân içinde (s. 545-572), ayrıca İhsan Abbas tarafından Resâʾil ile birlikte (s. 153-181) yayımlanmıştır. 8. Risâle fî taʿziyeti Ebî ʿAlî b. Ebi'r-ricâl fî veledihî Ebi'l-Ezher (nşr. İhsan Abbas, Kahire, ts.). 9. Risâletü'l-ahreseyn (nşr. Kâmil Kîlânî, Mecmûʿu'r-resâʾil içinde, Kahire 1942; nşr. İhsan Abbas, s. 49-69). 10. Risâle fîmâ câʾe ʿalâ tifʿâl (nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Selâsü resâʾil fi'l-luga içinde, Beyrut 1981). 11. Resâʾil beyne Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî ve dâʿi'd-duʿâti'l-Fâtımiyyîn. Mısır'da dâi'd-duât olan Ebû Nasr b. Ebû İmrân ile Ebü'l-Alâ el-Maarrî arasında vejeteryanlıkla ilgili mektuplaşmaları ihtiva eden bu risâleler Kâmil Kîlânî tarafından Risâletü'l-gufrân içinde (s. 545-572, Kahire 1923), ayrıca Muhibbüddin el-Hatîb tarafından müstakil olarak (Kahire 1349/1930) yayımlanmıştır.

Maarrî'nin risâlelerinin çoğu Resâʾilü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî adıyla Abdülkerîm Halîfe (I-III, Amman 1976-1979), Halîl el-Hûrî (Beyrut, ts., Dârü'l-kamûsi'l-hadîs) ve İhsan Abbas (Beyrut 1402/1982) tarafından neşredilmiştir. Ayrıca Resâʾilü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî maʿa şerhihâ adıyla Şâhin Efendi Atıyye (Beyrut 1894, 1404/1984, 3. bs.) ve İthâfü'l-fuzalâʾ bi-resâʾili Ebi'l-ʿAlâʾ adıyla Muhammed Abdülhakîm el-Kādî ile Muhammed Abdürrezzâk Arafât da (Kahire 1989) bu risâleleri yayımlamışlardır. D. S. Margoliouth, risâlelerin Arapça metinleriyle birlikte İngilizce tercümelerini The Letters of Abu'l-ʿAlā of Maʿarrat an-Noʿmân adıyla neşretmiştir (Oxford 1898; Bağdad 1968). Hüseyin Haseneyn'in de Resâʾilü Ebi'l-ʿAlâʾ ve şiʿruhû adlı bir çalışması bulunmaktadır (Kahire, ts.).

Ebü'l-Alâ'nın bu risâlelerinden başka "800 forma" hacminde Dîvânü'r-resâʾil'inden ve risâlelerindeki garîb kelimeleri açıkladığı Hâdimü'r-resâʾil adlı bir kitabından söz edilmekte, fakat bu eserlerin günümüze gelip gelmediği bilinmemektedir. Onun şiir ve nesirlerinden yapılan seçmeler Muhtârât min Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî adıyla yayımlanmıştır (Beyrut, ts.).

D) Şerhleri. 1. ʿAbes̱ü'l-velîd. Buhtürî divanının şerh ve tenkidine dair olan eser Muhammed Abdullah el-Medenî (Kahire 1338/1920; Dımaşk 1355/1936) ve Nâdıya Ali Devle (Beyrut 1978) tarafından yayımlanmıştır. Mustafa es-Sa'denî'nin bu eser üzerinde Naḳdü'ş-şiʿr fî ʿAbes̱i'l-velîd adlı bir çalışması vardır (İskenderiye 1990 [?]). 2. Dîvânü İbni Ebi'l-Hasîne es-Sülemî (nşr. Muhammed Es'ad Talas, I-II, Dımaşk 1956-1957). 3. Şerhu Dîvâni Hamâseti Ebî Temmâm (nşr. Hüseyin Muhammed Nakşe, I-II, Beyrut 1411/1991). Ebû Temmâm'ın şiirinin yorumuyla ilgili olduğu söylenen, fakat elde bulunmayan altmış formalık Zikrâ Habîb adlı eserinin bu şerhle ilgisi olup olmadığı bilinmemektedir. 4. Şerhu Dîvâni Ebi't-Tayyib el-Mütenebbî (Muʿcizu Ahmed) (nşr. Abdülmecîd Diyâb, I-III, Kahire 1986). 5. Tefsîru ebyâti'l-meʿânî min şiʿri Ebi't-Tayyib el Mütenebbî (nşr. Mâcid Muhammed Mahmûd es-Savvâf – Muhsin Gayyâd Uceyl, Mekke 1979).

Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin tahkik edilmeden yayımlanan eserlerinde onun yazıları ve şiirleri tahrif edilerek kendisine ait olmayan şiirler ona nisbet edildiği için bu baskıların ilmî bir değeri bulunmamaktadır (altmışa yakın eseri kaybolan Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin kitaplarının tam bir listesi için bk. Yâkūt el-Hamevî, III, 145-162; Safedî, VII, 103-104; Abdülazîz el-Meymenî, s. 262-280; Muhammed Tâhir el-Hımsî, s. 52-72).

Felsefe ve metot bilgisi zayıf olan bir kısım çağdaş Arap edebiyatı tarihçisi, eskilerin Ebü'l-Alâ hakkındaki görüşlerini aynen tekrarlayarak onu Hint, İran veya Yunan felsefesi etkisinde kalan, orijinaliteden yoksun biri olarak göstermektedir. Ebü'l-Alâ ve felsefesi hakkında başarılı araştırmalardan biri, Abdullah el-Alâyîlî'nin kaleme aldığı el-Maʿarrî zâlike'l-mechûl adlı kitaptır (Beyrut 1980). Edebî tenkit açısından en iyi çalışma ise Tunuslu araştırmacı Hüseyin el-Vâdd'in el-Binyetü'l-kısasiyye fî Risâleti'l-gufrân (Tunus 1975) adlı eseri gösterilebilir. Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin lehinde ve aleyhinde birçok kitap yazılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ebû Tâhir es-Silefî (ö. 576/1180), Ahbâru Ebi'l-ʿAlâʾ; İbnü'l-Adîm el-Halebî, el-İnsâf ve't-taharrî fî defʿi'z-zulmi ve't-tecerrî ʿan Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Taʿrîfü'l-kudemâʾ bi-Ebi'l-ʿAlâʾ içinde, Kahire 1965, s. 483-578); Süyûtî, Kitâbü't-Teberrî min maʿarreti'l-Maʿarrî (nşr. Mahmûd Muhammed, Beyrut 1989); Fetûh Hüseyin, Akīdetü Ebi'l-ʿAlâʾ (Kahire 1910); Ma'rûf er-Rusâfî, Arâʾü Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (nşr. Abdülhamîd er-Reşûdî, Bağdad 1955); Selîm el-Cündî, el-Câmiʿ fî ahbâri Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (I-II, [yer belli değil] 1962); Hâmid Abdülkādir, Felsefetü Ebi'l-ʿAlâʾ (Kahire 1950) ve Felsefetü'ş-şek ve'l-lâʾedriyye lede'l-Maʿarrî ve'l-Hayyâm (Kahire 1953); Gānim el-Huzâî, Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Necef 1968); Mârûn Abbûd, Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî: zevbeʿatü'd-dühûr (Beyrut 1970); Adnân Ubeyd el-Alî, el-Maʿarrî beyne'ş-şekki ve'l-îmân (yüksek lisans tezi, Ezher Üniversitesi, 1979); Salâh Rızâ, Nesru Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Kahire 1985); Velîd Mahmûd Hâlis, Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî: nâkıden (Bağdad 1982, Ayn [Ebûzabî] 1986); Saîd Seyyid Ubâde, Ebü'l-ʿAlâʾ en-nâkıdü'l-edebî (Kahire 1987); Ubeyd el-Berîkî, Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî mine't-temerrüd ile'l-ʿademiyye (Sûse [Tunus] 1987); Mustafa Receb, Felsefetü't-terbiye ʿinde Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Kahire 1986); Tâhâ Hüseyin, Savtü Ebi'l-ʿAlâʾ (Kahire 1986); İbrâhim es-Sâmerrâî, Maʿa'l-Maʿarrî el-lugavî (Beyrut 1404/1984); Mustafa Sâlih, Keşşâfü mesâdiri dirâseti Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Dımaşk 1978); Muhammed Mustafa Belhâc, Şâʿiriyyetü Ebi'l-ʿAlâʾ fî nazari'l-kudemâʾ (Trablus 1984); Mustafa es-Sa'denî, el-Binâʾü'l-lafzî fî Lüzûmiyyâti'l-Maʿarrî (İskenderiye 1985); Ahmed et-Tavîlî, Rehînü'l-mahbiseyn Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Tunus 1982); Abdülkerîm el-Hatîb, Rehînü'l-mahbiseyn Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî beyne'l-îmân ve'l-ilhâd (Riyad 1400/1980); Abdülkādir Zeydân, Kadâya'l-ʿasr fî edebi Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Kahire 1986); Züheyr Gāzî Zâhid, Lugatü'ş-şiʿr ʿinde'l-Maʿarrî (Beyrut 1986); Abdülmecîd Diyâb, Ebü'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî ez-zâhid el-müfterâ ʿaleyh (Kahire 1986); Muhammed Habîb Hammâdî, el-Maʿarrî ve cevânib mine'l-Lüzûmiyyât (Tunus 1988, 5. bs.); Atâ el-Bekrî, el-Fikrü'd-dînî ʿinde Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Beyrut 1980); Muhammed Merâsî, Ebü'l-ʿAlâʾ sâʾiren ve hâʾiren (Tunus 1984); Habîb Rahûme, el-Maʿarrî (Tunus 1989); Muhammed Abdülhakîm el-Kādî, İthâfü'l-fuzalâʾ bi-resâʾili Ebi'l-ʿAlâʾ (Kahire 1989); Hammâd Hasan Ebû Şâvîş, en-Nakdü'l-edebî el-hadîs havle şiʿri Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Beyrut 1989); Muhammed Tâhir el-Hımsî, Mezâhibü Ebi'l-ʿAlâʾ fi'l-luga ve ʿulûmihâ (Dımaşk 1986); Muhammed Abdülmecîd Tavîl, el-ʿArûz ve'l-kavâfî ʿinde Ebi'l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (Kahire 1988). Ayrıca Semîr Merzûkī'nin Trois visions du Satan (Etude comparée de trois textes; Epitre du pardon d'Abou'l-Ala al Maari, Divine comédie de Dante et Paradis perdu de milton, CT 28 nos 111-112 [1980] pp 237-254) adlı çalışması da burada zikredilebilir. Abdülazîz el-Meymenî tarafından kaleme alınan Ebü'l-ʿAlâʾ ve mâ ileyh (Kahire 1344) adlı çalışma, Ebü'l-Alâ'nın hayatı ve edebî şahsiyeti hakkında yazılan kitapların en ciddisi kabul edilmektedir. Abdüllatîf Nevzâd, Sebîlürreşâd mecmuasında seri halinde neşredilen yazılarında Maarrî'nin hayatını ve fikirlerini incelemiş, sonuçta onun dini bütün büyük bir düşünür ve şair olduğunu ortaya koymuştur (1330, sy. 185, 191-192, 194-196, 198, 202).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA