107'de (725) doğdu. Temîm kabilesinin Yerbû' boyundandır. Oğlu Ebû Ubeyde baba tarafının aslen Kûfeli bir aileden olduğunu, babasının Semerkant'ta doğduğunu ve Ebîverd'de yetiştiğini söyler. Hizmetçisi İbrâhim b. Eş'as'a göre Merv'in Fundîn köyündendir; diğer bir rivayete göre ise aslen Buharalıdır (Sülemî, s. 6-8). Ailesi hakkındaki rivayetlerden Fudayl'in Arap asıllı olduğu anlaşılmaktadır.
Kuşeyrî'nin verdiği bilgiye göre Fudayl gençliğinde Merv ile (diğer bir rivayette Serahs) Ebîverd arasında eşkıyalık yapan bir çetenin reisiydi. Ancak basit şeylere tenezzül etmeyen mert bir kişiliğe sahipti. Âşık olduğu câriyenin evine girmek için duvara tırmandığı bir sırada içeride Kur'an okunuyordu. Bu arada duyduğu, "İman edenlerin Allah'ı zikretme ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı hâlâ gelmedi mi?" (el-Hadîd 57/16) meâlindeki âyetten çok etkilendi ve, "Evet yâ rabbi, o an geldi" diyerek oradan ayrıldı. Yaptıklarına tövbe edip kendini tamamen ibadete verdi (er-Risâle, s. 57). Daha sonra memleketini terkederek Kûfe'ye gitti; burada Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî ve A'meş gibi âlimlerin meclislerine devam etti; otuz yıl ilim ve ibadetle meşgul oldu. 187 yılının Muharrem ayında (Ocak 803) Mekke'de vefat etti. İbnü'l-Cevzî, Fudayl'in Kûfe'ye geldiğinde oldukça yaşlı, İbnü'l-İmâd ise genç olduğunu söyler. Bu tür çelişkili rivayetler onun hayatı hakkında verilen bazı bilgilerin kesin olmadığını göstermektedir.
Kaynaklarda Fudayl'in zühd ve takvâsı hakkında geniş bilgi bulunmaktadır. Korku, hüzün ve ağlama, diğer ilk dönem zâhid ve sûfîleri gibi Fudayl'in de şiddetli ve sürekli olarak etkisi altında kaldığı hallerdi. Kaynaklar, bekkâîn* denilen sûfîlerin önde gelenlerinden olan Fudayl'in gülümsediğinin dahi görülmediğini kaydederler. Âhiret endişesi dolayısıyla ölümden son derece korkması ve, "İnsan ölümün ne olduğunu bilse hayat ona zehir olur" demesi, çevresindekilere ölümü, kabir hallerini ve âhiret azabını göz önünde tutmalarını tavsiye etmesi yine onun bu özelliğiyle ilgilidir.
Fudayl, Kur'an okuma ve zâhidâne yaşamanın gerekliliğini vurgulamanın yanı sıra kurrâ (hâfızlar) hakkındaki düşünceleriyle de dikkati çeker. Ona göre kurrânın sultanlar başta olmak üzere hiç kimseye muhtaç olmaması, aksine herkesin kurrâya ihtiyaç duyması gerekir (Sülemî, s. 10). Böyle olmayan kurrâdan uzak durulmalıdır. Zira bunlar sevdiklerine meddahlık yapar, sevmediklerine iftira ederler.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi