Hucr b. Adi hayatı...

Câhiliye devrinde doğdu; faziletleri dolayısıyla "Hucrü'l-hayr" diye anılır. Babası, Câhiliye devrinde bir savaştan kaçarken arkasından kılıçla yaralandığı için Edber lakabıyla anıldığından kendisine Hucr b. Edber de denilmiştir. İbn Sa'd Hucr'ü, Kûfeli ilk tâbiîn tabakası içinde Hz. Ali'den rivayette bulunanlar arasında saymakla birlikte kardeşi Hânî ile beraber Resûl-i Ekrem'e elçi olarak geldiğine ve sahâbî olduğuna dair bir rivayeti de kaydeder (eṭ-Ṭabaḳāt, VI, 217). İbn Hibbân da Hucr'ü tâbiînden saymıştır (Meşâhîr, s. 89). Zehebî'ye göre ise Hz. Peygamber'e gelen kabile temsilcilerinden olan Hucr mücahid ve âbid bir sahâbîdir (el-ʿİber, I, 40; Aʿlâmü'n-nübelâʾ, III, 463). Hucr'ün herhangi bir gazve veya seriyyede bulunduğuna dair bilgi yoktur; doğrudan Hz. Peygamber'den rivayette de bulunmamıştır. Ancak Resûlullah'ın vefatından hemen sonra Hz. Ebû Bekir döneminde Suriye'de bazı yerlerin fethinde, Hz. Ömer devrinde de Kādisiye'de bulunması sahâbî olma ihtimalini güçlendirmektedir. Nitekim sahâbîlerin biyografilerine dair eserlerde kendisine de yer verilmiştir. Hucr'ün sahâbî sayılmasını Şiîler'in bir arzusu olarak değerlendiren Lammens, eski kaynaklarda onun sahâbî olduğuna dair bir rivayetin bulunmadığını söyler. Celûlâ Savaşı'nda (16/637 veya 17/638) ordunun sağ kanadına kumanda eden Hucr'ün (Belâzürî, s. 377) Hulvân'ın fethinde gösterdiği kahramanlıklar Sa'd b. Ebû Vakkās tarafından övülmüş, kendisine Kādisiye ve ondan sonraki önemli savaşlara katılanlara verilen 2500 dirhem atıyye tahsis edilmiştir.

Hucr, Cemel Vak'ası'nda ve Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali'nin kumandanı olarak bulundu. Hz. Ali onu Sıffîn Savaşı'ndan sonra 4000 kişilik bir orduyla Dahhâb b. Kays'ın üzerine gönderdi (Taberî, V, 135). Hz. Ali'nin şehid edilmesinden sonra Hucr Kûfe'ye yerleşti. Buraya tayin edilen valilerin Hz. Ali ve taraftarları aleyhindeki sözleri Emevîler'in saltanatını bir türlü içine sindiremeyen Hucr ve arkadaşlarını rahatsız etmişti. Kûfe Valisi Mugīre b. Şu'be'nin, Muâviye'nin tavsiyelerine uyarak cuma hutbelerinde Hz. Ali ve taraftarlarına ağır bir dille sövmesine ve Hz. Osman'ı överek onun katlini kınayan konuşmalar yapmasına Hucr şiddetli tepki gösterdi; Mugīre'nin yerdiklerinin kendisinden daha faziletli olduğunu camide yüzüne karşı söyledi. Hatta Muâviye'nin istediği bazı malları götürmek üzere Mugīre tarafından hazırlanan kervanın önünü keserek mallara el koydu. Muâviye'nin bu olay üzerine Mugīre'yi valilikten azledip yerine Ziyâd b. Ebîh'i tayin ettiği rivayeti doğru değildir. Mugīre'nin ölümünden sonra Basra valiliği de uhdesinde kalmak üzere Kûfe'ye vali tayin edilen Ziyâd, Emevîler'e karşı muhalif tavrını sürdüren Hucr'ü çağırtarak kendisinin de Hz. Ali'yi sevdiğini, ancak şartların değiştiğini, Muâviye'ye karşı duyduğu kin ve nefretin sevgi ve dostluğa dönüştüğünü söyledi; onun otoritesini sarsacak söz ve davranışlardan kaçındığı takdirde bütün ihtiyaçlarının karşılanacağını bildirdi. Ancak Hucr bu teklifi reddetti. Ziyâd, Kûfe'de yerine Amr b. Hureys'i bırakıp Basra'ya gidince Hucr vali vekilini herkesin içinde eleştirip yerden avuçladığı çakıl taşlarını ona doğru fırlattı. Etrafındaki 3000 kadar taraftarının kendisiyle beraber hareket etmesi ve mescide gelişlerinde kalabalık bir grup oluşturmaları üzerine Amr b. Hureys durumu bir mektupla Ziyâd'a bildirdi. Kısa bir müddet sonra Kûfe'ye dönen Ziyâd, yaptığı konuşmada Hucr ve arkadaşlarının Muâviye'ye itaate mecbur olduklarını, isyankâr tavırlarını sürdürdükleri takdirde sonlarının kötü olacağını bildirdi. Hucr ona sert bir şekilde karşılık verince Ziyâd Kûfe eşrafına çatarak kendisini yeterince desteklemediklerini söyledi. Bunun üzerine Kûfe eşrafı Hucr'ün taraftarları arasında bulunan akrabalarını ikna edip geri çekince onun yanında az sayıda adamı kaldı. Ardından Hucr tutuklandı. Ziyâd, Hucr ve arkadaşlarını silâhlı ayaklanma ile suçlayan bir iddianâme kaleme aldı ve yetmiş kadar şâhide bunu imzalattı. Hucr'ün aleyhine şahitlik yapanların yazılı ifadeleri alındı. Şahitliğine başvurulanlar arasında bulunan Kādî Şüreyh ile Hz. Ali'nin talebelerinden fakih Şüreyh b. Hânî Hucr'ün ibadete düşkün bir kimse olduğunu söyleyerek öldürülmemesi gerektiğini ima ettiler. Hucr, hepsi Kûfeli olan on iki veya on dört arkadaşı ile birlikte Muâviye'nin isteği üzerine Suriye'ye gönderildi ve Dımaşk yakınlarında bizzat fethinde bulunduğu Merciazrâ denilen yerde hapsedildi. Muâviye, Ziyâd'ın Hucr ve arkadaşlarını bir daha Kûfe'ye göndermemesini talep eden mektubunu alınca altı kişinin salıverilmesine, Hucr'ün ve geride kalan arkadaşlarının da Hz. Ali'yi lânetledikleri ve ondan teberrî ettiklerini söyledikleri takdirde serbest bırakılmasına, aksi takdirde öldürülmesine karar verdi. Bu teklifi kabul etmemeleri üzerine de Hucr ve arkadaşları öldürüldü. Rivayete göre Hucr öldürülmeden önce abdest alıp iki rek'at namaz kılmış, üzerindeki zincirlerin çözülmemesini ve kanının yıkanmadan defnedilmesini vasiyet etmiş, böylece zulmen öldürüldüğünü ve şehid sayılacağını anlatmak istemiştir. Onun bu sözleri, İbn Sîrîn gibi bazı âlimlerin şehidlerin defnedilmesiyle ilgili görüşlerine delil teşkil etmiştir. Şîa'nın Emevîler tarafından öldürülen ilk Şiî olarak kabul ettiği Hucr'ün Merciazrâ'daki kabri üzerine daha sonra bir mescid yapılmış ve burası ziyaretgâh olmuştur.

Hz. Âişe Hucr'ün Dımaşk'a gönderildiğini duyunca Abdurrahman b. Hâris'le Muâviye'ye bir mektup gönderip Hucr ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını istemiş, ancak Abdurrahman Hucr'ün katlinden sonra Dımaşk'a ulaşabilmiştir. Daha sonra Muâviye Medine'ye gidip Hz. Âişe'yi ziyaret ettiğinde Âişe onu Hucr'ü ve arkadaşlarını öldürdüğü için azarlamış, Muâviye ise öldürülmelerinde ümmet için fayda gördüğünü söyleyerek kendini savunmuş ve onları aleyhlerine şahitlik yapanların ifadeleri üzerine öldürdüğünü ileri sürmüştür. Bir rivayete göre Hz. Âişe Muâviye'ye Resûl-i Ekrem'in Merciazrâ'da birtakım insanların öldürüleceğini, bunun Allah'ı ve ehl-i semâyı gazaplandıracağını söylediğini bildirmiştir. Hadisi İbnü'l-Mübârek İbn Lehîa'dan mevkuf olarak nakletmiş olup buna göre Hz. Ali, Azrâ'da yedi kişinin öldürüleceğini ve onları öldürenlerin ashâbü'l-uhdûd gibi olduklarını haber vermiştir (İbn Asâkir, XII, 226-227). İbn Hacer, yer belirtilmeyen benzer merfû bir rivayeti râvilerinin zayıf olması ve senedinde inkıtâ bulunması sebebiyle zayıf kabul etmiştir (el-İṣâbe, I, 315). Hucr'ün öldürülmesi birçok kimseyi üzmüş, Ziyâd'ın Horasan'a vali tayin ettiği Rebî' b. Ziyâd el-Hârisî üzüntüsünden vefat etmiş (Belâzürî, s. 596), Medine'de bu olaydan haberdar olan Abdullah b. Ömer ağlamıştır. Hasan-ı Basrî de olaydan duyduğu infiali dile getirmiştir. Hucr'ün iki oğlu Ubeydullah ile Abdurrahman da Hz. Ali taraftarlığı yüzünden öldürülmüştür (İbn Asâkir, XII, 210).

Çokça namaz kılıp oruç tutan, duası makbul, iyiliği tavsiye eden, kötülüklere karşı çıkan bir kişi olarak tanınan Hucr b. Adî Hz. Ali, Ammâr b. Yâsir ve Şerâhil b. Mürre'den hadis almış, kendisinden de mevlâsı Ebû Leylâ el-Kindî, Ebü'l-Bahterî Saîd b. Fîrûz et-Tâî, Abdurrahman b. Âbis rivayette bulunmuştur.

Hucr b. Adî'nin hayatına dair Muhammed Cevâd Fazlullah Ḥucr b. ʿAdî el-Kindî, şehîdü'l-îmân eṣ-ṣâbir (Beyrut 1974), Abdülhamîd el-Muhâcir Ḥucr b. ʿAdî lâ yüsâvim fi'l-ḥaḳ (Beyrut 1413/1992), Abdullah es-Sebtî Ḥucr b. ʿAdî (Necef, ts.) adıyla Arapça, Hasan Merznâk el-Ekberî de Ḥucr b. ʿAdî (Tahran 1349 hş./1970) adlı Farsça birer eser kaleme almışlardır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA