İbn Kuteybe kimdir?

Doğum yeri ve tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda 213 (828) yılında Kûfe'de (İbnü'n-Nedîm, s. 115), bazılarında ise yine aynı tarihte Bağdat'ta (Hatîb, X, 170) dünyaya geldiği kaydedilmektedir. Bu kaynakların en eskisi olan İbnü'n-Nedîm'in verdiği bilgi dikkate alınarak Kûfe doğumlu olduğu söylenebilir. İbn Kuteybe, dedesinin adına nisbetle Kutebî, babasının Mervli olması sebebiyle Mervî nisbeleriyle de anılır. Ailesinin Merv'den Irak'a göç edip Kûfe'ye yerleştiği anlaşılmaktadır. Bundan hareketle Fars, hatta Türk asıllı olabileceği ileri sürülmüştür (Ömer Ferruh, II, 329). Kendi ifadesinden, atalarının Müslümanlığı kabul etmesinden sonra dedesi ve babasının II. (VIII.) yüzyılın başlarında Araplaşmış (müsta'reb) olduğu anlaşılmaktadır. ʿUyûnü'l-aḫbâr adlı eserinde babasından zaman zaman nakillerde bulunması onun kültürlü bir aile çevresinde yetiştiğini göstermektedir.

İbn Kuteybe'nin hocaları döneminin en seçkin âlimleridir. İlk derslerini babasından aldıktan sonra Bağdat'ta Câhiz'in öğrencisi oldu ve onun bazı kitaplarını huzurunda okuyarak icâzet aldı (ʿUyûnü'l-aḫbâr, III, 199). Fıkıh, tefsir ve hadis gibi ilimleri İshak b. Râhûye'den; dil, edebiyat ve kıraati Muhammed b. Ziyâd ez-Ziyâdî ve Ebü'l-Hattâb Ziyâd b. Yahyâ el-Hassânî'den; nahiv ve lugat ilimlerini İbrâhim b. Süfyân ez-Ziyâdî, Ebü'l-Fazl Abbas b. Ferec er-Riyâşî'den; Kur'an ilimleriyle şiiri Ebû Hâtim es-Sicistânî'den okudu. Bu ilim dallarında otorite sayılacak seviyeye ulaştı. İbn Sellâm el-Cumahî ve Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm gibi âlimlerden de istifade etti. Ayrıca tahsil gayesiyle Horasan, Mekke ve Basra'ya gitti; bir süre Basra'da Dîvân-ı Mezâlim başkanlığı gibi önemli bir görevde bulundu.

Hayatının büyük bir kısmını Abbâsîler'in en parlak döneminde Bağdat'ta geçiren İbn Kuteybe, gençliğinde katıldığı Mu'tezile âlimlerinin toplantılarında tartışılan fikirlerden oldukça etkilendi. Mu'tezile ve Ehl-i sünnet arasında sürüp giden tartışma ortamında yetişmesi erken yaşta kelâm ilmine ağırlık vermesine sebep oldu. Mu'tezile'den ayrıldıktan sonra muhaddislerin toplantılarına katılmayı tercih etti. Bu yıllarda Bağdat'ta devrin önemli simaları ile tanışma imkânı buldu. Büyük bir ihtimalle 236'da (850) Edebü'l-kâtib adlı eserini ithaf ettiği Vezir Ebü'l-Hasan İbn Hâkān'ın aracılığıyla Dînever kadısı oldu. Yaklaşık yirmi yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra Bağdat'a döndü ve 1 Receb 276'da (30 Ekim 889) vefatına kadar burada yaşadı (İbn Hallikân, III, 43).

Câhiz ve Ebû Hanîfe ed-Dîneverî gibi III. (IX.) yüzyılda yetişen önemli şahsiyetlerden biri olan İbn Kuteybe uzun süre hadis, tefsir, fıkıh, tarih, kelâm ve dille ilgilenmişse de zamanla edebiyata yönelmiştir. Bağdat'ta İshak b. Râhûye'den dinlediği hadisleri rivayet etmesi hususunda talebelerinin ısrarlarını, çağdaşı büyük muhaddislerin yanında kendisini rivayete ehil görmediği için reddetmesi ilimde ihtisasa gösterdiği saygının bir ifadesidir (Zehebî, XIII, 301-302). Hadiste rivayeti az olmakla birlikte güvenilir kabul edilen İbn Kuteybe'yi Hâkim en-Nîsâbûrî'nin yalancılıkla suçlaması isabetsiz bir hükümdür (İbn Hacer, III, 357). Eserlerini Mısır'da okutarak tanınmasını sağlayan oğlu kādılkudât Ahmed b. Abdullah b. Müslim ile torunu Ebû Ahmed Abdülvâhid onun meşhur talebeleri arasında zikredilebilir.

İbn Kuteybe geniş kültür birikimiyle devlet adamlarının dikkatini çekmiş, Halife Mu'temid-Alellah'ın kardeşi Muvaffak-Billâh tarafından Bağdat'a davet edilmiş ve el-Maʿârif adlı eserini onun huzurunda okumuştur. Horasan Emîri Abdullah b. Tâhir'in oğlu Muhammed ile de yakın ilişkisi olmuştur. ʿUyûnü'l-aḫbâr gibi bazı eserlerinde takip ettiği metotla başta Câhiz olmak üzere döneminin birçok ünlü şahsiyetini aşan İbn Kuteybe, bir yandan tercümeler kanalıyla gelen yabancı kültürlerin etkisini kırmaya çalışırken öte yandan Mu'tezile'ye karşı büyük bir mücadele vermiştir. Ancak bazı kimseler onun Mu'tezile'ye karşı olan tavrını aşırı bulmaktadır. Emevîler'in son yıllarında ortaya çıkan ve Abbâsîler döneminde devam eden, Arap ırkçılığına karşı Arap olmayan müslüman unsurların ve özellikle İranlılar'ın başlattığı Şuûbiyye hareketi İbn Kuteybe'yi fazlasıyla rahatsız etmişti. Bu konuda kaleme aldığı Fażlü'l-ʿArab adlı eserinde Arap milliyetçiliğinden yana tavır koyması, dönemin siyasî şartları ve İslâm'a karşı yürütülen fikrî hareketler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Uzun yıllar kadılık gibi önemli bir görevi icra ederken yöneticilerle yönetilenler arasındaki mesafeyi çok iyi ayarlaması sayesinde birtakım tehlikelerden uzak kalmayı başaran İbn Kuteybe Şuûbiyye, Cehmiyye ve Müşebbihe'ye karşı giriştiği mücadeleden galip çıkmış, özellikle Mu'tezile'nin çökmek üzere olduğunu sezdiği vakit fırsatı değerlendirip tenkitlerini giderek arttırmış, nihayet Mütevekkil-Alellah'ın Ehl-i sünnet'i desteklemesiyle mücadelesinin başarıya ulaştığını görmüştür.

Câhiliye döneminde doğan ve asıl gelişmesini IV. (X.) yüzyılda gösteren edebî tenkidin ilerlemesinde büyük payı olanlardan biri de İbn Kuteybe'dir. Onun eş-Şiʿr ve'ş-şuʿarâʾ adlı eserinin mukaddimesi bu konudaki görüşleri ve ortaya koyduğu ölçüleri içermektedir. İbn Kuteybe, şiir tenkidiyle ilgili olarak kendisinden öncekilerden ve çağdaşlarından tamamen farklı bir tavır benimsemiştir. İbn Sellâm el-Cumahî'nin yaptığı gibi şairleri sınıf ve tabakalara ayırma fikrinden hareket etmemiş ve çok sayıda şiir sahibi olmayı değil kaliteli şiir yazmayı esas almış, sanat ve sanatkârlar hakkında objektif hüküm vermeyi ilke edinmiştir. Onun ortaya koyduğu ölçüler daha sonra Kudâme b. Ca'fer, Ebû Mansûr es-Seâlibî ve İbn Reşîḳ el-Kayrevânî gibi büyük eleştirmenlerce de benimsenmiştir.

Dinî ve felsefî meseleleri dil alanındaki becerisiyle çözmeye çalışan İbn Kuteybe, uzun süre kadılık yapmasına rağmen fıkıh sahasında edebiyattaki kadar başarılı olamamıştır. Kur'an'ı kendi inançlarına göre yorumlayanların görüşlerini filolojik delillerle çürütmek suretiyle tefsir ilmine önemli katkılarda bulunmuştur. Onun dil alanındaki çalışmalarında daha çok Basra mektebinin etkisi görülmektedir. Bununla birlikte Kûfeliler'den de yararlanmış ve bu iki mektep arasında âdeta bir köprü vazifesi görerek uzlaştırmacı Bağdat dil mektebinin öncülerinden olmuş, bazı konularda kendi görüşlerini cesaretle ortaya koymaktan çekinmemiştir.

Âlim olmak için bir dalda, edip olmak için her dalda bilgi sahibi olmanın gereğine inanan İbn Kuteybe edebiyatın, özellikle şiir ve ahbârın inceliklerini çok iyi biliyordu. Aynı zamanda şiir ve ahbâr râvisi olup Arap edebiyatında nesir sahasının İbnü'l-Mukaffa' ve Câhiz'den sonra en önemli simasıdır. II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ve Câhiz'le birlikte zirveye ulaşan anlaşılması güç, tumturaklı edebî nesir, halkın anlayabileceği kısa ve yalın anlatıma ağırlık veren İbn Kuteybe sayesinde yerini daha kolay bir üslûba bırakmıştır. Eserlerinde genellikle ciddi bir anlatımı tercih etmekle birlikte okuyucuyu dinlendirmek amacıyla nükte ve fıkralara da yer vermiştir.

İbn Kuteybe'nin devrine damgasını vurmuş büyük bir otorite olduğunu, "İbn Kuteybe hakkında kötü söz söyleyen zındıktır"; "Kitaplarının bulunmadığı evde hayır yoktur" gibi ifadeler göstermektedir. Zamanında Ehl-i sünnet'in sözcüsü sayılan İbn Kuteybe'nin Mu'tezile'nin sözcüsü olan Câhiz ile münasebeti talebe-hoca ilişkisi şeklinde başlamış, bu ilişki sonraları görüş ayrılığı sebebiyle sert tartışmalara dönüşmüştür. Özellikle temel dinî meselelerde kendisinden farklı düşünen hocasına karşı çok acımasız davranmıştır. Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱'inde Câhiz için "yalancı, hadis uydurucu ve hakka karşı bâtıla yardım eden" gibi ifadelere yer vermiş, hatta onu kâfir olmakla suçlamıştır. Bununla birlikte Câhiz'in özellikle Kitâbü'l-Buḫalâʾ adlı eserinden alıntılar yapmaktan da geri durmamıştır. Bazı kaynaklar İbn Kuteybe'nin büyük âlimlere, bilhassa felsefeci ve kelâmcılara karşı her zaman ağır bir dil kullandığını kaydeder. Diğer taraftan kendisi de yalancılıkla, Müşebbihe fırkasına meyletmekle ve Kerrâmiyye mezhebine ilgi duymakla itham edilmiştir (Süyûtî, s. 291). Ebü't-Tayyib el-Lugavî onu altından kalkamayacağı işlere girişen, bazı eserleri âlimler tarafından benimsenmemekle birlikte halk tarafından kabul gören bir şahsiyet olarak tanıtır (Merâtibü'n-naḥviyyîn, s. 85). İbn Kuteybe'nin Hanbelî mezhebini kabul ettiğini söyleyenler bulunmakla birlikte icmâ anlayışı onun Hanbelîlik'ten çok Mâlikî mezhebine yakın olduğunu göstermektedir. Bununla beraber üzerinde İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel'in tesirinin olduğunu belirtmek gerekir.

Eserleri. İbn Kuteybe'nin daha çok dil, edebiyat, hadis ve Kur'an ilimlerine dair olan eserleri günümüze ulaşmıştır. Eserlerinin sayısını altmış, altmış iki, altmış beş olarak tesbit edenler olduğu gibi (Varol, sy. 6 [1986], s. 143) 300'e kadar çıkaranlar da vardır (meselâ bk. İshak Mûsâ el-Hüseynî, s. 73). Bu farklılık, bazı kitaplarının çeşitli bölümlerinin müstakil eser sayılmasından veya bir kısım eserlerinin değişik adlarla anılmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Kâtib Çelebi Edebü'l-kâtib'in bir bölümü olan "Taḳvîmü'l-lisân"ı (Keşfü'ẓ-ẓunûn, I, 470), Kādî İyâz aynı eserin diğer bir bölümü "el-Ebniye"yi (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. 31), İbnü'n-Nedîm de ʿUyûnü'ş-şiʿr'in bir bölümü olan "el-Merâtib ve'l-menâḳıb"ı (el-Fihrist, s. 116) müstakil birer eser olarak göstermişlerdir. Kitâbü'l-ʿArab adlı eseri Ẕemmü'l-ḥased, Kitâbü'l-ʿArab evi'r-red ʿale'ş-Şuʿûbiyye, Tafżîlü'l-ʿArab, et-Tesviye beyne'l-ʿArab ve'l-ʿAcem, Tafżîlü'l-ʿArab ʿale'l-ʿAcem gibi adlarla zamanımıza kadar gelmiştir (İshak Mûsâ el-Hüseynî, s. 71). Aynı şekilde bazı araştırmacılar, Kitâbü'ş-Şiʿr ve'ş-şuʿarâʾnın bir diğer adı olan Ṭabaḳātü'ş-şuʿarâʾyı ayrı bir eser olarak göstermişlerdir (Ahmed Abdülbâkī, s. 147-148). Kaynakların bir kısmında da muhtemelen aynı eser olan Kitâbü'l-Fıḳh ile Kitâbü't-Tefḳīh ayrı eserler olarak kaydedilmiştir (İbnü'l-Kıftî, II, 146). Fażlü'l-ʿArab ʿale'l-ʿAcem ile el-ʿArab ve ʿulûmühâ da ayrı birer eser gibi zikredilmiştir (Ziriklî, IV, 137). Bir kısım araştırmacılar, İbn Kuteybe'nin eserlerini herhangi bir tasnife tâbi tutmadan ve bir yorum yapmadan klasik kaynaklardaki yanlışlıkları da tekrar ederek kaydetmişlerdir (meselâ bk. el-İmâme ve's-siyâse, neşredenin girişi, I, 13-14).

A) Tefsir ve Hadis. 1. Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân*. Kur'ân-ı Kerîm'e yapılan saldırılara cevap mahiyetindedir. Eserde ayrıca Kur'an'ın gramer, kıraat ve lugat yönleri de incelenmiştir. İlk defa Kahire'de yayımlanan (1935) eserin ilmî neşri Seyyid Ahmed Sakr (Kahire 1373/1954, 1393/1973, 1981) ve Ömer Muhammed Saîd Abdülazîz (Kahire 1989) tarafından gerçekleştirilmiştir. 2. Ġarîbü'l-Ḳurʾân*. Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân'ın bir devamı olup Seyyid Ahmed Sakr tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1378/1958; Beyrut 1978). İbn Mutarrif el-Kinânî, Kitâbü Teʾvîli müşkili'l-Ḳurʾân ile bu eseri el-Ḳurṭayn adıyla bir araya getirmiştir (Kahire 1355/1936). 3. Tefsîru sûreti'n-Nûr (Kahire 1343). 4. el-Müştebih mine'l-ḥadîs̱ ve'l-Ḳurʾân. Kaynaklarda Kitâbü'l-Müteşâbih mine'l-ḥadîs̱ ve'l-Ḳurʾân adıyla da geçen eserin (Brockelmann, GAL Suppl., I, 186) yazma nüshası mevcuttur (C. Zeydân, II, 174). 5. Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱*. İbn Kuteybe, hadise dair bu en önemli çalışmasında Mu'tezile âlimlerinin muhaddislerle ilgili ithamlarını cevaplandırmıştır. Çeşitli baskıları bulunan eser (meselâ nşr. Mahmûd Şehbenderzâde, Kahire 1326; nşr. Seyyid Ahmed Sakr, Kahire 1378/1958; nşr. Muhammed Zührî en-Neccâr, Kahire 1386/1966) Fransızca'ya ve Türkçe'ye de çevrilmiştir. 6. Ġarîbü'l-ḥadîs̱. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm'ın Ġarîbü'l-ḥadîs̱'ine almadığı garîb kelimelerin toplanmasıyla meydana gelmiştir. İbn Kuteybe'nin ilk telif ettiği eserlerden sayılan Ġarîbü'l-ḥadîs̱ Rızâ es-Süveysî (Tunus 1399/1978, 1402/1981), Abdullah el-Cebûrî (I-III, Bağdad 1398/1977), Süleyman b. İbrâhim el-Âyid (I-III, Cidde 1985) ve Sâmiye Muhammed Ahmed (I-II, Beyrut 1988) tarafından yayımlanmıştır. 7. Iṣlâḥu ġalaṭi Ebî ʿUbeyd fî Ġarîbi'l-ḥadîs̱. Gerard Lecomte tarafından Le Kitāb Iṣlāḥ al-Ġalaṭ d'Ibn Qutayba adıyla neşredilmiş (Beyrut 1968), ayrıca Abdullah el-Cebûrî tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1403/1983). 8. el-Mesâʾil ve'l-ecvibe fi'l-ḥadîs̱ ve'l-luġa. Kitâbü'l-Mesâʾil ve'l-cevâbât (İbnü'l-Kıftî, II, 146), el-Cevâbâtü'l-ḥâżıra (Süyûtî, s. 291) adlarıyla da kaydedilen eseri Hüsâmeddin el-Kudsî (Kahire 1349), Şâkir el-Âşûr (el-Mevrid, sy. 3 [Bağdad 1394/1974], s. 233-252) ve Mervân el-Atıyye – Muhsin Harâbe (Dımaşk-Beyrut 1410/1989) yayımlamıştır.

B) Dil, Edebiyat ve Lugat. 1. Edebü'l-kâtib*. Devlet hizmetinde görev alan kâtipler için yazılmış dil, kompozisyon ve imlâ esaslarıyla ilgili bilgileri ihtiva eden eser Vezir Ebü'l-Hasan Ubeydullah b. Yahyâ'ya ithaf edilmiştir. Çeşitli baskıları bulunan Edebü'l-kâtib'in (Kahire 1300, 1312, 1328, 1347, 1354) ilk ilmî neşrini Max Grünert gerçekleştirmiştir (Leiden 1900). Daha sonra Muhyiddin Abdülhamîd (Kahire 1355, 1377/1958, 1383/1963), Muhammed ed-Dâlî (Beyrut 1402/1981, 1405/1985) ve Ali Fâûr tarafından da (Beyrut 1408/1988) yayımlanan eseri Tâhir b. Sâlih el-Cezâirî özetleyerek Telḫîṣu Edebi'l-küttâb adıyla neşretmiştir (Kahire 1339/1920). 2. eş-Şiʿr ve'ş-şuʿarâʾ*. İki bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde şiir türleri hakkında bilgi verilmiş, ikinci bölümde başlangıçtan III. (IX.) yüzyılın ortalarına kadar gelen şairlerin biyografileri ve şiirlerinden örnekler yer almıştır. İlk olarak Rittershausen tarafından basılan eseri (Leiden 1875) daha sonra Michael Jan de Goeje, Nöldeke'nin Almanca'ya çevirdiği mukaddimesiyle birlikte yayımlamıştır (Leiden 1902). Arap dünyasında ise ilk defa ve eksik olarak Muhammed Emîn el-Hâncî tarafından neşredilen eserin (Kahire 1302) daha başka baskıları da vardır. 3. Meʿâni'ş-şiʿri'l-kebîr. Bazı kaynaklarda Meʿâni'ş-şiʿr adıyla da geçer (İbnü'l-Kıftî, II, 145). Konusu bakımından eş-Şiʿr ve'ş-şuʿarâʾnın bir zeyli gibi olan eser, şiir temaları hakkında yapılmış geniş bir çalışma olup on iki bölümden meydana gelmektedir. Abdurrahman b. Yahyâ el-Yemânî tarafından el-Meʿâni'l-kebîr fî ebyâti'l-meʿânî adıyla üç cilt halinde yayımlanan eseri (Haydarâbâd 1368-1369/1949-1950; Beyrut 1405/1984) Ebü'l-Hasan Abdullah el-Hatîb de neşretmiştir (Kahire 1985). 4. Telḳīnü'l-müteʿallim mine'n-naḥv. Nahve dair önemli muhtasarlardan olan eser, Cemâl Abdü'l-Atî Muhaymir (Kahire 1409/1989) ve Abdullah en-Nasîr tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1413/1993). Muhammed Selâmetullah Muhammed Hidâyetullah eser üzerinde yüksek lisans çalışması yapmıştır (1406/1986, Külliyyetü'ş-şerîa ve'd-dirâsâtü'l-İslâmiyye bi-câmiati Melik Abdilazîz [Mekke]). 5. el-İştiḳāḳ. Ali Şelak, kütüphane adı belirtmeden eserin nüshasının mevcut olduğunu söylemektedir (Merâḥilü teṭavvüri'n-nes̱ri'l-ʿArabî, II, 436).

C) Tarih ve Muhâdarât. 1. ʿUyûnü'l-aḫbâr*. İbn Kuteybe'nin kültür zenginliğini ortaya koyan kitap bir mukaddime ve on bölümden oluşmaktadır. Müellif eserde devlet adamlarında bulunması gereken özelliklerle savaş, seyyidlik, ilim, zühd, dostluk ve kadın gibi çok çeşitli konuları inceleyerek eski Arap kültürünün bir özetini yapar. Brockelmann, eserin ilk dört bölümünü (Kitâbü's-Sulṭân [1900], Kitâbü'l-Ḥarb [1903], Kitâbü's-Süʿdüd [1906], Kitâbü'ṭ-Ṭabâʾiʿ [1908]) Weimar ve Strasburg'da neşretmiştir. Eserin tamamını Ahmed Zekî el-Adevî yayımlamış (Kahire 1343-1348/1925-1930; I-IV, 1963), ilmî neşrini ise Yûsuf Ali Tavîl gerçekleştirmiştir (I-IV, Beyrut 1986). ʿUyûnü'l-aḫbâr'ın "el-Arab ve'l-Furûse" bölümü Min Kitâb ʿUyûni'l-aḫbâr: el-ʿArab ve'l-Furûse adıyla yayımlanmıştır (Dımaşk 1977). Josef Horovitz, ʿUyûnü'l-aḫbâr'ı İngilizce'ye çevirmiştir (IC, IV [1930], s. 171-198, 331-362, 487-530; V [1931], s. 1-27, 194-224). 2. el-Evâʾil. Çeşitli ilim, meslek ve sanat dallarının ilk temsilcilerini ele alan eser Muhammed Bedreddin el-Kahvecî tarafından yayımlanmıştır (Dımaşk 1407/1987). 3. el-Maʿârif*. Eserde, Hz. Âdem'den İslâm'ın doğuşuna kadar olan dönem özetlendikten sonra İslâm'ın başlangıcından Halife Müstaîn-Billâh'ın (ö. 252/866) son zamanlarına kadar geçen devirler hakkında ansiklopedik bilgi verilmiştir. İlk olarak Ferdinand Wüstenfeld tarafından neşredilen eserin (Göttingen 1850) ilmî neşrini Servet Ukkâşe gerçekleştirmiştir (Kahire 1960, 1969, 1981, 1992). Eser Hasan Ege tarafından el-Maârif, Nebiler ve Sahabilerin Sireti adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul, ts.).

D) Fıkıh ve Kelâm. 1. Kitâbü'l-Eşribe ve'ḫtilâfi'n-nâs fîhâ (Kitâbü İḫtilâfi'l-ʿulemâʾ fîmâ yeḥillü mine'l-eşribe ve yaḥrumü ve ḥüccetü külli ferîḳ minhüm, Kitâbü'ş-Şarâb). Kısaca el-Eşribe olarak anılan eser, helâl veya haram olduğu konusunda ihtilâf bulunan içeceklere dairdir. İlk baskısı Arthur Guy tarafından yapılan eseri (el-Muḳtebes, II [Dımaşk 1325], s. 234-248, 387-392, 529-535) daha sonra Muhammed Kürd Ali tahkik ederek yayımlamıştır (Dımaşk 1366). 2. Kitâbü'l-Meysir ve'l-ḳıdâḥ. Talih oyunlarının fıkhî hükümleriyle ilgili olan eseri Muhibbüddin el-Hatîb neşretmiştir (Kahire 1342, 1385/1965). 3. el-İḫtilâf fi'l-lafz* ve'r-red ʿale'l-Cehmiyye ve'l-Müşebbihe. İbn Kuteybe, kendisini Cehmiyye ve Müşebbihe'ye meyletmekle suçlayanlara karşı cevap olarak kaleme aldığı bu eserde Cehmiyye ve Müşebbihe'nin bazı müteşâbih âyetlerle ilgili görüşlerini de eleştirmiştir. Eser Zâhid Kevserî (Kahire 1349), Kâzım Hutayt (Beyrut 1990) ve Ömer b. Mahmûd Ebû Ömer (Riyad 1991) tarafından yayımlanmıştır.

E) Diğer Eserleri. 1. Fażlü'l-ʿArab ve't-tenbîh ʿalâ ʿulûmihâ. Şuûbiyye hareketine karşı kaleme alınan eserde Araplar ve İranlılar arasındaki asalet farklarının yanında Câhiliye döneminden Araplar'a intikal etmiş bilgilerden de söz edilmektedir. Eserin bir bölümünü Cemâleddin el-Kāsımî Ẕemmü'l-ḥased adıyla yayımlamış (el-Muḳtebes, Dımaşk 1325, II, 657-721), bir bölümünü de Muhammed Kürd Ali Resâʾilü'l-büleġā'nın içinde (s. 344-377) Kitâbü'l-ʿArab evi'r-red ʿale'ş-Şuʿûbiyye adıyla neşretmiştir (Kahire 1325, 1954, 4. bs.; Dımaşk 1947). 2. ʿİbâretü'r-rüʾyâ (Taʿbîrü'r-rüʾyâ, Teʾvîlü'r-rüʾyâ) (nşr. M. J. Kister, IOS, IV [Tel Aviv 1974], s. 67-103). 3. Delâʾilü'n-nübüvve (Aʿlâmü'n-nübüvve). Eserin bir bölümü, Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin el-Vefâ bi-aḥvâli'l-Muṣṭafâ adlı eserinde yer almakta olup (I, 62-73) bu bölüm ilk olarak Brockelmann tarafından yayımlanmıştır (Islamic Philosophy Theology and Science, XXII [1898], s. 35-36). Delâʾilü'n-nübüvve muhtemelen Muʿcizâtü'n-nebî (Hilâl Nâcî, XIX [1990], s. 158) adlı eserle aynı kitaptır. Enbârî, eserin adını Kitâbü Delâʾili'n-nübüvve mine'l-kütübi'l-münzele ʿale'l-enbiyâʾ olarak kaydetmektedir (Nüzhetü'l-elibbâʾ, s. 144). 4. Kitâbü'l-Envâʾ fî mevâsimi'l-ʿArab. Yıldızların hareketleriyle hava durumu ve iklimler arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çeşit halk meteorolojisi mahiyetindeki eser Charles Pellat ve Muhammed Hamîdullah tarafından yayımlanmış (Haydarâbâd 1375/1956), 1988'de Bağdat'ta bir baskısı daha yapılmıştır. 5. Risâle fi'l-ḫaṭ ve'l-ḳalem. el-Ḳalem adıyla da anılan eser (Süyûtî, s. 291) Hilâl Nâcî tarafından neşredilmiştir (el-Mevrid, XIX/1 [1990], s. 156-170). Müellifin bu sahada en-Nebât adlı bir eseri daha bulunmaktadır.

F) İbn Kuteybe'ye Nisbet Edilen Eserler. 1. el-Cerâs̱îm. Eserin "en-Neʿam ve'l-Behâʾim ve'l-Vaḥş ve's-Sibâʿ ve'ṭ-Ṭayr ve'l-Hevâm ve Ḥaşarâtü'l-arż" adlı bölümlerini neşreden Maurice Bouyges (Leipzig 1908) bunun Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm'a ait olduğunu söylemiştir. Esasen adı geçen bölümler, Ebû Ubeyd'in el-Ġarîbü'l-muṣannef adlı eserinin bir babıdır (DİA, VI, 314; X, 246). Eserin "en-Naḥl ve'l-kerm" adlı bölümü August Haffner tarafından Asmaî'ye nisbet edilerek yayımlanmış (Beyrut 1902), daha sonra aynı bölümü Luvîs Şeyho da neşretmiş ve bunun Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm veya Ebû Hâtim es-Sicistânî'ye ait olabileceğini söylemiştir. Aynı araştırmacı eserin "er-Raḥl ve'l-Menzil" bölümlerini de neşretmiş (Dix anciens traités de philologie arabe, Beyrut 1908, s. 121-140) ve bunları Ebû Ubeyd'e nisbet etmiştir. Ancak daha sonra el-Cerâs̱îm'in "Ebvâbü'l-leben ve'ş-Şarâb" bölümlerini yayımlarken bu defa İbn Kuteybe'ye nisbet etmiştir (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. 29-30). 2. el-İmâme ve's-siyâse*. Eserin İbn Kuteybe'ye aidiyeti Dozy, Gayangos ve de Goeje tarafından şüpheyle karşılanmıştır. Hz. Peygamber'in vefatıyla başlayıp Halife Emîn ve Me'mûn dönemlerine kadar gelen eser Muhammed Mahmûd er-Râfiî (Kahire 1322, 1327, 1377/1957), Tâhâ Muhammed Zeynî (I-II, Kahire 1967), Abbas el-Halebî (Kahire 1969) ve Ali Şîrî (I-II, Beyrut 1990) tarafından neşredilmiştir. 3. Vaṣıyyetü İbn Ḳuteybe li-veledihî Muḥammed. İshak Mûsâ el-Hüseynî eseri ilk olarak Ebḥâs̱ dergisinde yayımlamış (sy. 4 [Beyrut 1954], s. 68-82), daha sonra da tahkikli neşrini yapmıştır (MMİADm., XXX [1955], s. 546-559). 4. Kitâbü'l-Elfâẓi'l-muġrebe bi'l-elḳābi'l-muʿrebe (Brockelmann, GAL Suppl., I, 186).

İbn Kuteybe'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Dîvânü'l-küttâb, Câmiʿu'l-fıḳh (yine kaynaklarda zikredilen et-Tefḳīh, Kitâbü't-Tefeḳḳuh, Kitâbü'n-Nafaḳa ve Kitâbü'l-Fıḳh ile aynı eser olmalıdır), Câmiʿu'n-naḥvi'l-kebîr, Câmiʿu'n-naḥvi'ṣ-ṣaġīr, ʿUyûnü'ş-şiʿr, Ḥikemü'l-ems̱âl, Vücûhü'l-ḳırâʾât (muhtemelen İʿrâbü'l-ḳırâʾe, Kitâbü'l-Ḳırâʾe ve Âdâbü'l-ḳırâʾe ile aynı eserdir), Ferâʾidü'd-dür, Kitâbü'l-ʿİlm (ʿUyûnü'l-aḫbâr'ın "el-ʿİlm" adlı bölümü [III, 117-167] olması muhtemel bulunan eser İbnü'n-Nedîm'de geçmektedir, bk. el-Fihrist, s. 115), er-Red ʿale'l-ḳāʾil bi-ḫalḳi'l-Ḳurʾân, Kitâbü Ḫalḳi'l-insân, Kitâbü'l-Ḥikâye ve'l-maḥkî, Kitâbü Âdâbi'l-ʿişre, Kitâbü İʿrâbi'l-Ḳurʾân, Kitâbü'l-Ḫayl (muhtemelen İbn Kuteybe'nin Kitâbü Meʿâni'ş-şiʿri'l-kebîr'inin "el-Ḫayl" bölümüdür, bk. I, 8-180), Kitâbü'l-Vaḥş, Kitâbü'ṣ-Ṣıyâm, Kitâbü'n-Neseb, Kitâbü'l-Vüzerâʾ, Ṣınâʿatü'l-kitâbe, Siyerü'l-ʿAcem, Âletü'l-küttâb, Urcûze ḥavle ḥarfi'ḍ-ḍâd (İbn Kuteybe şiir söylememesine rağmen kendisine bu adla bir eser nisbet edilmektedir; bk. Kâzım Hutayt, s. 19), Meʿâni'l-Ḳurʾân, Münteḫabü'l-luġa ve tevârîḫu'l-ʿArab, İstimâʿu'l-ġınâʾ bi'l-elḥân.

Abdüsselâm Abdülhafîz Abdülâl, Naḳdü'ş-Şiʿr beyne İbn Ḳuteybe ve İbn Ṭabâṭabâ el-ʿAlevî (Kahire 1398/1978) adlı bir eser kaleme almıştır.

Tefsir İlmindeki Yeri. İtikadî, fıkhî ve lugavî meseleleri çözümlemek üzere Kur'an'a başvuranlardan bir kısmının ondan kendi düşüncelerini destekler tarzda istifade etmeye çalıştığını gören İbn Kuteybe, âyetlerin ve lafızların anlam sınırlarını belirlemek ve bunların nasıl yorumlanacağını göstermek için tefsir ilmine dair eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, Ġarîbü'l-Ḳurʾân, Tefsîrü sûreti'n-Nûr ve el-Müştebih mine'l-ḥadîs̱ ve'l-Ḳurʾân günümüze ulaşmışken İʿrâbü'l-Ḳurʾân, Meʿâni'l-Ḳurʾân ve Vücûhü'l-ḳırâʾât'in sadece isimleri bilinmektedir. İbn Kuteybe'nin bu eserlerinden hiçbiri bugünkü anlamda bir tefsir olmadığı gibi Kur'an'ın tamamına dair değerlendirmeler ihtiva etmezse de onun tefsirle ilgili görüşünün bunlardan hareketle ortaya konulması mümkündür. Teʾvîlü muḫtelefi'l-ḥadîs̱ adlı eserinde tefsir, te'vil ve Kur'an-sünnet teâruzuyla ilgili bilgiler bulunmaktadır. İbn Kuteybe, tefsire dair eserlerinin en önemlisi olan Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân'da ağırlıklı olarak Kur'an'a yöneltilen eleştirilere cevap vermeye ve ondan kendi görüşlerini teyit için istifade etmeye çalışan çeşitli fırkalara mensup âlimlerin hatalarını göstermeye çalışmış, sûrelerde yer alan müşkil kelime ve ibarelerin açıklamasına fazla yer vermemiştir. Ġarîbü'l-Ḳurʾân'da ise ilk bakışta mânası kapalı gibi görünen kelime ve ibareler açıklanmıştır.

Mushafın tertibi ve mushafta fazlalık veya eksikliğin bulunup bulunmadığı konusu bazı şarkiyatçılar tarafından tartışılmıştır. İbn Kuteybe'nin bu konudaki görüşü oldukça nettir. Meselâ Ġarîbü'l-Ḳurʾân'da sûrelerin dizilişi üzerinde icmâ bulunan tertibe göredir. Bu hassasiyetini Übey b. Kâ'b ve İbn Mes'ûd mushafları için de gösteren İbn Kuteybe, Übey b. Kâ'b'ın kunût dualarını Kur'an'dan zannedip mushafına alarak, İbn Mes'ûd'un ise Fâtiha, Felak ve Nâs sûrelerini mushafına almayarak ashaba muhalefet ettiklerini söyler (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 24-25, 38, 42-49). Arap dili ve kültüründen kaynağını alan mecaz, istiare, temsil, kalb ve takdim-tehirler ihtiva etmesi sebebiyle Kur'an'ın tercümesinin mümkün olmadığını ileri süren İbn Kuteybe bunlara dair çeşitli örnekler vermiştir (a.g.e., s. 21 vd.).

Kur'an tefsirinde rivayet ve dirâyet metodunu birlikte kullanmakla beraber İbn Kuteybe daha çok Ebû Amr b. Alâ, Halîl b. Ahmed, Sîbeveyhi, Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ ve Ferrâ gibi dil âlimlerinin yolundan gitmiştir. Ona göre ibarenin anlaşılması için aslolan kelimedir. Metin içindeki kelimeler tam olarak anlaşılmadığı takdirde cümlenin yanlış kavranması veya anlamının daralması muhtemeldir (Münîr Sultân, sy. 8 [1989], s. 9-10). İbn Kuteybe mânası kapalı âyetleri açıklarken Kur'an'dan hareket etmiş, daha sonra hadislere, sahâbe ve tâbiîn sözlerine, müfessirlerin değerlendirmelerine başvurmuş, bu görüşler arasında tercihlerde bulunmuştur. Aynı zamanda kelimelerin morfolojik, etimolojik ve semantik incelemelerini de yaparak Arap şiiri ve nesrinden örnekler vermiştir (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 269-270). İbn Kuteybe âyetlerin anlamlarını pekiştirmek ve açıklamak, garîb kelimeleri yorumlamak, sebeb-i nüzûlü göstermek, nâsih ve mensuhunu ayırt etmek için hadislere başvurmuştur. Meselâ Kur'an'da farklı sîgalarda on üç defa geçen kunût masdarını (a.g.e., s. 451) ve Hucurât sûresinin 4. âyetinin nüzûl sebebini (a.g.e., s. 283) bu şekilde açıklamıştır.

İbn Kuteybe Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân'da ayrı bir başlık altında, Ġarîbü'l-Ḳurʾân'da ise yeri geldikçe kıraat farklılıklarına da temas etmiştir. Ona göre kıraat vecihlerinin büyük bir kısmı Resûl-i Ekrem'in Kur'an'ın yedi harf üzere indiğine, herkesin kolayına gelen vecihle okuyabileceğine dair beyanı sebebiyle ortaya çıkmıştır (a.g.e., s. 33-38). Kıraat farklılıkları bazan âyetin bir başka yönünü de ortaya çıkarır. Nitekim Yûsuf sûresinin 45. âyetindeki kelime "ümmetin" diye okunduğunda hapis arkadaşının Yûsuf'u bir zaman sonra hatırladığını belirtirken "emehin" diye okununca unuttuktan sonra hatırladığını ifade eder (a.g.e., s. 40-41, 180-181). Bu arada İbn Kuteybe çeşitli kıraat râvilerini, hocalarını ve imamlarını da değerlendirir. Meselâ yedi kıraat imamından biri olan Hamza b. Habîb'in kıraatini şiddetli bir şekilde eleştirip onu Allah'ın kolaylaştırdığını zorlaştırmakla suçlar. Ayrıca Hamza'nın bu kıraat şekillerini okutup öğretmesine rağmen bunlarla namazı câiz görmemesini anlaşılmaz bir davranış olarak niteler (a.g.e., s. 59-61).

Kur'an'da tenâkuz ve ihtilâfın bulunmadığını söyleyen İbn Kuteybe'ye göre bazılarının bu yönde ileri sürdüğü düşünceler yanlış anlama ve yorumlamanın ürünüdür. Meselâ Kāf (50/28) ve Mürselât ile (77/35) Bakara (2/111), Neml (27/64), Kasas (28/75) ve Zümer (39/31) sûrelerinin, bir yandan âhirette insanların Allah'ın huzurunda konuşamayacağını, öte yandan onların birbirleriyle tartışıp delillerini getireceklerini ifade eden âyetleri arasında çelişki varmış gibi gösterilmişse de bu husus, Kur'an'ın kendine has üslûbundan ve siyaktan anlaşılabilecek şeylerin âyet metninde yer almamasından kaynaklanmaktadır (a.g.e., s. 66). Kur'an gibi bir kitapta müteşâbihlerin bulunması tabiidir ve Kur'an dili olan Arapça'da esasen bu tür kullanışlar mevcuttur. Bunun dikkat çekici bazı örnekleri Resûl-i Ekrem'in hadislerinde yer aldığı gibi Kur'an'daki müteşâbihlere benzer kapalılıklar hukuk, matematik, ferâiz ve nahiv gibi ilimler için de söz konusudur. Muhkem ve müteşâbihi birbirinin karşıtı olarak görmeyen ve müteşâbihin çerçevesini biraz geniş tutan İbn Kuteybe, lafızları benzer olduğu halde anlamları farklı olan kelimelere müteşâbih dediği gibi anlaşılmasında bir kapalılık veya zorluk bulunan kelimeleri de bu kategoride ele alır ve müteşâbihin te'vilini mümkün görür. Buna göre Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti, "Kur'an'ın te'vilini ancak Allah ve ilimde derinleşenler bilir" şeklinde anlaşılmalıdır. Eğer ilimde ileri geçenler onun te'vilini yapmayıp, "İnandık, bunların hepsi rabbimizin katındandır" demekle yetinmiş olsalardı cahillerle aralarında fark kalmazdı. Nitekim müfessirler, hurûf-ı mukattaaya varıncaya kadar Kur'an'ın müteşâbihini yorumlamaya çalışmışlardır. Aksi takdirde hidayet ve açıklama (tibyan) kitabı olarak tavsif edilen Kur'an'ın (Âl-i İmrân 3/138; en-Nahl 16/89) anlaşılmaz ve çelişkili olduğu yönündeki eleştirileri kabul etmek gerekecektir (a.g.e., s. 86-102). Kur'an'da mecaz bulunmasının bir kusur olarak öne sürüldüğünü belirten İbn Kuteybe bunun her dilde olan tabii bir anlatım yolu olduğunu söyler. Bundan dolayı Fussılet sûresinde (41/11) Allah'ın göğe ve yere hitabıyla bu ikisinin cevap vermesi, Kāf sûresinde (50/30) cehennemle konuşması ve onun cevabı hakkındaki eleştirileri yersiz bulur (a.g.e., s. 106, 108). Kur'an'da yer alan istiare de dilde pek çok örneği bulunan bir edebî sanattır (a.g.e., s. 137). İbn Kuteybe'nin tefsire dair eserleri dil ağırlıklı olmakla birlikte bunlarda fıkhî ve kelâmî konulara da girilmiş ve ilgili âyetler bu açıdan da yorumlanmıştır (örnekler için bk. Kurt, s. 194-205). İbn Kuteybe yer yer Ehl-i sünnet'in görüşlerine aykırı fikirler de ileri sürmüştür. Hz. Yûnus'un kavmine öfkelenerek başını alıp gitmesinden söz eden âyetle (el-Enbiyâ 21/87) Hz. Âdem'in durumundan bahseden âyetin (Tâhâ 20/121) peygamberlerin de günah işlediğine delil olduğunu söylemesi (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 402-403; Münîr Sultân, s. 16-17) buna örnek gösterilebilir.

Sahâbeden İbn Abbas ve İbn Mes'ûd, tâbiînden Katâde b. Diâme, Mücâhid b. Cebr ve Hasan-ı Basrî, sonraki dönemlerden Ebû Ubeyde ve Ferrâ, İbn Kuteybe'nin görüşlerinden istifade ettiği âlimler arasında ilk sırayı alır (nakiller için bk. Kurt, s. 123-133). Hadislerin tedvîn döneminde yaşayan ve Kütüb-i Sitte imamlarıyla çağdaş olan İbn Kuteybe, kullandığı hadisleri ve rivayetleri ya kendi rivayet zinciriyle nakletmiş ya da başka eserlerden almıştır. Ebû Ubeyde'nin Mecâzü'l-Ḳurʾân'ı ile Ferrâ'nın Meʿâni'l-Ḳurʾân'ından bir hayli faydalanmış olmasına rağmen yer yer bunları eleştirmekten de geri durmamıştır (meselâ bk. Abdülhamîd Seyyid Taleb, s. 185-188). Taberî, İbn Fâris, Fahreddin er-Râzî, Kurtubî ve Ebû Hayyân el-Endelüsî gibi müellifler İbn Kuteybe'nin kelime tahlillerine ve yorumlarına büyük değer vermişlerdir. Seyyid Ahmed Sakr'a göre İbn Fâris'in Meḳāyîsü'l-luġa ile eṣ-Ṣâḥibî fî fıḳhi'l-luġa ve sünenü'l-ʿArab fî kelâmihâ, Ebû Hayyân'ın Tuḥfetü'l-erîb ve Taberî'nin Câmiʿu'l-beyân'ında İbn Kuteybe'nin eserlerinin etkisi açıkça görülmektedir (Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. 83-84; Tefsîru ġarîbi'l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. d; Ebû Hayyân el-Endelüsî, neşredenin girişi, s. 36).

İbn Kuteybe'nin tefsir ilmine katkısından övgüyle bahseden ilim adamları olduğu gibi onu eleştirenler de vardır. Seyyid Ahmed Sakr, Ġarîbü'l-Ḳurʾân'ı telif tarzı itibariyle Câhiz'in eserlerinden üstün görmüş (Tefsîru ġarîbi'l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. e), Münîr Sultân, İbn Kuteybe'nin Kur'an nazmını anlama ve hissetmedeki ince zevkinden, tefsir ve te'villerine bu zevkin hâkim olduğundan söz etmiştir. Muhammed Zağlûl Sellâm da onun Kur'an'ın anlaşılmasına ve Arap edebiyatı tenkitçiliğine yaptığı olumlu katkıya işaret etmiştir (Es̱erü'l-Ḳurʾân, s. 101-150). Çağdaş araştırmacılardan Nasr Hâmid Ebû Zeyd ise İbn Kuteybe'yi kendisinden öncekilerin ortaya koyduğu bilgilere neredeyse hiçbir şey ilâve etmeyen bir kişi olarak göstermiş, eleştirdiği Mu'tezile'nin hatalarını tekrar etmekle suçlamıştır (el-İtticâhü'l-ʿaḳlî fi't-tefsîr, s. 169-177).

İtikadî Görüşleri. İbn Kuteybe Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs, Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, Delâʾilü'n-nübüvve (Aʿlâmü'n-nübüvve) adlı eserlerinde yer verdiği itikadî görüşleriyle Mu'tezile karşısında Selef akaidini savunan bir âlimdir. Ona göre din, duyuların ötesinde bulunan gayb âlemine iman esasına ve dolayısıyla Hz. Peygamber'in hadislerine de inanmaya dayanır. İslâm dininin yanı sıra diğer dinler için de durum aynıdır. Gayba iman etmeye dayanmayan bir din yoktur. Bundan dolayı bazı hadisleri, dil kurallarına ve cedele başvurmak suretiyle inkâra varacak şekilde te'vile kalkışanlar Hz. Peygamber ile ashabının yolundan çıkmış olur. Ayrıca haber-i vâhid oldukları gerekçesiyle bazı hadisleri reddetmek müslümanların birliğini yıkmak anlamına gelir. Hadislerin toplanmasından önce müslümanların çok çeşitli gruplara ayrılmış olması bunu göstermektedir. Ancak hadisler bir araya getirildikten sonra müslümanların birliği sağlanmış, kişilerin re'yleriyle değil hadislerle hüküm verilerek meseleler çözülmüş ve Resûl-i Ekrem ile ashabının takip ettiği yol ortaya çıkmıştır. Bu yolu yani Ehl-i sünnet mezhebini de ehl-i hadîs temsil etmiştir. Mücmel olan Kur'an'ın açıklanması için hadislere başvurmak zaruridir, çünkü Kur'an'da bütün dinî konular ayrıntılı biçimde açıklanmamıştır (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 73-86, 229). Hadislerin sahihleri bulunduğu gibi zayıf ve mevzû olanları da vardır, nitekim hadis âlimleri onları bu açıdan tasnife tâbi tutmuştur. Bütün hadisler zâhirî mânada olmayıp bir kısmında teşbih, temsil ve kinâyeler bulunmaktadır. Bu tür hadislerin te'vilini müteşâbih âyetlerde olduğu gibi ancak Selef âlimleri yapabilir. Fakat bu te'vil, sıfât-ı meânîyi reddedenlerin yaptığı gibi nasları gerektirdikleri anlamın dışındaki bir alana çevirmek değil, nasların anlatmak istediği mânayı açıklamaktan ibarettir (a.g.e., s. 121, 224; İbn Teymiyye, I, 205; V, 381-382).

Mu'tezile âlimlerine karşı hadisleri ısrarla savunan İbn Kuteybe, Ehl-i sünnet'e mensup olduğunu açıklamasına ve Müşebbihe'yi eleştirmesine rağmen Dârekutnî, Beyhakī, Zâhid Kevserî gibi bazı âlimler tarafından Müşebbihe veya Kerrâmiyye'ye nisbet edilmiştir. Zehebî, İbn Kuteybe'nin hadis bilmediğini kabul etmekle birlikte onun eserlerinde teşbihe varan görüşlerin bulunmadığını belirtir ve ona yapılan bu isnadı isabetli görmez (Aʿlâmü'n-nübelâʾ, XIII, 298-300).

İbn Kuteybe'nin Mu'tezile kelâmcılarına yönelttiği eleştirileri şu noktalarda toplamak mümkündür. a) Kelâmcılar dinî konuları akıl yürüterek ve kıyasa başvurarak çözmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken önce kategoriler, tafra, tevellüd gibi felsefî nazariyeleri doğrulukları tartışılmaz birer ilke olarak kabul etmiş, sonra da bunlara uymayan âyet ve hadislere te'vil yoluyla gerçek anlamlarından farklı anlamlar yüklemişlerdir. Halbuki Kur'an ile hadislerin ince hikmetleri ve mânalarının bu yolla bilinmesi mümkün değildir (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 3-9). Bu sebeple kelâmcıların nasları anlamak için benimsedikleri bu yöntem isabetli değildir. Nitekim onların birbirini tekfir eden gruplara ayrılması bunu göstermektedir. Tevhid, ilâhî sıfatlar, berzah, cennet, cehennem, levh vb. konulardaki derin görüş ayrılıkları onların ihtilâflarına dair örneklerdir. Dinin tâli meselelerinde farklı görüşlerin ileri sürülmesi mümkün olmakla birlikte aslî meselelerde ihtilâf etmek câiz değildir (a.g.e., s. 3, 14-16). b) Kelâmcılar dinî hayat konusunda çok gevşek bir tutum sergilemiş, meselâ bazıları nasların açıkça yasakladığı içkinin haram olmadığını iddia etmeye kalkışmıştır (a.g.e., s. 60-61). c) Kelâmcılar haber-i vâhidin ifade ettiği bilgiyi akaid alanında önemsememişlerdir; halbuki Allah, toplumlara aynı anda tek bir insanı peygamber olarak gönderip ona uymalarını emretmiştir. Bu ise doğru söyleyen tek bir kişinin bile haberine güvenilebileceğini göstermektedir (a.g.e., s. 66).

İbn Kuteybe'nin itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: 1. Ulûhiyyet. Farklı şekillerde adlandırıp nitelendirse, hatta puta tapsa da mutlaka her insan kendini yaratan bir varlığın mevcudiyetine inanır, selim aklıyla başbaşa kalınca bunun doğruluğunu tasdik eder (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 129). İlâhî sıfatlar konusunda tenzihte aşırı giden kelâmcılar da ispatta ifrata düşen teşbih taraftarları da doğruyu bulamamışlardır. Allah Teâlâ dinde itidali emrettiğine göre sıfatlar konusunda da mutedil bir yol takip etmek gerekir. Esasen insanlar, sıfatların mahiyetini bilmek gibi beşer gücünü aşan bir hususla mükellef tutulmamıştır. Buna göre naslarda Allah'a atfedilen sıfatları irdelemeden ispat edip Allah'ı yaratıklarına benzetmemek temel ilkedir. Bunu dikkate alarak Allah'ın ilimle âlim, kudretle kādir olduğuna inanmak gerekir. Âlimin ilim, kādirin kudret sahibi olduğu herkesçe kabul edilen bir husustur. Sem' ve basar ise ilimden ayrı iki sıfattır (a.g.e., s. 208, 217-218; el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 22-24).

Allah zâtıyla değil ilmiyle her yerdedir, zâtıyla arştadır, arş ise "taht" mânasına gelir. O'nun arşa istivâ etmesi tahtına yerleşmesi demektir. Allah'ın zâtıyla her yerde olması hulûlü gerektirir. Bu ise İslâm'la bağdaşmayan bir inanç olduğu gibi akla da aykırıdır. Her semavî din mensubu Allah'ın gökte olduğuna inanır (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 68, 271-274; el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 35-37). Naslarda geçen "yed", "ısbâ'", "nüzûl", "nefs", "nefh" sıfatları irdelenmeden Allah'a atfedilmelidir; bunlar hakkında ileri sürülen te'viller isabetsiz olup dil kurallarıyla da bağdaşmaz. "Vech" ile kastedilen ise Allah'ın zâtıdır (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 70, 209-210; el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 28-32, 46-47). Dünyada yaratıklarının hiçbirine görünmeyen Allah âhirette müminlerce görülecek ve bu Allah'ın müminlere vereceği görme gücü ile gerçekleşecektir. Rü'yetullah konusundaki hadisler kabul edilmediği takdirde dinin namaz, hac, zekât ve talâka dair hükümlerini kanıtlamak da imkânsız hale gelir (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 205; el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 33, 35).

Kur'an Allah kelâmı olup mahlûk değildir. Kur'an'ı telaffuz edişin mahlûk olup olmadığına dair ihtilâflar, meselenin ince tahliller gerektiren zor bir konu niteliği taşımasına bağlıdır. Halku'l-Kur'ân müslümanlar arasında yaygın olarak tartışılan bir mesele haline gelince Ahmed b. Hanbel'e farklı ve çelişkili görüşler atfedilmeye başlanmıştır ki bunların bir kısmı uydurmadır. Kur'an metnini okuma insana ait bir fiil olduğundan mahlûktur, okumaya konu teşkil eden lafızlar ise Allah kelâmı olduğu için gayri mahlûktur (el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 50-65).

Her şeyin Allah'ın kaderi ve kazâsına göre vuku bulduğuna inanmak farzdır, bu konuda mânası açık bulunan birçok âyet ve hadis vardır. Bununla birlikte ilâhî bir sır olan kader meselesinin çözülmesi mümkün değildir. İnsanların sahip bulundukları yetenek ve imkânlar, ayrıca karşılaştıkları olaylar incelendiği takdirde bu husus açıkça görülür. Güçlü bir kişinin âciz kalması, akıllının fakir, aptalın zengin olması, kahramanın yenilgiye uğrayıp korkağın galip gelmesi bunu gösteren örneklerden bazılarıdır. Ayrıca insanlar sahip oldukları üstünlükler açısından ve ilâhî lutuflara mazhar oluşları bakımından farklılık arzeder. Bir grup insanın zengin bir coğrafyada doğarak büyük nimetlere kavuştuğu, bedenlerinin yapı ve renk itibariyle güzel olduğu, lezzetli yiyeceklere sahip bulunduğu, ilim, düşünce ve sanat alanında ileri merhalelere ulaştığı, buna karşılık bir grup insanın da maddî ve mânevî imkânlardan yoksun bulunan fakir bir coğrafyada doğduğu, yapı ve renk itibariyle çirkin olduğu, değerli yiyecek, giyecek ve meskenlerden mahrum bırakıldığı, kiminin peygamber kültürüyle yetiştiği, kiminin ise bundan habersiz bir ortamda yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bu tablo, Allah'ın insanlara farklı kaderler tayin ettiğini ve kulları hakkında dilediği şekillerde takdirlerde bulunduğunu kanıtlar. Ancak bu gerçek Allah'ın kullarına zulmettiği anlamına gelmez. Zira O mülkünde dilediğini yapan ve kullarını dilediği gibi imtihana tâbi tutandır. Kullarına bu imtihanı başarmalarını sağlayacak kudret vermiştir. Bundan dolayı kullar yaptıkları fiillerden ötürü ceza veya mükâfata müstahak olurlar (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 27-28, 30, 236; el-İḫtilâf fi'l-lafẓ, s. 14-17, 21-23).

2. Nübüvvet. Peygamberler gaybdan haber vererek insanları bilgilendiren elçilerdir. Doğruluklarının delili gösterdikleri mûcizelerdir. Resûl-i Ekrem'in hissî mûcizelerini inkâr etmek nübüvvetine dair delillerin eksik olduğunu ileri sürmek demektir. Peygamberler büyük günahlardan korunmakla birlikte bazı küçük günahlar işlemişlerdir. Hz. Âdem'in rabbine isyan edip sapması (Tâhâ 20/121), Hz. Yûsuf'un Züleyha'ya karşı arzu duyması (Yûsuf 12/24), Hz. Yûnus'un iman etmeyen kavmine öfkelenerek onlardan uzaklaşması (el-Enbiyâ 21/87) bunu kanıtlayan delillerdir. Kelâmcıların bu âyetleri dil kurallarına uymayan te'villere tâbi tutarak peygamberlerin küçük günah işlemediklerini iddia etmeleri tutarlı değildir. Hz. Peygamber'e dahi Kur'an'da bazı uyarılar yapılmıştır (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 116-117, 171; Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 402-409; Tefsîru ġarîbi'l-Ḳurʾân, s. 145).

3. Âhiret, İman-Küfür. Akıl, çürümüş cesetlerin diriltilmesini mümkün gördüğüne göre berzah âleminde ölülerin nimet veya azaba uğratılmasını da kabul eder. Kur'an'da ve hadislerde bunun vuku bulacağını haber veren beyanlar vardır (Âl-i İmrân 3/169; el-Mü'min, 40/46). Hz. Peygamber'in kabir azabından Allah'a sığındığını bildiren rivayetler meşhurdur. Kur'an'da berzah âlemine dair özlü olarak verilen bilgiler hadislerde ayrıntılı biçimde açıklanmış ve bu konuda herhangi bir tereddüde mahal bırakılmamıştır. Ölenlerin ruhları iman ve itaatlerine göre "illiyyîn"e veya "siccîn"e gider (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 150-154, 167, 245, 247; Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 83).

Ruh-beden bütünlüğü içinde göklere yükseltilen Hz. Îsâ kıyametin kopmasından önce dünyaya inecek ve âhir zamanda bütün Ehl-i kitap ona iman edecektir. Onun inişi kıyametin yakında kopacağına dair açık bir alâmet olacaktır (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 188; Tefsîru ġarîbi'l-Ḳurʾân, s. 137). Buna işaret eden âyetler de vardır (en-Nisâ 4/158-159; ez-Zuhruf 43/61).

İman tasdikten ibarettir. Tasdik ehli sayılan insanlar üç grup halinde mütalaa edilebilir: Sadece diliyle tasdik eden münâfıklar, hem dili hem de kalbiyle tasdik eden, fakat büyük günah işleyenler, büyük günahlardan sakınan gerçek müminler. Buna göre gerçek imanın üç unsuru vardır: Kalp ve dil ile tasdik edip ilâhî buyrukları yerine getirmek. İnkâr mânasına gelen küfür ise ulûhiyyet, nübüvvet ve âhiret hayatı gibi temel ilkeleri inkâr yanında bir te'vile dayanarak meselâ kaderi, mest üzerine meshi ve bir anda üç talâkın vuku bulduğunu inkâr etme gibi hususları da içerir. Ancak bu sonuncu durum küfrü gerektirmez (Teʾvîlü muḫtelifi'l-ḥadîs̱, s. 120, 170-172; Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân, s. 482; Tefsîru ġarîbi'l-Ḳurʾân, s. 10).

İbn Kuteybe Hatîb el-Bağdâdî, Zehebî, Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Süyûtî tarafından, döneminde Ehl-i sünnet'i temsil eden önemli bir Selefî âlim olarak kabul edilmekle birlikte onun Selef'in yolundan ayrılarak teşbihe düştüğünü söyleyenler de vardır. Ona yöneltilen eleştiriler şu noktalarda toplanır: a) İbn Kuteybe "vech"i "zât" diye te'vil etmesi örneğinde olduğu gibi bazı âyetleri, ayrıca sahih olan veya olmayan bazı hadisleri te'vil ettiği halde aynı yöntemi kullanarak nasları anlamaya çalışan kelâmcıları eleştirmiştir. b) Hadisleri zaman zaman Tevrat ve İncil'e dayanarak açıklamış ve onlardan delil getirmiştir. c) Arşa istivâ sıfatına "Allah'ın tahtına yerleşmesi" mânası vermekle Selef inancına aykırı davranmıştır, çünkü Selef'ten böyle bir mâna nakledilmemiştir. d) Kur'an'ı telaffuz eden insanın fiilini hâdis, bu fiile konu olan harfleri ezelî kabul etmiştir, bu ise bir çelişkidir. e) Ehl-i beyt'ten yüz çevirip Nâsıbe'ye meyletmiştir.

Çoğu Zâhid Kevserî tarafından el-İḫtilâf fi'l-lafẓ adlı eserin neşrinin dipnotlarında kaydedilen ve haklı tarafları bulunan bu eleştiriler İbn Kuteybe'nin Selefî bir âlim olmadığını söylemek için yeterli görünmemektedir. Aslında İbn Kuteybe, hem el-İḫtilâf fi'l-lafẓ'da hem Teʾvîlü müşkili'l-Ḳurʾân'ında önceki aşırı görüşlerinden dönerek mutedil bir çizgiye gelmiştir. Zehebî'nin de belirttiği gibi hadis bilgisi yetersiz olduğundan bazı zayıf veya mevzû rivayetleri te'vile tâbi tutması, diğer taraftan böyle bir yöntemi kelâmcılar için câiz görmemesi İbn Kuteybe adına belirtilmesi gereken önemli bir hatadır. Peygamberlerin ismet sıfatı, imanı oluşturan unsurlar ve benzeri itikadî konulara dair görüşleriyle Selefiyye mezhebinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Özellikle kelâmcılara yönelttiği eleştirilerden Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin etkilendiğini söylemek mümkündür. Her iki müellifin de bu konularda benzer görüşleri savunması bunu kanıtlayıcı mahiyettedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA