İbnü’l-vezîr ebû abdullah

775 (1373-74) yılında Yemen'in Sevde bölgesinde doğdu. İbnü'l-Vezîr künyesini, beşinci ceddi Vezîr Muhammed el-Afîfî'den itibaren Âlü'l-Vezîr olarak bilinen ailesinden dolayı almıştır. İlimle şöhret bulmuş bir aile çevresinde yetişen, babası şair ve hatip olan İbnü'l-Vezîr, başta Kadı Ali b. Abdullah b. Ebü'l-Hayr ve Tecrîdü'l-keşşâf sahibi Seyyid Ali b. Muhammed b. Ebü'l-Kāsım olmak üzere birçok hocadan kelâm, fıkıh usulü ve aklî ilimleri tahsil etti. Daha sonra Yemen'in o dönemdeki başşehri olan Taiz'e gitti, orada İmam Nefîsüddin b. İbrâhim el-Alevî'den icâzet aldı; ardından Mekke'ye geçerek Muhammed b. Abdullah b. Zuhayre eş-Şâfiî gibi âlimlerle tanıştı. Bu görüşmeler düşünce dünyası için bir dönüm noktası teşkil etti ve Zeydiyye mezhebinden ayrılarak Selef anlayışını benimsedi. Mekke'de iken Yemen'deki hocalarından Seyyid Ali b. Muhammed ile tartışmalara girdi ve ona reddiye olmak üzere el-ʿAvâṣım ve'l-ḳavâṣım adlı eserini yazdı. Ömrünün sonlarında Hicaz'dan ayrılıp Yemen'e döndü; ancak burada mutaassıp Zeydîler'in sert tenkitlerine mâruz kaldığı gibi çeşitli merciler nezdinde hakkında iftiralarda bulunuldu. Bu sırada birkaç defa inzivaya çekilerek ücra yerlerde ve mağaralarda yaşamaya başladı. En son uzletinde Îs̱ârü'l-ḥaḳ adlı eserini telif ettikten kısa bir müddet sonra vebaya yakalanarak öldü ve San'a'daki Ferve b. Müseyk Mescidi'nin yanına defnedildi.

Talebelik hayatını anlatırken gençliğini kelâm ve cedel ilimleriyle çeşitli mezhep telakkileri uğrunda harcadığını belirten İbnü'l-Vezîr itikadda aklî istidlâlin vâcip, taklidin ise küfür olduğu şeklindeki prensibin bu yönelişinde büyük rol oynadığını belirtir. Ancak kesin bir sonuca ulaşamadığı için pişmanlık duygusuna kapıldığını, bu sebeple Kitap ve Sünnet'e dönerek bunları incelemeye başladığını kaydeder. Bu incelemeleri sonunda vardığı neticeye göre âyet ve hadislerde inanç esaslarını ispatlayan yeterli kanıt ve İslâm muhaliflerine karşı cevapların yanı sıra tebliğ ve irşada yönelik çeşitli yöntemlerin mevcut olduğunu söyleyen İbnü'l-Vezîr'in en son ulaştığı bu nokta kendi ifadesiyle mânevî açıdan şifa bulup rahatlamasını sağlamıştır (el-ʿAvâṣım ve'l-ḳavâṣım, I, 201-202). Geri kalan ömrünü de "kesin bilgiye ve mânevî kurtuluşa ulaşmada en kısa ve fıtrata en uygun yol" olarak tanımladığı sahâbe ve Selef yolunu açıklamaya ve yenileştirmeye hasretmiştir (Îs̱ârü'l-ḥaḳ, s. 20-21).

İbnü'l-Vezîr dinin temel konularını yedi grupta toplar. Bunlar zarurî ilimlerin ispatı, Allah'ın varlığı, birliği, isimleri, nübüvvetin gerekliliği, fark gözetmeden peygamberlere iman ve bid'atları terk şeklinde özetlenebilir. İlkelerin ilk altısı İslâm'ın bütünü olup bunlara muhalefet veya haklarında görüş beyan etmek küfürdür. Hemen hemen bütün insanlar, Kitap ve Sünnet'te ayrıntılı biçimde yer alan bahis mevzuu ilkeleri genel çerçeve içinde kavramaya fıtrî olarak yatkın olduklarından bunlar için ispat ve istidlâllere girişmeye gerek yoktur (a.g.e., s. 21).

Temel itikadî meselelerde Selef metodunu benimseyen İbnü'l-Vezîr eserlerinde Allah'ın varlığı, sıfatları, kader ve tekfir gibi konularda genellikle İbn Teymiyye ekolünün görüşlerini tekrar etmiştir. Allah'ın varlığını ispatta fıtrat delili üzerinde dururken inanç konularının genelinde de Kur'ânî istidlâlleri öne çıkarmaya çalışır. Kur'an'daki delillerin felsefî delillerden daha isabetli ve kesin olduğunu söyleyen İbnü'l-Vezîr, bu görüşünü kanıtlamak amacıyla Tercîḥu esâlîbi'l-Ḳurʾân ʿalâ esâlîbi'l-Yûnân adlı risâlesini kaleme almıştır. Kur'an âyetlerinin rubûbiyyet, tevhid ve nübüvvetin aklen ispatında kâfî gelmediği düşüncesi ona göre bir yanılgıdan ibarettir. Zira Kur'an'da çeşitli aklî istidlâlleri ihtiva eden ve bilhassa Allah'ın varlığını belirten birçok âyet bulunmaktadır. Arazların hudûsu, imkân, ahvâl, tevlîd, tafra gibi nazariyeler ihtilâf ve karışıklığa yol açtıkları için usûlü'd-dîn açısından bir fayda sağlamamaktadır (Tercîḥu esâlîbi'l-Ḳurʾân, s. 9-22).

İbnü'l-Vezîr'in eserleri incelendiğinde onun en çok tepki gösterdiği hususların kelâmcılar arasındaki ihtilâflar, mezhepler ve şahıslar arası tartışmalar ve giderek yaygınlaşan tekfir suçlamaları olduğu görülür. Ona göre ihtilâfların sebebi, açık bir şekilde tebliğ edilen iman esaslarının kelâmcılar tarafından zor ve kapalı delillerle ispat edilmeye çalışılmasıdır. Halbuki karmaşık istidlâller hem anlamayı zorlaştırıp ihtilâfı arttırmakta hem de tekfir suçlamalarına sebep olmaktadır. Bir ilmin güç meseleleri ele alması o ilimde ihtilâfların çok olmasını gerektirmez. Meselâ matematik ve astronomi en ince hesapları gerektiren ilimler oldukları halde hükümlerinin çoğu doğrudur ve üzerinde ittifak vardır. Buna karşılık astrolojinin konuları karmaşık, önerme ve öncülleri de yanlıştır. Dolayısıyla bir ilimdeki ihtilâflar zorluktan değil ondaki kuralların zayıflığından kaynaklanmaktadır (Îs̱ârü'l-ḥaḳ, s. 15-20). İbnü'l-Vezîr teorik konularla uğraşan kelâmcının durumunu, henüz ortaya çıkmayan bir hastalığa karşı önceden ilâç kullanan kişinin durumuna benzetir. Ona göre yıllarca kelâm konuları ile uğraşılsa bile yine de tahmin edilemeyen ve cevabı düşünülemeyen itirazların ortaya çıkması mümkündür (Tercîḥu esâlîbi'l-Ḳurʾân, s. 39-40). Ancak meselâ tıpta giderek yaygınlaşmaya başlayan aşı uygulaması ve koruyucu hekimlik bu görüşü çürütmektedir. Çünkü gelmesi muhtemel bir tehlikeyi önlemek için önceden tedbir almanın gereği inkâr edilemez.

Naslardaki istidlâl metodunu öne çıkarmasının yanında akla da vurgu yapan İbnü'l-Vezîr kuru nakil ve taklid anlayışını eleştirir. Onun karşı çıktığı aklîlik, Aristo ve Yunan düşüncesine dayalı mantıkî kurallar ve felsefî istidlâllerdir. İbnü'l-Vezîr, Kur'an ve Sünnet çerçevesindeki vahyin metot, işleyiş ve hedeflerine uygun bir aklîliği felsefî-kelâmî akılcılığa tercih etmiştir. Buna rağmen doğruluğu zorunlu olarak bilinen hususların yer aldığı kelâm ilmini inkâr etmediğini (el-Burhânü'l-ḳāṭıʿ, s. 103), ayrıca kendisinden farklı düşünenleri de kınamadığını, fakat maksada ulaşmada en kısa yolu takip etmenin esas olduğunu belirtir (Îs̱ârü'l-ḥaḳ, s. 26). Onun, ömrün kısalığından ve gereksiz bilgilere dalmanın zararlarından bahsedip usûlü'd-dîndeki ihtilâflardan kaynaklanan tartışmalar arasında kaybolmaktan endişe duyması kendisini dininin özüne doğrudan ulaşma arayışına sevketmiştir.

Zeydî-Mu'tezilî bir çevrede yetişen İbnü'l-Vezîr'in fikrî dönüşümüne Mekke'deki ilim çevresinin yanı sıra Gazzâlî'de olduğu gibi zamanındaki ilim anlayışı ile ilim adamlarının tavrının da büyük tesiri olmuştur. Ayrıca İbn Teymiyye ile İbn Kayyim'in eserlerini tanıması böyle bir tercihe gitmesini hızlandırmıştır. Yemen'deki Zeydîler'in arasında İbnü'l-Vezîr'le başlayan Selefî çizgi etkisini sürdürmüş ve Şevkânî'ye kadar devam etmiştir.

İbnü'l-Vezîr'in mâsum olan peygamberin getirdiği vahiy ile beşer düşüncesini karşılaştırma yanlışlığına düşerek (el-Burhânü'l-ḳāṭıʿ, s. 93-104) kelâmın nebevî bir yöntem olmadığını ispatlamaya çalıştığı görülmektedir. Ona göre kelâm peygamberî bir yöntem olsaydı Kur'an'ın ve diğer mukaddes kitapların araz ve cevher gibi konulara yer vermesi gerekirdi. Halbuki kelâm âlimleri, sağlam bir iman için akıl yürütmeyi zaruri görmekle birlikte herkesi aynı istidlâl biçimini veya yalnızca kelâmî istidlâlleri uygulamaya mecbur tutmamışlardır. Ayrıca inanç esaslarını sunmakla yetinmeyip onların felsefesini de yaptıkları için kelâmcıların muhtelif terimleri kullanmaları, çeşitli fikirleri tartışmaları ve düşünce üretmeleri tabiidir.

Eserleri. 1. el-Burhânü'l-ḳāṭıʿ fî is̱bâti (maʿrifeti)'ṣ-ṣâniʿ. 801 (1399) yılında telif edildiğine göre muhtemelen İbnü'l-Vezîr'in kaleme aldığı ilk eser olup daha önceki baskısına (Kahire 1349) ve bir yazma nüshasına dayanılarak Mustafa Abdülkerîm Hatîb tarafından yayımlanmıştır (Dımaşk 1409/1988). 2. Tercîḥu esâlîbi'l-Ḳurʾân ʿalâ esâlîbi'l-Yûnân (Beyrut 1404/1984). 3. Îs̱ârü'l-ḥaḳ. Tam adı Îs̱ârü'l-ḥaḳ ʿale'l-ḫalḳ fî reddi'l-ḫilâfât ʿalâ meẕâhibi'l-ḥaḳ min uṣûli't-tevḥîd olan eser 837'de (1434) müteahhirîn Selef metoduna göre kaleme alınmıştır. Bir mukaddime, on kadar bölümden ve bir hâtimeden oluşmaktadır. Eserin, itikadî konularda çok sayıda görüş ayrılığı ve tekfir suçlamaları arasında doğru olanı tesbit etmek ve yanlışları ayıklamak amacıyla yazıldığına işaret edilen mukaddimeden sonra sırasıyla ilim bahsi, tevhid ve nübüvvetin ispatı, bid'atlar, te'vil, esmâ-i hüsnâ, Allah'ın fiillerinde hikmet, irade ve kader, ef'âl-i ibâd ve tekfir konularına yer verilmiştir. Kelâm kitaplarından farklı bir tasnif ve üslûba sahip olması, ihtilâfların çözümünde Kur'an'a sıkça referans yapılması eserin beğenilen taraflarıdır (Şevkânî, II, 91). Ancak düzenli bir sistematiğinin bulunmaması ve çokça tekrar içermesi kitaptan faydalanmayı zorlaştırmaktadır. Birçok baskısı bulunan (Kahire 1318, Kahire, ts.; Beyrut 1403/1983) eserin mukaddimesi, A. Mustafa Hüseyin Sâlih tarafından yüksek lisans tezi olarak tahkik edilip yayımlanmıştır (baskı yeri yok, Dârü'l-Yemeniyye, 1405/1985). 4. Taḥrîrü'l-kelâm fî mesʾeleti'r-rüʾye ve ẕikru mâ dâre beyne'l-Muʿtezile ve'l-Eşʿariyye. Rü'yetullah konusundaki farklı görüş ve delilleri ihtiva eden bir risâledir (San'a, Mektebetü'l-câmii'l-garbiyye, nr. 35). 5. el-ʿAvâṣım ve'l-ḳavâṣım fi'ẕ-ẕeb ʿan sünneti Ebi'l-Ḳāsım. İbnü'l-Vezîr'in en hacimli eseri olup Selef yoluna döndükten sonra Yemen'deki hocası Cemâleddin b. Ebü'l-Kāsım tarafından kendisine gönderilen ve hadis ehlini hedef alan risâlelere karşı yazılmıştır (nşr. Şuayb el-Arnaût, Amman 1406/1986; Beyrut 1412/1992). 6. er-Ravżü'l-bâsim muḫtaṣarü'l-ʿAvâṣım ve'l-ḳavâṣım (Kahire 1385/1965; Beyrut 1399; Riyad 1403). 7. Tenḳīḥu'l-enẓâr fî ʿulûmi'l-âs̱âr. Emîr es-San'ânî tarafından Tavżîḥu'l-efkâr li-meʿânî Tenḳīḥi'l-enẓâr adıyla şerhedilmiştir (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd, Kahire 1366). 8. el-Ḥusâmü'l-meşhûr fi'ẕẕeb ʿani'l-İmâmi'l-Manṣûr. Mansûr Ali b. Selâhaddin'in imamlığına yapılan itirazlara reddiye olup San'a'daki Mektebetü'l-câmii'l-garbiyye'de yazma nüshası mevcuttur (Ali b. Ali Câbir el-Harbî, I, 94). 9. el-ʿUzle ve ḳabûlü'l-büşrâ bi't-teysîr li'l-yüsrâ (Tanta 1412/1992). 10. el-Emr bi'l-ʿuzle fî âḫiri'z-zamân (Enîsü'l-ekyâs fî fażli'l-iʿrâżi ʿani'n-nâs) (nşr. İbrâhim b. Abdülmecîd, Riyad 1413). Bunların dışında kaynaklarda İbnü'l-Vezîr'e nisbet edilen başka eserler de vardır (Rızk el-Hacer, s. 103-114; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Fihrisü maḫṭûṭât, s. 40, 65, 123; Ali b. Ali Câbir el-Harbî, I, 89-101).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA