Lüleburgaz

Eski metinlerde Bırgos, Burgos, Burguz, Çatal Burgaz vb. tarzında farklı şekillerde yazılan Lüleburgaz, Ergene ırmağının küçük bir kolu olan Lüleburgaz çayının (yukarı kesimindeki adı Poyrak deresi) kenarında kurulmuş tarihî bir kasabadır. Osmanlı döneminde Belgrad-Sofya-Edirne-İstanbul kervan yolunun en önemli duraklarından biriydi. Şehir, büyük bir bölümü hâlâ ayakta olan ve klasik Osmanlı mimarisini yansıtan külliyelere sahiptir.

Kasabanın kuruluşu Bizans dönemindeki Arkadiopolis'e kadar uzanır (Jirecek, s. 133; Tomaschek, CXIII [1886], s. 324). Burgaz ismi Yunanca "kule" anlamındaki pyrgostan gelir ve buradaki kalenin küçüklüğüne işaret eder. Irmak kenarında Bizans dönemine ait surun bir kısmı hâlâ durmaktadır. İlk Osmanlı kaynakları bu kalenin Osmanlılar tarafından 759-761 (1358-1360) yılları arasında alındığında ve ele geçirilmeden önce kalenin terkedildiği ve daha sonra onlar tarafından yıkıldığı hususunda müttefiktir. 1433'te buradan geçen Burgondiya şövalyesi Bertrandon de la Broquiére yıkık surlu (Pirgasi denilen) şehirde Türkler'den başka kimsenin oturmadığını yazar.

Yapı stilinden hareketle (erken dönem klasik Osmanlı, 905 [1500] yılı civarı) ifade etmek gerekirse Lüleburgaz'daki ilk ve önemli cami ırmaktaki köprünün yanında yer alan Eskicami'dir (Kadı Camii). Burada bir süre kalan Menâzırü'l-avâlim yazarı Âşık Mehmed hamamla birlikte bu camiden bahseder. 936 (1530) yılına ait tahrir defteri Lüleburgaz'ın o dönemlerde hâlâ çok küçük bir yerleşim yeri olduğunu gösterir (BA, TD, nr. 370, s. 290-298). Vize sancağına bağlı bir kazanın merkezi olan kasabada iki cami, bir tekke, hamam ve bir okulla toplam kırk bir hâneden (tah. 200 kişi) oluşan üç mahalle bulunmaktaydı (Câmi-i Cedîd, Câmi-i Köhne ve Tekke-Hızır mahalleleri). Lüleburgaz kazasında ise sadece müslüman nüfusa sahip on üç köy vardı. 1555'te Alman seyyahı Hans Dernschwam, şehir kapısını ve eski kalenin duvarlarını görerek ırmak üzerindeki taş köprüden söz eder. Dernschwam'ın ziyaretinden birkaç yıl sonra, o sırada Rumeli beylerbeyi olan Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa şehri bütünüyle yeniden inşa etti ve burayı önemli bir konaklama yeri haline getirdi. 967'de (1560) büyük bir medreseyle yanında zarif bir cami inşasını bitirdi. Bundan beş yıl sonra çifte kervansaray, imaret, hamam ve geniş bir pazar caddesi yaptırdı. Kervansarayın yapılış tarihini mevcut kitâbesi ebced hesabıyla 973 (1565-66) olarak verir. İtalyan seyyahı Antonio Pigafetta 1567'de işçilerin hâlâ inşaatta çalıştıklarını görmüştü. Ardından şehri ziyaret eden seyyahların hepsi bu bina grubunu parlak sözlerle överler (bk. SOKULLU KÜLLİYESİ). Evliya Çelebi'nin buraya geldiği 1061 (1651) yılında Lüleburgaz'da 700 hâne (tah. 3500 kişi), üç cami, iki mescid ve yedi mektep vardı (Seyahatnâme, III, 300-303). XVII. yüzyılda Kırkkilise (şimdi Kırklareli) sancağına bağlı bir kadılık olan Lüleburgaz kervan durağı ve kaza merkezi olarak önemini koruyordu. Rucer Yosip Bošković 1765'te İstanbul'dan Ukrayna'daki Lemberg'e (Lvov) giderken uğradığı şehirde 400 müslüman hâne, altmış Rum hâne ve on yahudi hâne ile beş cami bulunduğunu zikreder. Ancak şehir daha fazla bir gelişme gösteremedi. 1799-1800 yıllarında eşkıya Kara Feyz'in baskınına uğrayarak tahrip oldu. II. Mahmud döneminde (1808-1839) düzen tekrar sağlandı ve tahrip edilen iki kervansaray yeniden inşa edildi. Tonozlu Pazar caddesi ve kervansaraylar Luigi Mayer'in yangından hemen önce çizdiği renkli resimlerde açıkça görülür. 1287 (1870) Edirne Vilâyeti Salnâmesi'ne göre şehirde 984 müslüman hâne, bir yahudi cemaatiyle birlikte 310 gayri müslim hâne bulunmaktaydı. Şehir üç cami, iki mescid, bir kilise, bir sinagog ve 282 dükkâna sahipti.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Edirne'nin ötesindeki bütün topraklar kaybedilince tarihî kervan yolu ihmale uğradı. İşlevsiz olan iki kervansaray, askerî kışla, Kadı Camii de silâh deposu haline getirildi. 1310 (1892-93) tarihli salnâme binaların sayısını aynı verir; bunlara Hasan Efendi Camii'nde bulunan Gülşeniyye ve Nakşibendiyye tarikatına ait iki tekkeyi ekler.

I. Balkan Savaşı sırasında (1912) Bulgar ordusu şehri büyük bir çatışma neticesinde ele geçirdiyse de 1913'te Türkler tarafından geri alındı. 1918-1922 yıllarında burası ve bütün Trakya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Lozan Antlaşması'nda Trakya Türkler'e geri verilince Rum ahali Yunanistan'a gitti ve Makedonya'dan gelen Türk göçmenleri buraya iskân edildi. 1940 ve 1950'lerde Edirne'nin gerilemesinden ve Trakya'da merkezî bir durumda olmasından yararlanarak gelişti ve Edirne yeniden gelişmeye başladığında o da gelişmesini sürdürdü. Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımında (1927) nüfusu henüz 10.000'i bulmuyordu (5323 nüfus); 1960 yılında bu sayı 20.000'i (22.362), 1975'te 30.000'i (32.401), 1990'da 50.000'i aştı (52.384). Önemli bir ziraî ticaret merkezi ve kaynağını tarımsal ürünlerden alan bir sanayi merkezi olarak gelişmesini sürdürdü. 2000 yılında nüfusu 80.000'e çok yaklaştı (79.002). Sokullu Mehmed Paşa'nın iki kervansarayı ve imareti iki dünya savaşı arasında ortadan kalktı. Fakat cami, medrese, mektep, hamam ve pazar caddesi hâlâ ayaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA