Divan nedir ?

Arapça, Farsça, Urduca ve Türkçe'de farklı anlamlarda kullanılan divan kelimesinin Farsça menşeli olduğu, Sâsânî İmparatorluğu'nda devlet idaresine ait bir terim olarak Arapça'ya geçtiği ve aslının Ârâmîce'den geldiği bilinmektedir. Divan, devlet idaresindeki muhtelif idarî, malî ve askerî hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere (kuyûdât defterleri), bunların ve devlet memurlarının bulunduğu yere verilen isimdir. Sâsânîler'le ilgili olmak üzere divana bu adın niçin verildiğine dair iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre Kisrâ Enûşirvân, yanlarına uğradığı kâtiplerinin kendi kendilerine sayı sayıp hesap yaptıklarını görünce onlara "divane" (deli) demiş, zamanla bu tabir yaygınlaşarak kâtiplerin çalıştıkları yer için kullanılmaya başlanmış, sonradan da "divan" şeklini almıştır. İkinci rivayette, divan kelimesinin Farsça'da "şeytanlar" mânasına geldiği, kâtiplere devlet işlerini çok iyi bildikleri, gizli ve açık her şeye çabucak vâkıf oldukları, dağınık ve karışık hesapları kolayca toparlayabildikleri için bu mânaya delâlet etmek üzere "divan" denildiği nakledilmektedir. Zamanla kâtiplerin oturduğu yere de bu ad verilmiştir.

Hz. Âişe'den rivayet edilen bir hadiste divan kelimesi "hesap defteri" anlamında kullanılmıştır (Müsned, VI, 240). Diğer taraftan divan, şiirin Arap toplumundaki yerini ve önemini göstermek için kullanılan bir terimdir. Bazı müellifler, Araplar'ın bütün bilgilerini içine alan, bunları muhafaza eden ve daima başvurdukları şiire "dîvânü'l-Arab" veya "dîvânü ilmi'l-Arab" adını vermişlerdir. Divan kelimesi ayrıca, İslâm dünyasında bir şairin manzumelerini klasik nazım şekillerine göre bir tertip dahilinde içine alan mecmualara verilen bir ad olmuştur.

Bugünkü Arapça'da "hükümet dairesi, yönetim bürosu, memurluk yeri ve sekreterlik" mânalarında da kullanılan divanın arşiv; hükümdarın oturduğu şehir ve buradan Batı dillerine geçen anlamıyla şarkkârî kanepe; Osmanlı Devleti'nde birkaç köyden müteşekkil bazı bölgelerdeki küçük idarî birim; mahkeme (dîvân-ı harb, dîvân-ı âlî); toplantı ve kurul (divan kurmak, divan toplamak); devlet daire ve meclisi (Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye); Türk halk mûsikisinde bir form ve saz; Mağrib Arapçası'nda yabancı tâcirlerin barındığı büyük han veya kervansaray gibi çok zengin ve çeşitli anlamları vardır.

A) Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler, Abbâsîler ve Fâtımîler'de Divan. İslâm dünyasında, ilk defa Hz. Ömer'in fey gelirlerini dağıtmak için kurduğu divan teşkilâtıyla birlikte yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan divan tabiri Emevîler ve bilhassa Abbâsîler zamanında, başta askerî ve malî sahalar olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerine bakan müesseselere isim olarak verilmiştir.

Hz. Ömer Irak, İran, Cezîre, Suriye, Filistin ve Mısır'ın fethiyle birlikte İslâm devleti hâkimiyeti altına giren gayri müslimlerin verdikleri ve fey adı altında toplanan cizye, haraç ve ticaret malları vergileri sonucunda artan gelirleri müslümanlara dağıtmak üzere bir teşkilât düşünmüştü. Kaynaklarda 15 (636) yılı zikredilmekle birlikte güvenilir otoritelerin 20 (641) tarihinde kurulduğunu ifade ettikleri divan teşkilâtı muharip güçleri kaydetmek ve hazineyi düzene koymak için teşekkül etmişti. Bu ilk divana bazıları Dîvânü'l-cünd adını vermişlerse de bunu yalnızca divan diye adlandıranlar çoğunluktadır. Hz. Ömer feyden hisse alacak Medine halkını, fetihlere katılmış kuvvetler ve aileleriyle birlikte kabile esasına göre divan defterlerine kaydettirmiş, buna bir kısım mevâlî* de dahil edilmişti. Divan defterlerinde şahıs isimleriyle birlikte yılda bir defa verilecek atıyye ile (atâ) aylık istihkaklar da (erzak, yiyecek) belirtilmişti. Araplar'ın nesebini çok iyi bilen üç kişiden oluşan bir heyet divan defterlerini düzenlerdi. Aylık erzakın eşit miktarda (iki cerîb yiyecek) tesbit edilmesine karşılık atıyyeler, İslâmiyet'e geçmişte yapılan hizmetlere ve Hz. Peygamber'e yakınlık derecesine göre farklı miktarlarda belirlenmişti. Kabilelere göre divan defterlerine kayıt geleneği Emevî Devleti'nin sonuna kadar devam etti. Bu arada benzer divan defterleri Basra, Kûfe ve Fustat gibi merkezlerde de tutulmaktaydı. Bu bölgelerde ayrıca Bizans ve Sâsânî devirlerindeki haraç divanları da eskisi gibi devam etti.

Emevîler zamanında Dımaşk'taki Dîvânü'l-harâc merkezî divan oldu ve "ed-Dîvân" olarak adlandırılmaya başlandı. Toprak vergilerinin takdiri ve toplanmasıyla ilgili işler divanda yapılıyordu. Muâviye b. Ebû Süfyân zamanında (661-680) Dîvânü'r-resâil (muhabere divanı) şekillendi. Halife bütün yazışmaları okur ve yorumlarını yapardı. Hemen ardından kâtip gerekli dokümanları veya mektupları hazırlardı. Muâviye, her mektup veya dokümanın orijinalinin kontrol edilip mühürlenerek gönderilmesinden sonra bir kopyasının çıkartılıp saklanacağı Dîvânü'l-hâtem'i tesis etti. Sahtekârlığı önlemek için bir de kontrol mekanizması kurdu. Belâzürî, bunu ilk defa İran tesiriyle Irak Valisi Ziyâd b. Ebîh'in gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Muâviye, daha sonra Abdülmelik b. Mervân tarafından yeniden düzenlenen Dîvânü'l-berîd'i de (posta dairesi) faaliyete geçirdi.

Dîvânü'l-cünd, bu tarihe kadar aralıklarla kabile esasına göre Araplar'ın kayıtlarını tutmak için nüfus sayımlarını sürdürmüştü. Mısır divanı I. (VII.) yüzyılda üç nüfus sayımını gerçekleştirdi. Üçüncüsü 95'te (713-14) Kurre b. Şerîk tarafından yapıldı.

Muhtemelen bir Bizans kurumu örnek alınarak tesis edilen Dîvânü'n-nafakāt bütün masrafların hesabını tutuyordu. Bunun hazine ile yakın bağlantısı olduğu görülmektedir. Dîvânü's-sadaka zekât ve öşürleri tayin etmek, Dîvânü'l-müstegallât ise şehirlerdeki devlet topraklarını, binaları, özellikle halka kiralanmış çarşıları yönetmek için kuruldu. Dîvânü't-tırâz sancaklar, bayraklar, resmî elbiseler ve bazı eşyanın yapımından sorumluydu. Divan kâtibinin adı elbiseler üzerine yazılmıştı. Her bölge, bütün gelirlerin toplandığı bir haraç, bir resâil ve cünd divanına sahipti. Haccâc'ın valiliği sırasında bir divan baş kâtibi ayda 300 dirhem alıyordu.

Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân divanlarda, tırâz* ve sikkelerde Arapçalaştırma politikasını başlatan ilk halife oldu. O zamana kadar haraç divanlarında Irak ve İran'da Farsça, Suriye'de Grekçe, Mısır'da Kıptîce ve Grekçe kullanılıyor, defter tutma ve kayıt işlemelerinde eski uygulamalar geçerli kabul ediliyordu. Hatta mahallî mühür ve tarihlere de sık sık rastlanıyordu. Bu karışıklığa son vermek için Abdülmelik devrinde Arap şekil ve usullerinin esas alınmasına çalışıldı. Eski takvimler müslüman ay takvimine (kamerî) göre düzenlendi. Resmî dil olarak kabul edilmeden önce ara sıra kullanılan Arapça yaygınlaştırıldı. Bu hususta ele geçen ilk papirüs 22 (643) tarihlidir. Ancak mahallî dillerin kullanımı II. (VIII.) yüzyıla kadar sürmüş, divanların Arapçalaştırılması birkaç safhada gerçekleşmiştir. 78'de (697) Haccâc Irak divanlarında Arapça kullanılmasını emretmiş, 81 (700) yılında Abdülmelik Suriye divanlarına aynı emri vermiş, bunu 87'de (706) Mısır divanları takip etmiş, son olarak da Horasan divanlarında Hişâm b. Abdülmelik devrinde Arapça geçerli olmuştur (124/741-42). Bu divanlarda çalışan çok sayıdaki zımmînin işine son verilmekle birlikte bazıları görevlerini sürdürdü; mevâlî ise daima görevde kaldı.

Abbâsîler Emevî divan sistemini geliştirip yaygınlaştırdılar ve vezâret makamı aracılığıyla merkezî bir bürokratik yönetim sağladılar. Halife Seffâh devrinde (750-754) el konulan Emevî toprakları için bir divan kuruldu. Bu da muhtemelen halifelik mülklerine bakacak olan Dîvânü'd-dıyâ'ın başlangıcını oluşturdu. Halife Mansûr devrinde (754-775) müsadere edilen mallar için geçici bir divan teşkil edilmişti. Ayrıca muhtemelen saray hizmetindeki kişilerle ilgili olarak da Dîvânü'l-ahşâm kurulmuştu. Bunun yanı sıra halifeye verilen dilekçeleri takip etmekle görevli bir de Dîvânü'r-rikā' vardı. 162'de (778-79) Mehdî el-Abbâsî'nin hilâfeti sırasında mevcut divanların her biri için bir zimâm divanı olduğu bilinmektedir. 168 (784-85) yılında bütün zimâmları kontrol etmek için merkezî bir divan olan Zimâmü'l-ezimme tesis edildi. Bu kurum divanların hesaplarını kontrol etmekte, işlerini denetlemekte ve bir divanla vezir veya diğer divanlar arasında koordinasyon görevini yerine getirmekteydi. Hâkimlerin görev yaptığı Dîvânü'l-mezâlim, halkın devlet âmilleri aleyhindeki şikâyetlerine bakmak için kurulmuştu.

Dîvânü'l-harâc toprak vergileriyle ilgilenirken Dîvânü's-sadaka faaliyetlerini sığır zekâtıyla sınırlamıştı. Dîvânü'l-harâc, gelir müfredatının özelliğini araştırmak ve hesapları kontrol etmekle görevli cehbezlerden birini de içine alan değişik bölümlere sahipti. Başka bir bölüm de ilgili kişilerin adlarıyla, gelen ve giden mektup ve dokümanların kaydının yapıldığı Meclisü'l-esküdâr'dı. Bu bölüm Dîvânü'l-berîd ve Dîvânü'r-resâil içinde de bulunuyordu. Dîvânü'l-harâc'daki yazışmalar Dîvânü'l-hâtem'de kontrol ediliyordu.

Mütevekkil-Alellah devrinde (847-861) Dîvânü'l-ahşâm ile aynı olması muhtemel Dîvânü'l-mevâlî ve'l-gılmân'ın mevcut olduğu bilinmektedir. Bu divan, sayıları çok olan saray görevlileri ve kölelerle ilgiliydi. Ayrıca bu dönemde Dîvânü's-sır olarak da adlandırılan Dîvânü'l-hâtem, başkanının halifeyle yakın ilişkisi sebebiyle özel bir öneme sahipti. Eyaletlerde merkezî divanların küçük birer örneği olan haraç, cünd ve resâil gibi mahallî divanlar vardı.

Divanlarda görevli kâtiplerin önde gelenleri bazan başka bir divana tayin edilebilirdi. Halife Me'mûn dönemine kadar (813-833) kâtiplerin maaşları ayda 10 dirhemle 300 dirhem arasında değişmekteydi. Me'mûn devrinden sonra en yüksek ücreti kâtibü'l-harâcın aldığı belirtilmektedir.

Divanlar özellikle III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda büyük bir gelişme gösterdi. Mahallî divanların kayıtlarının kopyaları genellikle Dîvânü'l-harâc'da toplanıyordu; ancak III. (IX.) yüzyılın ortalarında her eyaletin merkezinde özel bir haraç divanı da yer alıyordu. Mu'tazıd-Billâh (892-902) bu divanları birleştirerek Dîvânü'd-dâr (Dîvânü'd-dâri'l-kebîr) olarak adlandırılan bir divanda topladı. Ondan sonra gelen Müktefî-Billâh devrinde (902-908) bu teşkilât doğu bölgeleri için Dîvânü'l-maşrık, batı bölgeleri için Dîvânü'l-mağrib, Irak için Dîvânü's-Sevâd olmak üzere üç divana ayrılarak yeniden teşkilâtlandırıldı. Bunlar arasında Dîvânü's-Sevâd en önemli divan olarak kabul edilir. Bununla birlikte Muktedir-Billâh devrinde (908-932) merkezî divan (Dîvânü'd-dâr) varlığını sürdürüyor, vezir veya bir kâtibe bağlı olan üç divan Dîvânü'd-dâr'ın bölümleri olarak kabul ediliyordu. Dîvânü'd-dâr'ın kâtibi âmillerle doğrudan bağlantılıydı. Büveyhîler'in Bağdat'a hâkim olmasından ve Abbâsî halifeliğinin otoritesini kaybetmesinden sonra (334/945) sadece Dîvânü's-Sevâd ayakta kalabilmiştir.

Bu dönemlerde haraç divanı arazilerin yüzölçümü, vergi oranları ve kullanılan ölçülerle ilgili kayıtları muhafaza ediyordu. Bunların kaynağı vergi geliri olan haraç, cizye ve zekâttı. Mâverdî'nin işaret ettiği Dîvânü'l-uşr (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 182) haraç divanının sadece bir bölümü olmalıdır. Öte yandan Dîvânü'd-dâr teşkil edildiği zaman birbiriyle yakın ilgisi olan zimâm divanları bir araya getirilmişti. Dîvânü'z-zimâm, halkın ve beytülmâlin haklarının muhafızı durumundaydı; ödemeler ve tahsilâtla ilgili evrak, kontrol edilmiş kıymet takdirleri ve Dîvânü'l-harâc'da toprakları ilgilendiren dokümanların bir kopyası burada saklanırdı. Halife tarafından verilmiş, vezir ve Dîvânü'd-dâr kâtibinin kontrolünden geçmiş olan bir iktâı Dîvânü'z-zimâm kâtibi divandaki kayıtlardan incelerdi. Dîvânü'n-nafakāt'ın bütün divanlarla ilgisi vardı; burası masraf hesaplarını araştırır ve rapor hazırlardı. III. (IX.) yüzyılın sonunda Dîvânü'n-nafakāt asıl dârülhilâfenin ihtiyaçlarıyla ilgilenmekteydi. Bu divan giderlerin hesabını tutardı ve çeşitli harcama kalemleriyle ilgilenen alt bölümleri mevcuttu. Ayrıca Zimâmü'n-nafakāt adlı bir başka bölüm daha vardı ve bunun kâtibi aynı zamanda Zimâmü'l-hazâin'in işlerini de yürütürdü. Dîvânü's-sâmî olarak da adlandırılan beytülmâl divanı hazineye gelen para ve eşya kaynaklarının, her biri için, Dîvânü'l-hizâne, Dîvânü'l-ehrâ ve Dîvânü hizânati's-silâh gibi küçük divanlar aracılığıyla düzenlenen kayıtlarını tutardı. Bu divan bütün gelirleri inceler, ayrıca bütün harcamalar da oradan geçerdi. Vezir, bütün ödeme emirleri üzerinde kâtibin damgasının bulunmasını gerekli sayardı. Genel olarak divan aylık ve yıllık bilançolar hazırlardı. 315'te (927) Vezir Ali b. Îsâ haftalık bilançolar istedi. Dîvânü'l-cehbez beytülmâlden ayrı idi. Dîvânü'd-dıyâ' hazine mülklerinin yönetimiyle ilgilenirdi. Dıyâ' için genellikle bir divanın mevcut olduğu bilinmektedir. Meselâ 325'te (936-37) bir Dîvânü'd-dıyâi'l-hâssa ve'l-müstahdese ve Dîvânü'd-dıyâi'l-Furâtiyye vardı. 304'te (916-17) Vezir İbnü'l-Furât Dîvânü'l-merâfık'ı tesis etti. Bu divan, şüpheli yollardan kazanılmış servetlerden yöneticilerin aldığı yardımlarla yani rüşvetlerle ilgileniyordu. Dîvânü'l-merâfık Suriye'den her yıl 100.000 dinar, Mısır'dan da 200.000 dinar toplardı. Vezir Ali b. Îsâ devlete zarar verdiği için bu divanı yasakladı.

Para işleriyle ilgili her divanın ayrı bir zimâmı vardı. Fakat bazan zimâm divanlarının tek elde toplandığı da oluyordu. 295'te (907) sadece bir gün hilâfet makamında kalan İbnü'l-Mu'tezz'in veziri, birbiriyle ilgili bütün divanları (usul) Ali b. Îsâ'nın, zimâm divanlarını da İbn Abdûn'un idaresine verdi. 319'da (931) zimâm divanları bir kâtibin, birbiriyle ilgili diğer divanlar da vezirin sorumluluğuna verildi. Böyle bir tasarrufa 325 (936-37) ve 327 (938-39) yıllarında da gidildi.

Dîvânü'l-cünd, rütbelerine göre tasnif edilmiş askerî kıtalar ve onların ödeme veya iktâlarının kayıtlarını tutardı. Bu divan biri ödeme ve harcamalarla ilgilenen, diğeri de asker alımları ve sınıflandırma yapan iki bölümden meydana gelmekteydi. Divanın hesap ve harcamalarına Zimâmü'l-ceyş adlı bir divan nezaret ediyordu.

Dîvânü'r-resâil doğrudan doğruya vezirin veya bir kâtibin yönetimindeydi. Mektuplar ve resmî belgeler, vezirin (veya halife) verdiği emirler doğrultusunda başkâtip tarafından hazırlanır ve halife veya vezir tarafından tasdik edildikten sonra kopyası çıkarılırdı. Bazan özel bir yazıcı bu son kopyayı hazırlardı. Üç yıllık aralıklarla mektuplar ve belgeler son bir tasnife tâbi tutularak fihristi çıkarılmak üzere büyük arşive (el-hizânetü'l-uzmâ) gönderilirdi. Muhtemelen önceleri Dîvânü'r-resâil'in bir bölümü olan Dîvânü'l-fed mektupları ve belgeleri alır, açar ve tasnif eder, muhtevalarına ait açıklamaları arkasına koyar ve vezire verirdi. Bu divan aynı zamanda belgelerin kayıtlarını da tutardı. 315 (927) yılında fed ve hâtem bir divan içinde toplandı.

301'de (913-14) Ali b. Îsâ, vakıflarla hayır işlerini (vukūf ve sadakāt) ve zekât gelirlerini idare etmek için Dîvânü'l-birr'i kurdu. Bu gelirler Mekke, Medine, diğer kutsal yerler ve Bizans sınırındaki gönüllüler için harcanıyordu. Dîvânü's-sadakāt sığırlardan alınan zekâtları toplamayı sürdürdü. 315 (927) yılında bir kâtip her iki divana da (birr ve sadakāt) bakıyordu. Bu dönemde, sarayın kadınların bulunduğu bölümlerindeki işlere bakan bir Dîvânü'l-harem'den de bahsedilmektedir. Dîvânü'l-müsâderîn, müsadere edilmiş malları yöneten divandı. Bu mallarla ilgili olarak biri divan, diğeri vezir için olmak üzere iki kopya çıkarılırdı. Müsadere edilmiş menkul malları yönetmek için Dîvânü'd-dıyâi'l-makbûza kurulmuştu.

Kısa süreli ihtiyaçlara cevap vermek için kurulan divanlar yanında divanın bölümlerine de bazan divan denildiği görülmektedir. Ayrıca birden fazla divan bazan bir tek kâtibin emrine veriliyordu. Abbâsî Halifesi Mu'tazıd-Billâh devrinde (892-902) divanlar salı ve cuma olmak üzere haftada iki gün tatil yapıyordu. Divan başkanlarının maaşları farklıydı. IV. (X.) yüzyılın başlarında bir Dîvânü's-Sevâd kâtibinin maaşı ayda 500 dinar, Dîvânü'l-atâ kâtibinin maaşı ise 10 dinardı. 314'te (926-27) Ali b. Îsâ yüksek maaşları üçte bir oranında indirdi. Böylece Dîvânü's-Sevâd kâtibi 333,5 dinar, Dîvânü'l-fed ve Dîvânü'l-hâtem kâtipleri de 200 dinar almaya başladılar. Dîvânü'l-maşrık ve Dîvânü'd-dıyâi'l-hâssa ve'l-müstahdese kâtipleri 100 dinar, Dîvânü'd-dâr kâtibi 500 dinar, zimâm divanlarının kâtibi, emrindeki kâtiplerle birlikte toplam 2700 dinar alıyordu. Ali b. Îsâ, ödemede bulunulan ayları ekonomik sebeplerden dolayı yılın sekiz-on ayına indirdi. Bu durum daha sonra yaygınlık kazandı.

Büveyhîler devrinde (945-1055) kâtip ve kâtip yardımcısıyla Dîvânü's-Sevâd ve Dîvânü'd-dıyâ' (ed-Dıyâü'l-hâssa) mevcudiyetini sürdürüyordu. Maliye için teşkil edilen merkezî divan artık "divan" adını almıştı ve vezirin veya rütbece ona yakın bir kâtibin yönetimi altındaydı. 389 (999) yılında Bağdat'ta dokunan ipekli kumaşlar üzerinden öşür toplamak için özel bir divan kurulmuştu. Hesap ve masrafları kontrol edecek özel zimâmı ile Dîvânü'n-nafakāt devam etti. Dîvânü'z-zimâm malî divanları idare etmek ve kontrolü sağlamaktan sorumluydu. Hazine divanı Dîvânü'l-hazâin (Dîvânü'l-hazn) olarak adlandırılmıştı. Bu divanın başkanına "hâzin" veya "nâzır" denilirdi. Zamanla darphâne de (dârüddarb) onun emrine verildi. Bununla beraber darphâne için Dîvânü'n-nakd ve'l-iyâr ve dâri'd-darb olarak adlandırılan özel bir divandan bahsedilmektedir. Dîvânü'l-cünd, ordunun esasını teşkil eden iki unsur olan Türkler ve Deylemîler için ikiye ayrılmıştı. Bu divana Dîvânü'l-ceyşeyn denilirdi ve "ârız" diye adlandırılan bir başkan veya hazinedarı vardı.

Fâtımî divanları aslında Abbâsî divanları ile benzerlik arzeder. Dîvânü'r-resâil burada Dîvânü'l-inşâ olmuştur. Başında sâhibü dîvâni'l-inşâ bulunurdu. Dîvânü'l-cünd Dîvânü'l-ceyş (Dîvânü'l-ceyş ve'r-revâtib) olarak adlandırılmıştı. Askerlerin orduya alınması, teçhizatı ve denetimiyle ilgilenen müstevfî yönetimindeki Dîvânü'l-ceyş ve ödemelerle ilgilenen Dîvânü'r-revâtib olarak iki bölümden meydana geliyordu. Bununla beraber bazı bilgiler bu iki divanın sık sık ayrıldığını, ilkinin sâhibü dîvâni'l-ceyşin yönetiminde olduğunu, ikincisinin de asker ve sivil maaşlarıyla ilgilendiğini göstermektedir. Donanmaya büyük önem veren Fâtımîler'de gemi yapımı ve deniz kuvvetlerine bakan Dîvânü'l-amâir vardı. Maliye ile ilgilenen divanların işleri karışıktı. Görünüşe göre Dîvânü'l-meclis merkezî büro idi. Bir bölümünün iktâlarla ilgilendiği bilinen bu divanın değişik bölümleri vardı. Dîvânü'l-meclis, muhtemelen Abbâsî divanının benzeri olan bütün divanlardan gelen kararlar temin edildikten sonra gerektiğinde bütçe hesaplarını yapmakla görevliydi. Dîvânü'n-nazar, malî divanlarla onların memurlarının genel kontrolünü sağlıyordu. Bu divanın Abbâsîler'in merkezî Dîvânü'l-harâc'ına tekabül ettiği anlaşılmaktadır. Dîvânü't-tahkīk Dîvânü'n-nazar'a bağlıydı. Görevi diğer malî divanların hesaplarını incelemek olan bu divan, Abbâsîler'in merkezî zimâm divanına uygun düşüyordu. Dîvânü'l-has sarayın malî işlerine bakarken Dîvânü'l-ahbâs da vakıflarla ilgileniyordu. Dîvânü'l-mevârisi'l-haşriyye, müsadere edilmiş veya mirasçısı bulunmayan mülkleri idare etmek için teşkil edilmişti. Mezâlim işleri halife veya vezirin uhdesindeydi. Bu işle görevli iki kâtibi bulunan Dîvânü't-tevkī' vardı. Kâtiplerin maaşları farklıydı. İnşâ kâtibi ayda 150 dinar alırken Dîvânü'n-nazar'ın 70, beytülmâlin 100, Dîvânü't-tahkīk kâtibinin 50, Dîvânü'l-ceyş, tevkī', meclis ve iktâ kâtiplerinin maaşları ise 40 dinardı. Daha küçük kâtipler de 5-10 dinar alırdı. Bu divanlarda gayri müslimlerin yaygın olarak görev almaları zaman zaman onlara karşı tepkilere sebep olurdu.

XI-XIII. yüzyıllarda Büveyhîler devrinden sonra Dîvânü'r-resâil Dîvânü'l-inşâ, kâtibi de kâtibü'l-inşâ olarak adlandırılmıştır. Vezir tarafından yönetilen merkezî büroya ed-Dîvân denilmiştir. Burası zamanla sâhibü'd-dîvân adlı bir kâtip tarafından idare edilmeye başlanmış, sonra da ed-Dîvânü'l-azîz adını almıştı. Malî hususlar, öncelikle Dîvânü'l-harâc'ın işlerini gören Dîvânü'z-zimâm'ın ilgi alanı içindeydi. İktâ sahipleri ve yöneticiler gelirlerini ona gönderirdi. Burası, bir kâtip tarafından (kâtibü'z-zimâm, daha sonra sadr) yönetilen ana divan ve divanın çalışmalarını ve gelirini kontrol eden bir müşrif tarafından yönetilen bir alt bölüm olmak üzere iki kısımdan teşekkül ediyordu. Her eyalette bir nâzır veya müşrifin yönettiği bir divan vardı. el-Mahzenü'l-ma'mûr, zamanla beytülmâl için kullanılan "el-mahzen"in (hazine) yerini aldı. Başkanı olan sâhibü'l-mahzen de nâzır veya sadrla yer değiştirdi. Darphâne de bu divanın yönetimindeydi ve mevkii çok yüksekti. 594'te (1198) divanın sadrına bütün divanların üstünde bir yetki verilmişti. Bir nâzır tarafından yönetilen Hizânetü'l-gallât gibi birçok bölümü vardı. Burada ayrıca hazinenin işlerini kontrol eden bir müşrif de görev almıştı. Bundan, işrâfın eski zimâmın yerini aldığı açıkça anlaşılmaktadır. Dîvânü'l-cevâlî, cizyenin değerini takdir etmek ve toplamakla görevliydi. Yeni bir büro olan Dîvânü't-terikâti'l-haşriyye, mirasçısı bulunmayan mülkleri idare etmek gayesiyle kurulmuştu. Bir nâzır tarafından yönetilen Dîvânü'l-akār, devlet mülkiyetinde olan dükkânlar ve benzeri binalara bakardı. İnşa ve onarım işleri Dîvânü'l-ebniye olarak adlandırılan başka bir büronun yetki alanına girmekteydi. Bu divanın personeli arasında mimar ve mühendisler de vardı. Dîvânü'l-hisbe, genellikle kādılkudâtın veya bir nâibin yönetimindeydi. Gayri müslimler malî dairelerde müslümanlarla uzun süre birlikte çalıştılar. Zaman zaman bazı sınırlamalar getirildiyse de bu durum geçici oldu. Nitekim 533'te (1138-39) divan ve hazinedeki görevlerine son verilen yahudi ve hıristiyanlar bir ay sonra tekrar vazifelerine dönmüşlerdi.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi


BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA