Fildişi Nedir?

Süsleme sanatlarında ve lüks eşya yapımında kullanılan filin kavisli iki iri dişi Arapça'da âc ve nâbü'l-fîl (bu tamlama marfil şeklinde İspanyolca'ya geçmiştir), azmü'l-fîl ve bazı kabile lehçelerinde hatan adlarıyla anılır (Lisânü'l-ʿArab, "ḥṭn" md.). Mecdüddin İbnü'l-Esîr (III, 316) ve İbn Kuteybe (bk. İbn Hacer, II, 138) gibi bazı müellifler, hadislerde geçen "âc" ile "zebl"in (bağa) kastedilmiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Câhiz'in naklettiğine göre bazı Hintliler, fildişinin aslında tersine gelişerek damağı delip çıkan boynuz olduğu iddiasındadır (Kitâbü'l-Ḥayevân, VII, 116-117). Türkler çocuklarına Yağan (fil) Tigin gibi bir ad verecek kadar fili tanıdıkları halde Kâşgarlı Mahmud'un fildişinden hiç söz etmeyişi, bu maddenin o dönem Türkler'i tarafından fazla kullanılmamış olmasıyla açıklanabilir. Fildişinin Batı dillerindeki karşılığı olan ve Latince ebur/ebordan gelen ivoire, ivory kelimesi, benzer özelliklerinden dolayı fildişinin yanı sıra su aygırı, mors, deniz gergedanı, kaşalot ve yaban domuzu gibi hayvanların dişleri için de kullanılmaktadır.

Yazılı Belgelerde Fildişi. Çivi yazılı Akkadca tabletlerde šinni piri (šin [Ar. sin] "diş"; pir/pil "fil") şeklinde geçen fildişi, milâttan önce III. binyıldan itibaren Mezopotamya, Mısır. Anadolu ve diğer Ön Asya uygarlıklarında, özellikle mâbed ve saraylarda kullanılan çeşitli lüks eşyanın yapımı için aranan bir malzeme idi. Yazılı belgeler fildişinin Afrika'dan (Sudan, Etiyopya) ve deniz yoluyla Hindistan'dan getirildiğini bildirmekte, tasvirî sanat eserleri de kölelerin omuzlarında taşınan fildişlerinin krallara hediye olarak sunulduğunu göstermektedir. Herodotos, Pers İmparatoru Daryüs'e Etiyopyalılar'ın getirdikleri hediyeler arasında fildişini de sayar (Tarih, III, 97, 114).

Eski Ön Asya fildişi işlemeciliğinin en önde gelen temsilcisi Fenikeliler'dir ve başta Asurlular'la İbrânîler olmak üzere bütün komşu uygarlıkları etkilemişlerdir. Megiddo kazılarında ele geçen fildişi bir paneldeki (m.ö. XII. yüzyıl) taht tasviriyle Ahd-i Atîk'te anlatılan Hz. Süleyman'ın altın kaplama fildişi tahtı (I. Krallar, 10/18-20; II. Tarihler, 9/17-19) arasında tam bir benzerlik bulunduğu görülür (NBD, rs. 114). Ahd-i Atîk'in bazı yazılarında geçen "fildişi (šenhabbîm) ev" ve "fildişi saray" ifadeleri (I. Krallar, 22/39; Mezmurlar, 45/8), üst tabakaya mensup insanların oturdukları mekânları fildişi levhalarla kaplattıklarını göstermektedir. "Neşîdeler Neşîdesi" bölümünde de sevgilinin boynu "fildişi kule"ye benzetilmiştir (7/4). İsrâiloğulları'nın uyarıldığı Amos bölümündeki tehdit sözlerinden, daha sonraki dönemlerde fildişiyle bezenmiş evlerin ve fildişinden yapılmış divan gibi lüks eşyanın çoğaldığını anlamak mümkündür (3/15; 6/4). Hezekiel bölümünde de fildişi kakmalı şimşir kerevetlerden bahsedilmektedir (27/6). Ahd-i Cedîd'de ise "fildişi kap" ifadesine rastlanır (Vahiy, 18/22).

Afrika ve Hindistan'dan gelen ticaret yollarının üzerinden geçtiği Arap yarımadasının fildişi ticaretinde önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Nitekim Fav kazılarında çeşitli fildişi eşyaya rastlanmıştır (Ensârî, s. 28, 99). Câhiliye şiiri de bu bölgede fildişi eşyanın alınıp satıldığını ve bunlara çok değer verildiğini göstermektedir. Amr b. Külsûm'ün sevgilisinin göğüslerini fildişi hokkaya benzetmesi (bk. Tebrîzî, s. 259-260) bu konuda bir fikir vermeye yeterlidir.

Hz. Peygamber'in şahsî eşyası arasında fildişinden (âc) bir tarağın da adı geçmektedir (Hamîdullah, I, 343); İbnü'l-Esîr ise bunun bağadan (zebl) yapılmış olabileceği ihtimalini ileri sürer (en-Nihâye, III, 316). Bu görüşün, fildişinin Mâlikî ve Şâfiîler'ce necis, Hanefîler'ce (İmam Muhammed hariç) temiz sayılması ihtilâfından kaynaklandığı sanılmaktadır. Buhârî'nin İbn Şihâb ez-Zührî'den ta'lîkan rivayet ettiğine göre Selef ulemâsının bir kısmı fildişi tarak kullanmakta ve fildişinden yapılmış küçük kaplarda muhafaza edilen kokulu yağ gibi maddeleri sürünmekte bir sakınca görmezlerdi. İbn Sîrîn ve İbrâhim en-Nehaî fildişi ticaretini meşrû kabul etmişlerdir (Buhârî, "Vuḍûʾ", 67) ki bu durum aynı zamanda onların fildişini temiz saydıklarını da gösterir (İbn Hacer, II, 138). Zübeyr b. Avvâm'ın torunu Hişâm b. Urve babasının fildişinden bir tarağı ve bir müddü (yaklaşık 0,7 litrelik bir ölçek) olduğunu söyler; Tâvûs'un da sapı fildişinden yapılmış bir bıçağının bulunduğu rivayet edilir (Abdürrezzâk es-San'ânî, I, 69). Fildişini hoş görmeyen rivayetler dahi (a.e., I, 68) özellikle tâbiîn döneminde fildişi eşyanın kullanıldığına işaret etmektedir. Fakihler fildişine, genellikle meytenin (hayvan leşi) eti dışında kalan yün, deri, boynuz gibi kısımlarının kullanılıp kullanılamayacağı tartışmasında yer vermişler ve bunlardan meytenin hiçbir yerinden faydalanılamayacağını savunan bazıları, filin boğazlanması imkânsız olduğu için ölüsünü her halükârda meyte kabul etmiş ve dişini de aynı sebeple haram saymışlardır. Hz. Peygamber'den sonra gelen, fütuhat sonucu zenginleşmiş müslümanların fildişi eşya kullandıkları muhakkaktır. Câhiz, Ahnef b. Kays'ın Kûfeliler'e karşı, "Biz sizden fildişi, değerli kereste, ipek ve haraç bakımından daha zenginiz" diye övündüğünü söyler ve bunu fildişinin çok değerli bir madde olduğuna delil gösterir (Kitâbü'l-Ḥayevân, VII, 231-232).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA