Kur'ân-ı Kerîm'de, Türkçe'deki çocuk kelimesinin karşılığı olan tıfl ve sabî kelimeleri ancak birkaç âyette geçer. Fakat çocukla ilgili meseleler, diğer anlamları yanında "çocuk" mânasında da kullanılmış olan çok sayıda değişik kelime etrafında geniş bir şekilde ele alınmaktadır. Bunların başlıcaları ibn, veled (çoğulu evlâd), gulâm, sagīr, zürriyyet, hafede, ehl, âl, yetîm, rebâib... kelimeleridir. Kullanıldıkları yer ve üslûp bakımından genellikle bu kelimelerle henüz bulûğ çağına ermemiş insan kastedilmektedir. Bunun yanında gerek fıkıh kitaplarında gerekse çocuk gelişimi ve eğitimine yer veren bazı eserlerde, bu devrenin kendi içindeki gelişim safhaları dikkate alınarak her safhadaki çocuk için, hatta kız ve erkek çocuklar için ayrı ayrı kelimeler de kullanılmıştır.
İnsan hayatı normal şartlarda doğumla başlayıp ölüme kadar süren bir bütündür. Bununla birlikte gerek bedenî gerekse ruhî gelişim özellikleri yönünden kendi içinde farklı bazı devrelere ayrılır. Genellikle çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak belirlenen bu devrelerden her biri bir öncekinin etkisi altında oluşmakta, özellikle insanın bedenî ve ruhî gelişmesinde çocukluk devresine birinci derecede önem verilmektedir.
Üreme bütün canlılarda evrensel bir kanundur; İslâm'a göre evlenmenin gayelerinden biri, hatta en önemlisi çocuk sahibi olup neslin devamını sağlamaktır (Gazzâlî, II, 20). Esasen her insanda, bu dünyada kendi nesebini ve zürriyetini devam ettirmek için fıtrî bir arzu vardır. Kur'ân-ı Kerîm, genel olarak insanların Allah'tan "kusursuz, iyi bir çocuk" talep ettiklerini bildirmektedir (el-A'râf 7/189-190). Aynı şekilde bazı peygamberlerle salih kulların, Allah'ın kendilerine iyi bir nesil, temiz bir soy ve soylarından O'na kulluk eden milletler vermesi için dua ettikleri bilinmektedir (el-Bakara 2/128; Âl-i İmrân 3/35, 38; İbrâhîm 14/35, 40). İnsanın çocuklara duyduğu derin sevginin ondaki fıtrî duygulardan biri olduğunu açıklayan Kur'ân-ı Kerîm (Âl-i İmrân 3/14), bu eğilimi son derece tabii karşılayarak bütün müslümanların dualarında Allah'tan, kendilerine göz nuru olacak eşler ve çocuklar vermesini niyaz etmelerini ister (el-Furkān 25/74). Böylece insandaki neslini devam ettirme arzusu, İslâm'ın çizdiği sınırlar içerisinde kişinin kendisine ve bütün insanlığa faydalı olacak bir faaliyete kaynaklık yapar. Hz. Peygamber'in, "Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyamet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim" (Müsned, II, 72) meâlindeki hadisi de nesli koruyup geliştirmeye katkıda bulunmanın gerekliliğini vurgulamaktadır.
İslâm'a göre insanın var oluşunun asıl gayesi, Allah'a kul olmanın şuuruna ermesi ve bunun gereğini yerine getirmesidir. Öte yandan Kur'an'da çocuklar çok defa, ebeveynine aslî gayelerini unutturan ve onları Allah'tan uzaklaştıran engeller arasında gösterilmiştir. Buna göre birçok insan, fazla mal ve evlât sahibi olmayı hayatın tek gayesi saymak suretiyle Allah ile olan münasebetini tehlikeye düşürmektedir. Bu sebeple çeşitli âyetler kişiyi uyarmakta ve asıl gözetilmesi gereken hedefi göstermektedir (meselâ bk. el-Kehf 18/46; Sebe' 34/37; el-Münâfikūn 63/9). Her ne kadar insanlar fazla mala ve çocuğa sahip bulunmakla kendi kendilerine yeterli, dolayısıyla güçlü ve üstün olacakları zannına kapılıyor ve bunu başkalarına karşı bir üstünlük sebebi olarak görüyorlarsa da (el-Hadîd 57/20) Kur'an'a göre bu yanılgıya düşenler için mal gibi çocuk da bir fitne* (el-Enfâl 8/27-28; Sebe' 34/34-35) ve "apaçık bir düşman"dır (el-Mü'minûn 23/55-56; et-Tegābün 64/14). Bundan dolayı İslâm'da, kişinin çocuk sahibi olması büyük sorumluluk gerektiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. Nitekim ana baba ile çocuk arasındaki ilişkiler hem ahlâkî hem de hukukî yönden belli esaslara bağlanmıştır. Buna göre çocuğun varlığı ciddiye alınmalı, iyi bir insan ve samimi bir müslüman olarak yetişmesi için her türlü gayret ve fedakârlık gösterilmelidir. Çocuğun dünya ve âhiret mutluluğunu gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir konudur. İslâmiyet bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar. "Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun" (et-Tahrîm 66/6) meâlindeki âyeti yorumlayan müfessirler, çocukların ve diğer aile fertlerinin gözetiminden ve terbiyesinden aile reisi olan babanın sorumlu olduğu konusunda ortak görüş belirtirler (bk. Râzî, XXX, 46; İbn Kesîr, IV, 390-393). Hz. Peygamber de, "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz" (Buhârî, "Cumʿa", 11; Müslim, "İmâre", 20) meâlindeki hadisinde aynı şekilde babanın büyük sorumluluğuna dikkat çeker. Anne de bu sorumluluğa ortaktır; ailenin iç düzeniyle birlikte çocukların bakımı ve yetiştirilmesi onun sorumluluk alanına girmektedir (Buhârî, "Riḳāḳ", 17; Müslim, "İmâre", 5).
Bu sorumluluğun çocuk açısından sonucu onun ana baba üzerinde bazı haklara sahip olmasıdır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen hadisler esas alınarak İslâm'da çocuk hakları başlıca şu noktalarda toplanabilir: 1. Güzel isim. Çocuğa verilen ad konusunda İslâm'ın evrenselliğini ve farklı kültür çevrelerinin mevcudiyetini dikkate almak zorunluluğu vardır. Hangi dilde olursa olsun çocuğa verilen isim, onun yetiştiği toplumda ve bulunduğu kültür çevresinde alay konusu yapılmayacak ve onu küçük düşürmeyecek isimlerden olmalıdır; yani çocuk taşıdığı addan utanç duymamalıdır. Hz. Peygamber'in bu konuda ısrarlı tavsiyeleri ve uygulamaları olmuştur. Bir hadisinde, "Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, öyleyse güzel isimler seçin" der (Ebû Dâvûd, "Edeb", 70). Hz. Peygamber'in, çeşitli bakımlardan İslâm anlayışına uygun olmayan isimlere sahip çocukların veya yetişkinlerin adlarını değiştirerek onlara uygun bulduğu yeni isimler vermiş olması (Buhârî, "Edeb", 108) konunun önemini gösterir. Resûl-i Ekrem'in bu tutumunu dikkate alan bazı âlimler, ismin onu taşıyan kimse üzerinde psikolojik bir etki yapabileceğini ileri sürerler (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 101-102; ayrıca bk. AD KOYMA). 2. İyi terbiye. Bir hadiste, güzel isim ve iyi terbiye çocuğun babası üzerindeki hakları arasında zikredilir (İbn Mâce, "Edeb", 3). Çocuğun en mükemmel şekilde yetişmesi, ihtiyaç duyduğu bütün insanî ve ahlâkî faziletleri, sosyal kural ve davranışları, dinî inanç ve değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili ve faziletli, ayrıca sanat ve hüner sahibi olabilmesi için ana babanın bütün imkânlarını kullanarak gayret sarfetmeleri gerekir. Çocuğun hem dünya hem de âhiret mutluluğunu hedef alan böyle bir terbiye, Hz. Peygamber tarafından ana babanın çocuğuna bırakacağı "en güzel miras" olarak nitelendirilmiştir (Tirmizî, "Birr", 33). 3. Evlendirme. Ana babaya ait olan neslin korunması görevi, bulûğ çağına gelen evlâdın bir yuva kurmasına imkân hazırlanmasıyla yerine getirilmiş olur. Bu konuda Hz. Peygamber'den hadis olarak nakledilen bazı ifadeler ve Hz. Ömer ile Saîd b. Âs gibi önde gelen sahâbîlerin bunu bir babalık görevi telakki ettiklerine dair haberler vardır (İbn Mahled, s. 127). Evlenme çağına gelmiş olan çocuğun fazla bekletilmeden evlendirilmesi gerekir. Mazeretsiz olarak bunun ileri yaşlara ertelenmesi neticesinde doğabilecek birtakım kötü sonuçlardan ana baba da sorumlu olur. Nitekim Hz. Peygamber'in konuyla ilgili bir tavsiyesinde, "Çocuk bulûğa erince babası onu evlendirsin, aksi halde çocuk günah işleyebilir, onun bu günahı da babaya ait olur" uyarısında bulunduğu görülmektedir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 159). Bazı ahlâk kitapları da bu konuda özellikle kız çocuğunun durumuna özel bir itina gösterilmesi tavsiyesine yer verir (Kınalızâde, II, 39). 4. Eşit muamele. Aralarında herhangi bir ayırım yapmaksızın çocuklarına karşı eşit davranmak, ana babanın başlıca görevlerinden biri ve aynı zamanda çocuğun da tabii hakkıdır (Müsned, IV, 269). Çocukların kız-erkek, büyük-küçük, öz veya üvey olması sonucu değiştirmez. Kadının, erkeğin mülk ve tasarrufunda bir eşya gibi telakki edildiği İslâm öncesi Arap toplumunda kız çocuğu ailede maddî bakımdan bir yük, sosyal bakımdan da utanç kaynağı olarak görülmüştür. Kur'ân-ı Kerîm'de Câhiliye dönemi insanının kız evlâdına karşı gösterdiği tepki şu şekilde anlatılır: "Onlardan birine kız çocuğu müjdesi verildiği zaman içi gamla dolar ve yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü haber yüzünden halktan gizlenmeye çalışır; onu küçümsenme duyguları içinde tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün!" (en-Nahl 16/58-59; ez-Zuhruf 43/17). Ayrıca çocukların maddî ve sosyal endişelerle öldürülmesini beyinsizlik, sapıklık (el-En'âm 6/140) ve öteki dünyada mutlaka hesabı sorulacak (et-Tekvîr 81/8-9) "büyük suç" (el-İsrâ 17/31) olarak nitelendiren Kur'ân-ı Kerîm, kız çocuğunun haklarına öncelikle sahip çıkılması gerektiğinin işaretlerini verir. Nitekim Şûrâ sûresinin 49 ve 50. âyetlerinde yer alan, "Dilediğine kız çocuk, dilediğine erkek çocuk verir; yahut hem kız hem erkek çocuk verir" ifadesinde kızların önce zikredilmiş olmasını dikkate alan bazı âlimler, bundan kızların erkeklere göre daha hayırlı olduğu hükmünü çıkarmışlardır (bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 15). Hz. Peygamber'in hadislerinde de kızlara özel bir önem verildiği görülür. Her şeyden önce kız çocuğunun hakir görülmesi, ona karşı kötü duygu ve düşünceler beslenmesi menedilerek (Müsned, IV, 151) onda hoşa gitmeyen taraflar olursa buna mutlaka sabırla katlanmak gerektiği belirtilir (Buhârî, "Zekât", 9; Müslim, "Birr", 147; Tirmizî, "Birr", 13). Ayrıca bazı hadisler kız çocuğunu yetiştirmenin büyük ecir ve sevabını dile getirir (İbn Mâce, "Edeb", 3; Tirmizî, "Birr", 13).
Çocuklar arasında gözetilmesi gereken eşit muamelenin hangi konularda olacağı meselesi farklı görüşlere yol açmıştır. Genel olarak iradî ve maddî tasarruflarda eşit muamelenin gerekli olduğu kabul edilmiştir. Buna göre ana babanın hibe, hediye, miras gibi maddî konularda adaleti gözetmesi ve kardeşler arasında ayırım yapmaması önemli bir esastır. Belli başlı bütün sahih hadis kitaplarında yer alan uzunca bir hadisin sonundaki şu ifade özellikle bu noktaya işaret etmektedir: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaleti gözetin" (Buhârî, "Hibe", 12-13; "Şehâdât", 9; Müslim, "Hibât", 13). Öte yandan ebeveyn çocuklara karşı gösterilen sevgi, şefkat ve ilgide de adaletli olmaya çalışmalıdır. Ancak burada söz konusu olan, insanın iradesini aşan duygularda değil "öpücüğe varıncaya kadar dışa akseden her türlü davranışta eşitlik"tir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 158, 161; Münâvî, II, 297; IV, 84). Ana baba ellerinde olmayarak bazı çocuklarına daha çok sevgi besleyebilirler. Fakat bunu hissettirmemeye çalışmaları ve davranışlarında eşitliği gözetmeleri gerekir. Aksi halde kardeşlerin birbirini kıskanması ve birbiri aleyhinde olumsuz bazı duygu ve düşüncelere kapılması kaçınılmazdır. Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Yûsuf'un babası tarafından çok sevilmesinin kardeşlerinin onu kıskanmalarına ve kötülük etmelerine yol açtığını anlatan âyetlerden (Yûsuf 12/5, 8-9) ana babalar için dolaylı bir uyarı anlamı çıkarmak mümkündür.
Anne-çocuk ilişkisi, çok yönlü ve psikolojik açıdan farklı sonuçlar doğuran fıtrî bir ilişkidir. Bu sebeple İslâmî kaynaklarda anne-çocuk ilişkisine geniş yer verilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in, annenin çocuğunu modern psikolojide "bebeklik dönemi" kabul edilen "tam iki yıl" süreyle emzirmesi yönündeki tavsiyesi (el-Bakara 2/233; Lokmân 31/4), çocuğun beden yapısının teşekkülünde anne sütünün önemini ortaya koyar. Nitekim en son tıbbî tesbitler de çocuğun beden ve ruh sağlığı hususunda anne sütünün yerini başka hiçbir gıdanın ve anne kucağının yerini başka hiçbir ortamın tutamayacağını göstermiştir. Hayata gözünü açan insan yavrusu, etrafında güvenli ve rahat bir dünyanın mevcut olduğu hissini yaşadığı ölçüde ruhen gelişip olgunlaşmaya doğru ilerler. Anne ile çocuk arasındaki hissî ilişkilerin canlılığı, fıtrî bir duygu olan anne sevgisi ve şefkati, çocuğun ruhî melekelerinin sağlıklı gelişmesinde temel etkendir. Modern ilmî araştırmalar, bu sevgiden mahrum olarak büyüyen çocuklarda sağlam ve güçlü bir kişilik yapısının gelişmesinin ve temel güven duygusunun yerleşmesinin hemen hemen imkânsız olduğunu ortaya koymuştur. Bu bakımdan İslâm dini çocuğun belli bir yaşa kadar annenin bakım ve terbiyesinde kalmasını öngörür. Çocuğun anne şefkatine ve sevgisine en çok muhtaç olduğu çağ, "temyiz yaşı" denilen yedi yaşına kadarki devredir. Herhangi bir sebeple anne ve baba arasında çocuğun terbiyesini üstlenmede anlaşmazlık çıkması halinde, hukukçular genellikle erkek çocuğunun yedi dokuz, kız çocuğunun ise dokuz on bir yaşına kadar anne tarafından bakılmasının uygun olacağını hükme bağlamışlardır (bk. HİDÂNE). Hz. Peygamber çocuklarına düşkün olan kadınları övmüş ve her vesileyle onları çocuklarına karşı sevgi ve şefkatle davranmaya teşvik etmiştir (Buhârî, "Nikâḥ", 12; İbn Mâce, "Nikâḥ", 62; "Edeb", 3). Öte yandan küçük çocukların mutlaka anne veya onun yerini alacak birisi tarafından yetiştirilmesi hususundaki gelişmeler Hz. Peygamber döneminden itibaren uygulama alanı bulmuştur (Ebû Dâvûd, "Ṭalâḳ", 35; "Cihâd", 132; Tirmizî, "Siyer", 17). Bütün bunlar göstermektedir ki çocuğa sevgi, şefkat ve anlayışla muamele etme İslâm eğitim sisteminin en belirgin özelliğidir. Bunu en açık şekilde Hz. Peygamber'in çocuklarla ilişkilerinde ve bu konudaki tavsiyelerinde görmek mümkündür. Çocuklara karşı derin bir sevgi ve şefkat besleyen, onlarla yakından ilgilenen Resûl-i Ekrem'in, "Kimin çocuğu varsa onunla çocuklaşsın" diyerek çocuğu ciddiye alıp seviyesine inmeyi ve problemlerini dinleyerek yönlendirmeyi öğütlemiştir (İbn Mahled, s. 135). Hz. Peygamber her fırsatta çocukları kucağına alır, öper ve okşardı. Bir defasında torunlarını öperken kendisini gören Akra' b. Hâbis'in bunu yadırgayarak, "Benim on çocuğum var, hiçbirini de öpmedim" demesine karşılık, "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" cevabını vermiştir (Buhârî, "Edeb", 18; Ebû Dâvûd, "Edeb", 144; Tirmizî, "Birr", 12). Başka bir hadiste, çocuklara gösterilen sevgi ve ilginin merhamet duygusunun tabii bir sonucu olduğu belirtilerek herhangi bir şekilde bu duygudan mahrum kalmanın normal bir durum sayılmayacağına işaret edilmektedir (İbn Mâce, "Edeb", 3).
Sahih hadis kitaplarında Hz. Peygamber'in çocuklara sevgi ve ilgisini gösteren çok sayıda rivayet vardır. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, çocuklara karşı sevgi ve şefkat duygularının köreldiği bir toplumda Resûl-i Ekrem'in ortaya koyduğu öğreti, çocuklara ve gençlere verilen değer ve önemi ifade eder. Çocukları hoş tutma ve onların arzularını yerine getirme konusuna önem veren Hz. Peygamber'in namaz kılarken ve hitabede bulunurken bile bu tutumunu değiştirmediğini haber veren çok sayıda hadis mevcuttur (Müsned, IV, 51; Buhârî, "Edeb", 18; Müslim, "Mesâcid", 42; İbn Mâce, "Ṭahâret", 135; Tirmizî, "Menâḳıb", 50, "Feżâʾilü'ṣ-ṣaḥâbe", 22; Nesâî, "İftitâḥ", 172, "Cumʿa", 30). İslâm'a göre çocuk temiz bir yaratılışla ve günahsız olarak dünyaya gelir (bk. FITRAT); ona şekil veren ana baba ve sosyal, kültürel çevredir. Çocuğun, büyüklerin telkin ettikleri değerleri ve davranış modellerini içten benimsemesi ve hayatı boyunca kendilerine bağlı kalması, her şeyden önce kendisini yetiştiren insanları sevmesi ve onlara inanıp güvenmesiyle mümkündür. Bu sonucu doğuracak bir davranışla çocuklara yaklaşmak ise büyüklerin görevidir. Bu açıdan bakıldığında, Hz. Peygamber'in karşılaştığı çocuklara selâm verip onların hal ve hatırını sorması (Buhârî, "Edeb", 81, "İstiʾẕân", 15; Müslim, "Selâm", 15), okşayıp bağrına basması, zaman zaman çocukları, özellikle de torunlarını omuzuna ve sırtına bindirmesi (Buhârî, "Feżâʾilü'ṣ-ṣaḥâbe", 22; İbn Mâce, "Edeb", 3; Tirmizî, "Menâḳıb", 9), hatta hoşlanacakları lakaplar takmak suretiyle çocuklarla şakalaşması ve onları eğlendirmesi (Müsned, II, 532; Buhârî, "ʿİlim", 18; Ebû Dâvûd, "Tereccül", 15; Tirmizî, "Birr", 57) şeklindeki davranışlarının ne ifade ettiği daha iyi anlaşılır.
Çocuğun doğumu çeşitli kültürlerde olduğu gibi İslâm'da da muhtelif merasimlere konu teşkil eden önemli bir olaydır. Dünyaya geldiği ilk günden itibaren çocuk için yapılması gereken ve doğrudan doğruya Hz. Peygamber'in sünnetinden kaynaklanan başlıca uygulamalar şunlardır. 1. Tahnîk. Yeni doğan bebeğin, henüz ana sütünü tatmadan önce hurma, bal vb. tatlı bir besin ezilerek bununla damağının oğulması işlemidir (Müslim, "Ṭahâret", 101). 2. Kulağına ezan okuma. Bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına da kāmet okunur (Müsned, VI, 391; Ebû Dâvûd, "Edeb", 108; Tirmizî, "Eḍâḥî", 17). 3. Ad koyma. Doğumun ilk gününde veya en geç yedinci güne kadar çocuğa bir isim verilir (Buhârî, "ʿAḳīḳa", 1, "Edeb", 108; Müslim, "Feżâʾil", 62; Tirmizî, "Edeb", 63). 4. Akîka kurbanı. Doğumun yedinci günü yahut daha sonraki günlerde şartlarına göre kurban kesilerek ikram edilir (bk. AKĪKA). 5. Sünnet (hıtân). Çocuğun ne zaman sünnet ettirileceği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüşse de bu ameliyenin, doğumun ilk gününden en geç bulûğ yaşına kadar olabileceği kabul edilmiştir. Sünnetle beraber ziyafet verilmesi ve eğlenceye de yer verilen bir merasim yapılması, Hz. Peygamber'den hemen sonra âdet halini almış bir uygulama olarak günümüze kadar gelmiştir. 6. Saçını tıraş etme. Doğumun yedinci günü çocuğun saçı tıraş edilir ve bunun ağırlığınca gümüş ya da altın tutarında bir şey sadaka olarak verilir.
İslâm eğitimcileri eğitimin doğumla birlikte, hatta daha önceden başlaması gerektiği hususunda görüş birliği içindedir. Bu görüşün dayandığı iki temel fikirden biri, ana babanın ahlâkî ve fikrî yapılarının çocuğun eğitiminde büyük etki gücüne sahip olması, diğeri de çocuğun esnek bir tabiata sahip olup iyi veya kötü her türlü dış etkiye açık bulunmasıdır. Bu durumda çocuğu sağlıklı, ahlâklı ve dindar yetiştirmek, ancak çok erken yaşlardan başlayarak onun eğitimini ciddiye almakla mümkün olur. Bebeklik döneminden itibaren uygulanmaya başlanan alıştırmalarla çocukta sağlam bir ahlâkî yapının oluşması hedef alınmalıdır. Bunda davranış eğitimi her şeyden önce gelir. Küçük yaşlarda çocuktaki yanlış davranışların önüne geçilmediği takdirde ileri yaşlarda bunların telâfisinin imkânsız olduğu kabul edilir (İbn Sînâ, s. 157; Gazzâlî, III, 69; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 169; Kınalızâde, II, 38). Buna göre çocuğun yetiştirilmesinde ilk dikkat edilecek husus onun gıdası ve beslenmesidir. Çünkü gerek nicelik gerekse nitelik olarak çocuğun aldığı gıdaların, karakterine iyi ya da kötü yönde etki edeceği şeklinde bazı görüşler mevcuttur (Gazzâlî, III, 67; Kınalızâde, II, 31). Bu bakımdan çocuğun helâl gıda ile beslenmesi onun iyi ahlâk sahibi olarak yetişmesinde önemli bir âmildir. Yemek ve sofra âdâbı, çocuğa ilk öğretilmesi gereken bilgi ve alıştırmalar arasında yer alır. Klasik ahlâk kitaplarında çocuklara öğretilmesi gereken sofra âdâbıyla ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler yer alır. Giyim konusunda da çocuk sadeliğe alıştırılmalı, kız ve erkek çocukların cinsiyet farklılığını yansıtacak şekilde değişik tarzda giyinmelerine dikkat edilmelidir. Çocuğa küçük yaşlardan itibaren vücut, giyim ve çevre temizliği için gerekli kurallar da öğretilmeli, bunların vazgeçilmez bir alışkanlık haline gelmesi sağlanmalıdır.
Ahlâk kitaplarında çocukların çevreleriyle sağlıklı ilişkiler kurmaya hazırlayıcı tedbirlere geniş yer verilmiştir. Bunların başlıcaları, çocuğun sahip olduğu imkânlar sebebiyle başkalarına üstünlük taslamasını önlemek; alçak gönüllü, arkadaşlarıyla hoş geçinen ve imkânlarını onlarla paylaşmasını bilen uyumlu bir insan olarak yetişmesini sağlamak; kıskanç, bencil, para ve mal düşkünü olmasını önlemek; dürüstlük, çalışkanlık, yardım severlik gibi faziletlere özendirmek; inançlı ve bilgili olmayı her türlü maddî değerlerin üstünde tutmayı öğütlemektir (İbn Miskeveyh, s. 23). Ayrıca çocuklar ana babaya, öğretmene ve büyüklere itaate, küçüklere karşı sevgi ve şefkatle davranmaya alıştırılmalı, kaba ve hoyrat davranışları düzeltilmelidir. Kur'ân-ı Kerîm'de de belirtildiği üzere (en-Nûr 24/58) çocuklara aile mahremiyeti konusu da öğretilmelidir. Ev içinde ve dışında çocuklara selâm verilmeli, güler yüzle hal ve hatırları sorulmalı, her konuda ciddiye alınmalı, onların da küçük büyük herkese selâm vermeleri, sevgi ve saygı göstermeleri temin edilmelidir.
Hz. Peygamber bazı oyunlara ve sportif faaliyetlere izin vermiş, hatta bunları teşvik etmiştir. Genel olarak İslâm eğitimcileri de oyunun çocuğun gelişim ve eğitiminde önemli bir rol oynadığını kabul ederler. Gazzâlî, oyunun özellikle zihnî yorgunluğu giderici ve dinlendirici etkisine dikkat çeker (İḥyâʾ, III, 68). Bu bakımdan kız ve erkek çocukların kendi cinsiyetlerine uygun oyunlar oynayarak yetişmelerine önem verilmelidir. Hz. Peygamber'den nakledilen hadislerde kız çocuklarının bebeklerle ve ev işleriyle ilgili oyunlar oynadıkları (Buhârî, "Edeb", 81; Müslim, "Feżâʾilü'ṣ-ṣaḥâbe", 81), erkek çocuklarının da atıcılık, binicilik, yüzme, yürüme ve koşu gibi alanlarda (Müslim, "İmâre", 168; İbn Mâce, "Cihâd", 19; Tirmizî, "Feżâʾilü'l-cihâd", 11; Nesâî, "Ḫayl", 14) eğitildikleri anlaşılmaktadır.
Çocuğun iyi davranışları takdir edilerek ödüllendirilmeli, hatalı davranışları konusunda yapıcı ve yönlendirici bir şekilde uyarılmalı, insanlık gururunu incitecek eleştirilerden sakınılmalıdır. Eğer yanlış davranışlarda ısrar ederse bunun doğuracağı zararlar kendisine anlatılmalıdır. Çocuğun yanlış tutumu engellenirken mutlaka doğrusu da gösterilmelidir. Hataların düzeltilmesinde kötü söz, azarlama, bağırıp çağırma, aleyhte kıyaslamalar yapma ve kıskandırma gibi yaklaşımlar faydadan çok zarar getirir. Çünkü bu hareketler çocuğu arsızlığa ve inat ederek aynı yanlış işi tekrarlamaya sevkeder. Esasen bu gibi tutumlar sözlü eğitimin çocuk üzerindeki etkisini ortadan kaldırır (İbn Miskeveyh, s. 24; Gazzâlî, III, 67). İslâm eğitimcilerinin bu görüşleri çağdaş pedagoji ile tam bir uyum içindedir.
İslâm eğitimcileri, çocuğun eğitim ve öğretiminde iki temel kaideye özellikle önem vermişlerdir. Birincisi, gelişim safhaları dikkate alınıp her safhanın özelliğine uygun düşecek bilgi ve davranışların tedrîcî olarak çocuğa kazandırılmasıdır. Bunun en açık örneği, çocuktaki utanma duygusunun uyanmasına verilen önemdir. Müslüman eğitimcilere göre utanma duygusu akıl ve vicdanın gelişme belirtisi sayıldığından temyiz çağı denilen bu yaşta çocuğun gelişim sürecinin dikkatle gözlenmesi ve kontrol altında tutulması gerekir (İbn Miskeveyh, s. 23; Gazzâlî, III, 66; Kınalızâde, II, 33-34). Çocuğun eğitim ve öğretiminde ikinci önemli nokta ferdî farklılıkların dikkatle korunması ve her çocuğa kendi kabiliyetine uygun olan bilgi ve davranışların kazandırılmasıdır. Kendisinden kabiliyetinin dışında veya üstünde bir iş yapması istenen çocuk normal başarı düzeyine de ulaşamaz. İbn Kayyim, çocuğa kabiliyetleri dışında bir görev yüklemenin onu yıpratmaktan ve aslında yatkın olduğu konularda da başarısız hale getirmekten başka bir sonuç vermeyeceğini kaydeder (Tuhfetü'l-mevrûd, s. 171).
Çocuğun kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az çok ifade edebildiği yaşlardan itibaren dinî esasların öğretimi yapılabilir. Bu konuda ilk öğretilecek şey tevhid inancıdır. Nitekim Hz. Peygamber'in, "Çocuklarınıza önce 'lâ ilâhe illallah' cümlesini öğretiniz" şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir (İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 158). Allah inancı küçük çocuklara onların anlayabileceği sade ve açık bir dille, ümit ve bağlanma duygularını geliştirecek şekilde anlatılmalıdır. Ayrıca temyiz yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte uygun bir üslûpla Allah korkusunu da aşılamak, bu suretle değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezalandıracak olan aşkın bir otoritenin varlığını vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir. Çağdaş pedagojide de doğru aşılanmış bir Tanrı inancının ahlâkî, hukukî ve sosyal normların sağlıklı işleyişindeki rolüne büyük değer verilmektedir.
Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte ibadet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Nitekim onlara namazın öğretilmesi ve aile reisinin de bunda devamlı olması Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça zikredilmiştir (Tâhâ 20/132). Hz. Peygamber'in, çocuklara yedi yaşında namazın kıldırılmaya başlanmasını (veya öğretilmesini), on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa hafifçe cezalandırılmalarını tavsiye eden hadisleri (Ebû Dâvûd, "Ṣalât", 25; Tirmizî, "Mevâḳīt", 182) bu konuda müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır. Buna göre çocuğa yedi yaşına geldiği zaman namaz konusunda basit bilgiler verilecek ve yavaş yavaş namaz kılma alıştırmalarına başlanacaktır. İslâm eğitimcileri özellikle başlangıçta kolaylaştırıcı bazı uygulamalara gidilmesinde fayda görmüşlerdir. Nitekim anlatıldığına göre Hz. Hüseyin çocukları namaza alıştırırken öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kılmalarını istermiş; kendisine, "Niçin vakti dışında namaz kıldırıyorsun?" diye itiraz edenlere de, "Bu onların namazdan uzak kalmalarından daha iyidir" cevabını vermiştir (İbn Mahled, s. 138).
Küçük çocuklara namazın dışındaki ibadetler hakkında da bilgi kazandırılması, bunlardan uygun olanlarının zaman zaman tatbik ettirilmesi, onların gelecekteki dinî hayatları için büyük önem taşır. Nitekim Hz. Peygamber dönemindeki uygulamanın da bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Sahâbeden Rubeyyi' bint Muavviz'in anlattığına göre aşure orucunun tutulmasıyla ilgili uygulamada büyüklerle birlikte çocuklar da oruç tutmuşlardır. Hadisin devamındaki, "Çocuklar için renkli yünden oyuncaklar yapar, onlardan biri yemek için ağlayacak olursa bunları verir, böylece iftar saatine kadar oyalanmalarını sağlardık" ifadelerinden (Buhârî, "Ṣavm", 47; Müslim, "Ṣıyâm", 136), çocuğa ibadetin öneminin anlatılıp yarıda bırakılmasının uygun olmayacağı şuur ve disiplininin verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Her durumda çocuğun ruh ve beden özellikleri dikkate alınarak kendisine yaklaşılmalı, onun henüz dinen yükümlülük çağında olmadığı göz önünde bulundurularak eksikleri ve hataları olumlu bir yolla giderilmelidir. İslâm eğitiminin tedrîcîlik, sevgi ve ikna gibi pedagojik metotları esas aldığı görülmektedir. Nitekim çağdaş pedagojinin ilkelerine göre de korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar çocuk için hem anlaşılmazdır hem de yıpratıcıdır. Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun dinî eğitim ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi