İrade-i Seniyye nedir?

Arapça bir kelime olan irâde "dileme, isteme; meram, emir, ferman" mânalarını taşır. İrâde-i seniyye ise "padişah emri" anlamına gelmekte, sözlü ve yazılı olarak ikiye ayrılmaktadır. Sözlü irâde-i seniyye, padişahın sadrazama bizzat tebliğ ettiği emir karşılığı kullanılan bir tabirdir. Osmanlı diplomatiğinde irâde-i seniyye veya çok defa kullanıldığı gibi kısaca irade sözüyle özel bir belge türü kastedilmektedir. Bu da padişahın emrinin Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibi tarafından sadrazama bildirildiği belgedir.

İradeler cinslerine göre ikiye ayrılır. 1. Arz Tezkiresi Hâmişine İradeler. Bunlar, sadrazamın Mâbeyn-i Hümâyun başkitâbetine hitaben yazdığı arz tezkiresinin altına Mâbeyin başkâtibi tarafından padişahın iradesinin yazılması ile meydana gelir (Mehmed Tevfik, s. 413). Bu tür iradeler sadrazama hitap eden bir elkābla başlar. Sultan II. Mahmud devri (1808-1839) iradelerindeki elkāb çok daha uzun ve külfetli iken kısa zamanda kısaltılıp sadeleştirilmiştir. Gerçekten ilk iradelerde "devletlü, inâyetlü, âtıfetlü, übbehetlü, veliyyü'n-niam, vüfûrü'l-kerem efendim hazretleri" (meselâ bk. BA, HH, nr. 19283, 43114), "ma'rûz-ı bende-i müsted'îleridir ki" şekilleri kullanılmış, nihayet "ma'rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki" şeklinde karar kılınmıştır. İblâğ kısmı kısa ve kalıplaşmıştır. Bir cümle ile sadrazamın tezkiresinin padişaha sunulduğu bildirilir. Arz tezkiresi sadrazam tarafından gönderildiğinde "tezkire-i sâmiye-i âsafâne, tezkire-i seniyye-i âsafâne"; sadâretin başvekâlete çevrildiği sıralarda yazılanlarda ise "tezkire-i seniyye-i vekâlet-penâhî" ifadelerine rastlanır. Fakat bunun başına mutlaka, iradeden iradeye değişen "resîde-i enâmil-i ihtirâm olan", "hâme-pîrâ-yı ta'zîm olan", "enmile-pîrâ-yı tekrîm olan", "zîver-i dest-i ta'zîm olan" vb. birer ibare eklenir. Eğer arz tezkiresiyle birlikte takrir, mazbata vb. belge veya belgeler varsa bunlardan da bahsedilir ve hepsinin birlikte padişaha sunulduğu, "İşbu tezkire-i âsafâneleri atabe-i felek kevkebe-i cenâb-ı cihândârîye arz u takdîm birle" vb. şeklindeki bir ifadeyle bildirilir. İradelerin bazılarının bu kısmında "âsafâne" yerine "hidîvâne" tabirinin kullanıldığı da görülür. Bu kısmın ardından padişahın tezkire ve eklerini görüp incelediği, "manzûr-ı şevket-mevfûr-ı cenâb-ı cihanbânî buyurularak" vb. formüllerle belirtilir. Bu kısa nakil rüknü, "ve" kelimesiyle padişahın iradesinin bildirildiği emir rüknüne bağlanır ve arzedilen konuya göre cevap da değişirdi. Eğer arz tezkiresinde padişaha sadece yapılan bir muamele hakkında bilgi veriliyorsa irade herhangi bir emir ihtiva etmezdi. Padişaha arzedilen husus, yabancı bir devlet hükümdarına gönderilecek nâme yahut tasdiknâme metni gibi bir şeyse gönderilen müsveddelerin uygun bulunduğu belirtilir; atıyye, memuriyet tevcihi konularında sunulan arz tezkireleri belli kalıplar kullanılarak cevaplandırılırdı. II. Abdülhamid devrinde (1876-1909), iradenin emir kısmında padişah için kullanılan "cenâb-ı mülûkâne", "cenâb-ı pâdişâhî" gibi sıfatların yerini "cenâb-ı hilâfet-penâhî" veya "hazret-i hilâfet-penâhî" almıştır. Emrin bildirilmesinden sonra sadâretten yollanan evrakın takımıyla iade edildiğine, "leffen iâde kılınmış olmağla" şeklinde bir ifade ile mutlaka işaret edilir ve irade, "Ol babda emr ü ferman hazret-i veliyyü'l-emrindir" cümlesiyle bitirilirdi. Padişahın herhangi bir müracaat olmaksızın bir mesele hakkında verdiği emrin Mâbeyin başkâtibi tarafından sadrazama bildirilmesine "re'sen irâde-i seniyye" adı verilirdi. Re'sen iradeler, devlet işleriyle ilgili konular yanında imtiyaz tevcihi, bazı tayin ve terfiler, rütbe, nişan ve madalya verilmesi için de çıkabiliyordu.

2. Hususi Mâruzat Üzerine Sâdır Olan İradeler. Bunlar, ilkinden farklı olarak arz tezkiresi hâmişine değil "Başkitâbet Dairesi" başlıklı bir kâğıda yazılır ve içinde de iradenin hususi mâruzat üzerine sâdır olduğu belirtilirdi. II. Meşrutiyet'ten sonra, yani Sultan Reşad ve Vahdeddin devirlerinde arz tezkiresi hâmişine Mâbeyin kâtibi tarafından yazılmış iradeler devam etmekle birlikte kanunnâme ve kararnâmelerin Bâbıâli'de hazırlandıktan sonra sadrazam ve ilgili nâzırdan başka padişah tarafından da kabulü gerektiğinden bunlara, "Meclis-i Umûmî'nin ictimâında kānûniyyeti teklif olunmak üzere işbu kararnâmenin mevki-i mer'iyyete vaz'ını irâde eyledim" cümlesi konularak imzalanmaya başlanmış, böylece üçlü imza usulü getirilmiştir. Ayrıca hânedandan olanlara verilen rütbe ve nişanlar dolayısıyla sâdır olan iradelerle bazı tayinlere ait iradelerde de padişahın imzası bulunmaktadır. Bu tip iradeler bir nevi kanun sayıldığından kimin tarafından yürütüleceğine de iradenin altında işaret edilmiştir. Sultan Reşad'ın imzasını iradenin sol altına atmasına karşılık Vahdeddin'in imzasının iradenin sol üst tarafında yer aldığı görülmektedir.

Arz tezkiresi hâmişindekilerle beyaz üzerine yazılan iradelerde kâğıdın kullanılışı da farklıdır. Birincilerde irade, kâğıdın alt yarısına yazılan arz tezkiresinin altına ekseriya sağ üst sol alt istikametinde eğik olarak yerleştirilmiştir. Kâğıdın bu kısmının yetmemesi halinde işaret konarak üst kısımdaki boşluğa, fakat bu defa sağ alt sol üst istikametinde devam edilmiştir. İradenin arz tezkiresinin altına yazılması, sadrazamdan daha aşağıda bir mevkide bulunan Mâbeyin başkâtibi tarafından kaleme alınmasındandır.

Tarih ve imza hususunda arz tezkireleriyle iradelerde paralellik görülür. Mehmed Emin Rauf Paşa'nın sadâretindeki kısa bir dönem istisna edilirse Tanzimat sonrasına kadar iradelerde tarih bulunmazdı. Tarih atılmaya başlandıktan sonra da uzun zaman sadece hicrî tarih kullanılmış, 1878'den sonra hicrî tarihin yanına muhakkak rûmî tarih de ilâve edilmeye başlanmıştır.

Rauf Paşa ve onu takliden Mâbeyin kâtibi sadece tarih atmakla kalmamışlar, bazı arz tezkireleri ve iradelere mühür basmayı da denemişlerdir. İradelere imza konulmasına XIX. asrın son çeyreğinde başlanmıştır. Bununla beraber 1295'te (1878) imzalı iradeler yanında hâlâ imzasızlara da rastlanmaktadır. Sultan II. Abdülhamid ve onun ardından tahta çıkan Mehmed Reşad ve Vahdeddin'in saltanatlarında ise iradelerde daima Mâbeyin başkâtibinin imzası bulunmaktadır. İradelerin yazısı XIX. yüzyılın karakteristik hattı olan rik'a ve çoğu rik'a kırmasıdır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA