Şehrin
gürültüsü, yoğunluğu, kaosundan bunaldığımızda ilk aklımıza gelen kendimizi doğaya bırakmak oluyor. Ama artık doğa da o kadar sakin değil. Birçok yer keşfedilmiş durumda. Haliyle kaçmak isterken kalabalığa yakalanmak mümkün. Ama kıyıda köşede kalmış yerler de yok değil. Bunlardan bazıları belki de kendi köyümüz, kendi sayfiyemiz... Ekibimiz içinde kendi saklı rotasını keşfedenlere sorduk. Onlar da bizim için kaleme aldı
CEREN ARSEVEN
ISPARTA - KEÇİBORLU - KUYUCAK KÖYÜ
Mis gibi kokan mor bir vadi
Ne
Fransa'nın Provence bölgesi ne de Bulgaristan'ın Sredno Gradişte köyü... Artık lavanta denince aklınıza Isparta'nın Keçiborlu ilçesindeki Kuyucak Vadisi gelmeli. Küçücük bir köy olan Kuyucak'ta tepeler temmuzdan ağustosa kadar mora boyanıyor. Uzun bir tırmanıştan sonra bir yaban armudunun gölgesine arabamızı saklayıp iniyoruz. Karşımızda ışıl ışıl Burdur Gölü. Arkasında tüm ihtişamıyla Toroslar. Uçsuz bucaksız ova insana huzur veriyor. Rüzgarın sesine arıların vızıltıları karışıyor. Havada baş döndürücü bir rahiya var. Bunun sebebi üç tarafımızdaki dağları mora boyayan, esintiyle nazlı nazlı salınan lavantalar. Köy keşfedilmeyi bekliyor ama öylesine küçük ki bir köy kahvesi var epi topu. Ama köylü sıcak, güleryüzlü, misafirperver. Emeklilikten sonra köye dönenler çoğunlukta. Tüm ailelerin gül ya da lavanta tarlası var. Kapıların önlerinde mis gibi lavantalar. Kuyucaklılar evleri güzel koksun diye lavanta çiçeklerini demetler halinde duvarlarına asıyor, kuru çiçeklerinden keseler yapıyor, bazen de çayını yapıp içiyor. Şifa olsun diye... Bölgenin lavantayla tanışması 70'lere dayanıyor. Zamanın gül tüccarlarından Zeki Konur ve birlikte çalıştığı Nihat Yılmaz Fransa'dan getirtmişler lavantayı. Bitkinin zahmetsizce büyümesi bölgeye hızla yayılmasını sağlamış. Bugün Kuyucak, Kuşçular, Yeşilyurt, Kılıç ve civarı köylerde yaklaşık 3 bin 500 dönümlük bir arazi lavantayla kaplı.
LAVANTALAR ARASINDA
Geçen sene Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı Kuyucak'ı turizm faaliyetleri kapsamına aldı. Köyde özellikle lavantaların çiçeklendiği temmuz ayında Taylandlı, Japon, Rus, Çinli kafileler görmeniz mümkün. Turistler fotoğraf çekmek için bölgeyi ziyaret ediyor. Kuyucak, Süleyman Demirel Havalimanı'na da çok yakın. Ancak köyde konaklama tesisi bulunmuyor. Isparta merkez, Keçiborlu, Eğirdir en yakın seçenekler. Köyde yemek yiyecek yer de yok. Yöre halkının arzusu lavantaları görmek için gelen turistlerin ağırlanacağı pansiyonların ve yemek yiyeceği restoranların açılması. Hiç değilse köy kahvesinin elden geçirilmesi. Hüseyin Avcı turizme katkıda bulunanlardan. Süleyman Demirel Üniversitesi'nde okuyan Avcı'nın Facebook'ta Lavanta Diyarı adında bir sayfası var. Günübirlik ziyaretçilere rehberlik yapıyor. Eğer sadece tarlaları gezmek isterseniz ücret 5 TL. Ama köy evinin bahçesinde gözleme ve lavanta çayı da içeyim derseniz 20 TL ödemeniz gerekiyor. Ziya Doğan, bölgedeki yedi tescilli balcıdan biri. Doğan bölgenin fahri turizm elçisi gibi. Asker emeklisi. 66 yaşında ama çakı gibi. Soracak olursanız onu lavantalarla ilgilenmek zinde tutuyor. 1999'da emekli olduktan sonra köyü Kuyucak'a dönüp gül ve lavanta tarımına başlamış. Bugün 150'ye yakın kovanı var. Bizi de o ağırlıyor. Tarlaları gezip, kovanlara bakıyoruz. Eşi Hasibe Hanım'ın elleriyle hazırladığı birbirinden lezzetli yemeklerle doyuruyoruz karnımızı.
PINAR YILDIZ YÜKSEL
ÇANKIRI- ILGAZ DAĞI - KIRKPINAR YAYLASI
Görsel bir şölen
Çocukken okullarda öğrendiğimiz bir şarkı vardı: 'Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın.' Eminim şu an bu dizeyi çoğumuz müziğiyle birlikte hatırladı... Ilgaz'ın hangi ilde olduğu ilkokul ikinci sınıf bilgimi zorluyordu ama yıllar sonra Çankırı'ya bağlı ilçenin Kastamonu ile de paylaşılamadığını öğrendim. Doğa harikası bu büyülü yeri, ben de olsam paylaşamazdım tabii. Türkiye'nin güzelliklerinin hemen her tonunu taşıyan Ilgaz ile üç yıl önce tanıştım. Şimdi senede en az dört kez gidip dört mevsimin de farklı farklı lütuflandırdığı doğasının tadını çıkarıyorum. Üstelik her bir köşesi size sürprizler sunuyor. Ben de size Ilgaz'ın bana sunduğu ilk sürprizlerden biri olan Kırkpınar Yaylası'ndan bahsedeceğim. Ilgaz ilçesini geçip Kastamonu yoluna girince solunuzda Kırkpınar Yaylası tabelasını göreceksiniz. Ana yolda ayrılıp o yola sapınca, yukarı doğru tırmanan toprak bir yol sizi bekliyor. Biraz adrenalininiz yükselebilir ama yol boyunca baharda açan binbir çiçekle, çam kokularının oluşturduğu eşsiz bir tabiat aroması sizi bekliyor. Bu kokuyu asla unutamayacaksınız! Tırmanırken karşınıza sincaplar çıkıyor. Çam ağaçlarının sıklığı sizi şaşırtacaktır. Bir tepenin üstünde en fazla ne olabilir ki diye düşünerek yukarıda sizi neyin beklediğinden habersiz ilerliyorsunuz. Solunuza baktığınızda yemyeşil ağaçlarla kaplı ovalar ve köyler de size görsel bir şölen sunuyor. Uzun bir süre tırmandıktan sonra karşınıza uçsuz bucaksız bir yayla çıkıyor. Sanki Abant Gölü'nü alıp bir tepenin üstüne kondurmuşlar. Sapsarı papatya tarlaları öbek öbek yaylayı kaplamış. Doğayla bütünleştiğinizi ve şehrin gürültüsünden uzak bir özgürlük içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Her nefes alışınızda temiz hava ciğerlerinize doluyor. O an dünyanın en şanslı insanlarındansınız, çünkü Türkiye'nin tescilli en temiz havasını soluyorsunuz.
ZİRVEDE BİR GÖL
Baharla birlikte yayla evlerinin de kapıları açılmış. Bu şirin ahşap evlerin şanslı sahipleri de oldukça misafirperver. Ama etrafta konaklayacağınız ya da yemek yiyeceğiniz bir yer yok. Bu yüzden sakın hazırlıksız gitmeyin. Kalabalık gruplarla kamp yapmayı seviyorsanız, alın size bir seçenek. Çadırlarınızı kurup bu güzel tabiatta misafir olabilirsiniz. Tam arkanızda çam ağacı ormanları var. Ancak bilmiyorsanız çok ilerlemenizi tavsiye etmem. Çünkü her tarafı birbirine benziyor ve kaybolma ihtimaliniz çok yüksek. Ancak yakınınızdaki ağaçlarda salıncak yapıp kendinize ya da çocuğunuza çam kokulu gökyüzü manzarası keyfi yaşatabilirsiniz. Yaylada su sıkıntısı yok. Çünkü çok şirin bir köy çeşmesi yol kenarında misafirlerini bekliyor. Suyu dişlerinizi titretecek derecede soğuk, tadı ise enfes. Kırkpınar'a kalabalık çıkmanızı öneririm. Çünkü yolda aracınız arıza yaptığında yardım alacağınız kimse yok. Telefonunuz da çekmiyor. Ama yol arkadaşlarınızı yanınıza alarak bu güzel köşeyi mutlaka keşfedin.
ŞENGÜL BALIKSIRTI
İZMİT - GÖLCÜK - NÜZHETİYE
Doğaya dönüş hikayesi
Hafta sonları avm'lerden sıkıldıysanız, İstanbul'da bir yerden bir yere gitmenin, trafikte saatlerce beklemenin zorluklarından yakınıyorsanız, size çok yakınlarda bir önerimiz var. Arabanıza binin, İzmit'e doğru yola koyulun... Körfeze geldiğinizde Gölcük yoluna sapın, kısa bir süre gittikten sonra solda Bahçecik tabelasını göreceksiniz. O yola girdikten sonra Nüzhetiye tabelalarını izleyin. Ana yoldan ayrıldıktan sonra yolculuğunuz yaklaşık 20 dakika sürecek. Ve yukarılara doğru tırmandıkça "Neredeyim ben? Karadeniz'e mi geldim" diyebilirsiniz... Yemyeşil bir doğası var Nüzhetiye'nin. Sırtını ormana yaslamış. Önünde ise yemyeşil bahçeler, en az 100 yıllık evler, tarlalar ve iki dağın arasından görünen İzmit Körfezi manzarası... Bu arada Harem'den yola çıkarsanız, bir saat 15 dakikada köye ulaşmanız mümkün. Yola çıkarken yemek alışverişinizi yapın. Ama Alabalık Çiftliği'nde balık ya da köfte gibi seçeneklerinizin olduğunu da unutmayın. Yürüyüş severler bu rotayı çoktan ezberlemişlerdir. Şelaleden daha yukarılara tırmandığınızda bulutlara çıkmış gibi hissedersiniz. Köyde eskiden çoğu insan çiftçilik yapardı. Ancak İzmit gibi bir sanayi bölgesine yakın olması nedeniyle çoğu kişi köyden kente göç etti ama bağını hiçbir zaman koparmadı. Kışın daha az insan yaşasa da yazın müthiş kalabalıklaşıyor. Nüzhetiye bir Gürcü köyü. 1893 yılında Artvin'den göç eden Gürcüler tarafından kurulmuş. Karadeniz'in bütün geleneğiyle gelmiş Gürcüler. Evler Karadeniz evlerinin birebir aynısı. Bu evlerden birini mutlaka sahibinden izin isteyerek dolaşın. Sadece el işçiliği ile yapılan evlerin mimarisi ve yaşam alanlarının büyüklüğü dikkat çekici. Size bir de ayran ikram ederler ki, tadına doyum olmaz. Baharın gelmesiyle birlikte müthiş renklere bürünür köy. Ki aynı renk cümbüşü sonbaharda da yaşanır. Nüzhetiye'de konaklama olanağı yok. İzmit ya da Gölcük'te otelde konaklayarak çevre gezilerinizi çeşitlendirebilirsiniz. Toprağın kokusunu, tavukların sesini, otlayan inekleri, dalından koparılan meyveleri, bostanlardan toplanan salatalık, biber, domatesi... Daha ne anlatalım... Tam bir doğaya dönüş hikayesi...