Bu hafta Sabah Yazarlar Kulübü İller Buluşması'nın sıradaki durağı olan Denizli'deydik. İki gün boyunca şehrin altını üstüne getirdik. Sadece Pamukkale'deki travertenlerden ibaret olarak bilinen şehirde o kadar çok gezilecek yer, o kadar çok tadılacak lezzetle karşılaştık ki... Denizli'yi iki güne sığdıramadık. Burası öyle bir şehir ki, tarihi ayrı, kültürü ayrı, lezzetleri ayrı yazı konusu olur. O zaman gelin Denizli turumuza başlayalım. İlk durağımız Denizli denince akla gelen ilk yer Pamukkale. Biz gittiğimizde hava bir açıp bir kapıyordu. Hatta zaman zaman yağmur çiseliyordu. Ama dünyanın her yerinden gelen binlerce turist vardı Pamukkale'de. Travertenleri gezmek için, antik havuza girmek için uzun kuyruklar oluşmuştu. Öğrendik ki Denizli ülkemizin en çok turist çeken beşinci şehriymiş. Şunu da insan söylemeden edemiyor doğrusu: Eğer elinizdeki değeri iyi sunarsanız, insanlar yağmur kar dinlemeden ayağınıza kadar geliyor. Pamukkale'ye gitmişseniz, kapsamlı bir tur yapmanız gerek. Antik Dönem'in inanç ve sağlık merkezi olan Hierapolis, sahip olduğu ihtişamlı yapıları ve günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleri ile görenlerini kendine hayran bırakıyor. Hierapolis Antik Kenti, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış muhteşem bir yer. Hierapolis'in içinde yer alan, şifalı sularıyla ünlü Kleopatra Havuzu ise yağmurlu havaya rağmen dolup dolup taşıyordu. Cilt ve eklem hastalıklarının tedavisinde son derece etkili olduğu söylenen havuza girmedik ama suyuyla yüzümüzü yıkadık. İnsan kendini gerçekten iyi hissediyor. "Kleopatra'nın güzellik iksiri" diye boş yere dememişler. Hierapolis Antik Kenti'nin içinde bulunan travertenleri zaten uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ünü tüm dünyanın dilinde. Günün her saatinde farklı bir güzelliğe bürünen bu eşsiz yer özellikle gün batımında göz kamaştırıcı bir hal alıyor. Renkler sanki birbiriyle dans ediyor. "Dünyanın şüphesiz en güzel günbatımını seyrediyorum" diyorsunuz. Hierapolis için inanç turizminin de başkenti demiştik az önce. Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan St. Philippe hayatının son dönemini burada geçirmiş. St. Philippe'in çarmıha gerildiği yerde yaptırılan martyrium ise Hıristiyan aleminin hacı olmak için geldiği kutsal bir yapı olarak binlerce ziyaretçi çekiyor, "kutsal kent" olarak kabul ediliyor.
KRALLAR KENTİNE YOLCULUK
Madem konu inanç turizminden açıldı, o zaman Hierapolis'ten ayrılıp Krallar Kenti Laodikeia'ya doğru yola çıkma zamanı geldi demektir. Geçmişi M.Ö. 5500 yılına dayanan bir antik kentteyiz şimdi. Antik dönemin en zengin kentlerinden biri olan Laodikeia, birbirinden ihtişamlı pek çok büyük medeniyete ev sahipliği yapmış. Burada bizi gezdiren Arkeolog Celal Şimşek'ten bahsetmeden olmaz. Tam bir tarih aşığı olan Celal Hoca, 15 yıldır bu antik kentteki kazıların başında. Yarım saat planlanan Laodikeia gezimiz, Celal hocanın güzel anlatımıyla saatler sürdü. Kimse oradan ayrılmak istemedi. Peki Laodikeia neden bu kadar önemli? İncil'de adı geçen yedi kiliseden biri olan Kutsal Haç Kilisesi, Laodikeia Antik Kenti'nde yer alıyor. 2013 yılında ziyarete açılmış. Burada kazı çalışmalara hala devam ediyor. Neticelendiğinde Efes'ten daha büyük bir antik kente daha ev sahipliği yapacağız.
BABADAĞLI ÇARŞISI
Artık tarihi ve antik dönemi bırakıp günümüzün Denizli'sine doğru yola çıkalım. Tekstilin başkenti olarak bilinen şehrin sokaklarında dolaşırken adım başı havlu ve dokuma ürünleri satan dükkanlar görüyorsunuz. Ama en iyilerini nerede bulabilirim diye soruyorsanız gitmeniz gereken tek bir yer var: Babadağlı Çarşısı. Havlunun ter türlüsünü, buldanın her çeşidini burada bulabilirsiniz. Sabah ekibi olarak Babadağlı'dan dünyayı satın alıp çıktık desek yeridir. Babadağlı Çarşısı'nın hemen arkasındaki Tarihi Kaleiçi Çarşısı'nda da bir gezinti yapmakta fayda var. Artık yok olmaya yüz tutmuş bakırcılığın son örneklerini burada görebilirsiniz. Bakırcı ustalarının çalışmalarını fotoğraflayabilir, onlarla sohbet edebilirsiniz. Yapılması gerekenler listesinin en önemli maddelerinden birine geldi sıra. Teleferikle zirveye çıkmak. Bağbaşı Mahallesi'nden kalkan teleferikle muhteşem şehir manzarasını izleyerek 1400 metre yükseklikteki Bağbaşı Yaylası'na çıktık. Beş dakikalık bu yolculukta envai çeşit kuş cıvıltıları ve yeşilin her tonu bize eşlik etti. Yaylada güzel bir öğlen yemeği ve akabinde köpüklü bir Türk kahvesi keyfimizi tamamladı. Yaylaya çıkacaklar şunu unutmasınlar, hava sıcaklığı şehre göre epey düşük oluyor, tedarikli gitmekte fayda var. Diyelim ki yaylaya çıktığınızda karnınız aç değildi, sadece kahveyle geçiştirdiniz. O zaman size şehirden güzel bir mekan tavsiyesi verelim. Şehrin meşhur yemeği Denizli kebabı yemek istiyorsanız hiç düşünmeden Kebapçı Enver'in yolunu tutun. Tandır kebabına benzeyen kuzu etinden yapılma bol yağlı bu kebabın yanındaki pideler de pek lezzetli. Ancak mekanın bir özelliği var. Kebabı elle yiyorsunuz. Eski bir geleneği günümüzde hâlâ devam ettiriyorlar. Mekanda çatal bıçak servisi yapılmıyor. Yanına bir de Zafer gazozu söyleyin, keyfinize diyecek yok.
HEYECANLANDIRAN PROJELER
İki günlük şehir turumuzun son durağı ise halen inşası devam eden Nihat Zeybekci Kongre Kültür Merkezi oldu. Toplam 85 bin metrekare kapalı alana sahip olan bu kültür merkezinin 29 Ekim'de açılması planlanıyor. İnsan, hummalı bir çalışmanın devam ettiği merkezin bu halini bile gördüğünde, bitmiş halini merak ediyor. Denizli herkesin imrendiği bir merkeze ev sahipliği yapacak, orası kesin. Bu iki günlük gezimiz boyunca bize sürekli eşlik eden Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan'dan bahsetmeden olmaz. Şehirde herkesin sevdiği Zolan, tam bir Denizli aşığı. İki günlük birlikteliğimiz boyunca yaptığımız sohbetlerimizde anlattığı projeler ve icraatları, insanı dinlerken bile heyecanlandırıyor.
HAKAN TURPÇU/ ŞENGÜL BALIKSIRTI