Romantizm, edebiyat, sanat ve mimari... Tüm bu kelimeler benim için en çok Orta Avrupa şehirlerinde birleşir. Viyana, Budapeşte, Berlin... Her biri romantik ve eğlenceli bir tatil için ideal adresler. Ama bu kez çok daha masalsı bir Ortaçağ şehrini keşfetmeye ne dersiniz? O halde soğuk havaya karşı gardınızı alın Çekya'nın başkenti Prag'a gidiyoruz. Prag'a Avrupa'nın Gotik Başkenti de deniyor. Charles Köprüsü, kuleleri, gri havası, Arnavut kaldırımlarıyla siyahın binbir tonunu barındırıyor. Gotik ama asla kaotik değil. Tam tersi buram buram tarih ve romantizm kokuyor. El ele tutuşup muhteşem mimari yapılar arasında dolaşırken saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Hem neredeyse her köşebaşında ufak ama şirin bir kahve dükkanı ya da tatlı bir kafe karşınıza çıkıyor. Zaman zaman da burnunuza iştah kabartan hamur kokusu geliyor. Prag sokaklarında sıkça karşılaştığınız geleneksel tatlılarının kokusu bu. Adı trdelnik. Hamurun üzeri pişerken tarçın ve şekerle kaplanıyor. İçerisine çikolata ve isteğe bağlı dondurma konarak servis ediliyor. Sokakta pek çok kişiyi elinde bu tatlıyla dolaşırken görüyorsunuz. Soğuk havada yanında sıcak çikolata ile birlikte içinizi ısıtıyor.
BİRAZ TARİH VE SANAT
Sadece romantizm yok elbette şehirde. Sanat ve tarih açısından da çok zengin. Prag gezisi genelde old town yani eski şehirden başlar. Meydandaki en önemli yapılardan biri Astronomik Saat Kulesi. Astronomik Saat 12 saat dilimini ve 12 burcun sembollerini taşıyor. Saatin sağ ve sol tarafında heykeller bulunuyor. Meydanda gezebileceğiniz bir başka tarihi yapı ise Tyn Kilisesi. Meydanda her yıl yılbaşı pazarı kuruluyor. Kaçırdım diye üzülmenize gerek yok. Yılın geri kalanında da burası bir panayırı andırıyor. Yemek standları, sokak çalgıcıları 12 ay meydanı boş bırakmıyor. Bir akşamı siz de sokakta romantik takılarak geçirebilirsiniz. Standlardan alacağınız yemeklerle karnınızı doyurabilir ve meydanda elinizde sıcak içeceğinizle müzik dinleyip takılabilirsiniz. Zaman zaman bu meydanda konserler ve gösteriler de düzenleniyor.
İSTİKAMET KÖPRÜ
Prag'ın en önemli simgesi kuşkusuz Karl yani Charles Köprüsü. Vltava Nehri üzerinde kurulan bu köprünün harcına yumurta katılarak güçlendirildiği söyleniyor. Charles Köprüsü araç trafiğine kapalı bir yer. Ama özellikle tatil günlerinde yaya trafiği epey yoğun oluyor. Köprüdeki 30 heykelin bir kısmı asıllarının kopyası. Gerçeklerini ise Ulusal Müze'de görebilirsiniz. Ellerinde yiyecekiçecekleri pek çok kişiyi köprünün üstünde sosyalleşip, fotoğraf çekerken görebilirsiniz. Heykeller, nehir ve şehir manzarasının ortasında kalan köprü şehrin en romantik noktası. Genelde Prag tatillerinde mutlaka herkesin köprüde bir fotoğrafı olur. Meşhur kareyi çektirdikten sonra merdivenlerden aşağı inip nehir kenarında gezintiye devam edebilirsiniz. Ya da bir tekneyle anlaşıp nehir turuna çıkabilirsiniz. Prag'ın nefes kesen mimarisini görmek için de kaleye çıkabilirsiniz. Panoramik şehir manzarasını seyretme noktasına ilginçtir ki Starbucks şubesi açılmış. Ama bildiklerimizden farklı. Mimariyi bozmamış. Hatta içine girene kadar buranın kahve zinciri olduğunu anlamıyorsunuz. Ama biraz daha iç kesimlere giderseniz pek çok pub ve kafe olduğunu göreceksiniz.
GÜZEL YEMEK HAYAL DEĞİL
Kampa Park, şehrin en romantik restoranlarından biri. Charles Köprüsü'nü görüyor ve rezervasyon gerekiyor. Konaklamak için üst katta otel kısmı da mevcut. Mandarin Otel'in içindeki Uzakdoğu restoranın ambiyansı ile değil ama yemekleri ve servisi ile Avrupa'daki en iyiler arasında. Fiyatlar ise biraz pahalı. Benim sadece Prag'da değil belki de dünyada en sevdiğim İtalyan restoranı La Finestra ise mutlaka uğramanızı tavsiye ettiğim bir adres. İster restoran kısmında şık bir yemek yiyin, isterseniz de hemen yan tarafındaki şarküteri bölümünde biraz daha rahat takılın. Prag sokaklarında karşınıza çıkan hemen hemen tüm kafelerde iyi yemek ve iyi atmosfer garantisi oluyor.