Geride bıraktığımız hafta Washington'da gerçekleştirilen Türk-Amerikan Konseyi toplantılarında edindiğimiz gözlemler iki ülke arasındaki ilişkilerin son bir senede kat ettiği yola ilişkin güçlü ipuçları verdi.
Geçtiğimiz yıl düzenlenen toplantılarla kıyasladığımızda bu yıl nitelik ve nicelik olarak oldukça farklı bir tablo karşımıza çıktı. ABD yönetimini temsilen Dışişleri Bakanı Clinton gibi çok üst düzey bir katılımın gerçekleştiği toplantılarda Amerikan tarafından verilen mesajlardaki genel olumlu hava neredeyse her oturumda kendisini hissettirdi.
Önce son bir sene içerisinde nelerin değiştiğinin tahlilini yapabilemk için hafızalarımızı bir tazeleyelim.
İki ülke arasındaki ilişkiler geçtiğimiz yıl bu dönemlerde ard arda gelen krizlerle adeta evliliklerdeki kritik ilk yılı hatırlatıyordu. İlişkiler karşılıklı empati ve birlikte yola devam kararlılığında ya daha iyi olacak ya da kötüleşecekti. Mart ayında Ermeni Soykırımı karar tasarısının Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu'ndan geçmesi, Mayıs'ta Türkiye, Brezilya ve İran arasında imzalanan Tahran Anlaşması, Mayıs ayının son günü İsrail'in Mavi Marmara Yardım Gemisi'ne saldırısı, Haziran ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Türkiye'nin İran'a yaptırım paketini öngören tasarıya aleyhte oy kullanması gibi başlıca gelişmeler bu süreçte kritik ölçüde potansiyel kırılma noktalarını oluşturmuştu.
Sonbahar aylarına girildiğinde ise malum "Eksen Kayması" iddiaları ayyuka çıkmış, Türkiye'nin NATO'nun yeni stratejik konsepti sürecinde "birliğe bağlılığı" özellikle bazı Amerikan düşünce kuruluşlarının ve medyasının angajeleri ile de adeta test edilir bir zeminde tartışılmaya başlanmıştı. NATO şemsiyesi altında yerleştirilecek Füze Savunma Sistemleri'nin nerede olacağı, kimi hedef aldığı gibi itilaflı noktaların da merkezine oturtuduğu bu tartışmalar gerek Amerikan gerekse Türk basının çıkan yoğun haber ve yorumlara konu olmuştu.
O günlerde görüşlerini aldığım ABD'li dış politika uzmanları, transatlantik ittifakında varılacak bir uzlaşının Türkiye'yi malum çevrelerce yaftalanmaya çalışılan "Eksen Kayması" gündeminden kurtaracağını, "Algı Sorununu" ortadan kaldıracağını ima ediyorlardı.
Yaratılan bu kavram çatışması ve ileri sürülen "algılama sorunu" ısrarla gündemde tutulmaya çalışılıyordu ki Beyaz Saray'ın Türkiye Büyükelçisi olarak önerdiği Büyükelçi Francis Riccardione'nin atanması krizi baş gösterdi. Riccardione ataması Senato'daki bazı isimlerin "göreve uygun olmadığı" ve "Türk hükümetine fazla yakın" gibi gerekçelendirmeleriyle aylarca askıda kaldı.
ilişkilerde geride bırakılan bir yılın muhakemesini yaptığımızda ise şimdi karşımızda NATO'nun füze savunma radarına ev sahipliği yapan, dünyanın içinde bulunduğu resesyona rağmen güçlü ekonomisi ve büyüme hızı ile göz dolduran, Arap ülkelerinde yaşanan değişim sürecinde izlediği politikalarla bu ülkelerin halkları nezdinde kültürel dinamizmi ile ayrıcalık sağlamış bir Türkiye duruyor.
Öte yandan, her ne kadar bölgesinde yaşanan sıcak gelişmeler nedeniyle ikili ilişkilerinde anlık ve sert kararlar vermeye ısrarla zorlansa da, Türkiye bu bir yıl içerisinde İran'a yönelik mevcut politikasından taviz vermedi. İsrail ile ilişkilerin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olanlara ve bunu bir baskı unsuru olarak kullanmak isteyenlere rağmen Türkiye özür, tazminat ve Gazze blokajı kalkmaksızın mevcut politikasından da geri adım atmadı.
İşte bu seneki Türk-Amerikan Konseyi toplantılarındaki genel hava sıraladığımız bu gelişmelerin bir izdişümü niteliğindeydi. ABD yönetimi Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Genel Kurmay Başkanı Martin Dempsey gibi üst düzey bir katılımla temsil ediliyordu toplantılarda.
Bir başka isim, ABD yönetiminin Türkiye politikalarının baş mimarlarından olan Phil Gordon'da konuşmacılar arasındaydı. Geçtiğimiz yıl aynı salonda yaptığı konuşmada Gordon, iki ülke arasındaki ortak çalışma alanlarına dikkat çekerken mevcut algı sorunun da küçümsenmemesi gerektiğini söylemiş ve aynen şu ifadeleri kullanmıştı: "Neticede Türkiye'nin gerçekten doğuya dönüp dönmediği o açıdan önemli değil. Eğer Washington'da insanlar böyle düşünüyorsa bu bir sorun oluşturuyor. Ne tür imaj verildiği önemlidir. Eğer Amerika'da insanlar Türkiye'nin Amerika'yla ortaklığını güçlendirmekten ziyade İran'la yakın ilişkilere hevesli olduğu kanısına varıyorsa bu gerçek bir sorun oluşturur."
Bu sene ise nedense Gordon'dan bu minvalde bir söz işitmedik. "Algı" ve "Eksen" sorunları tarihe karışmış görünüyordu.
Diğer yandan ABD yönetiminden konuşmacıların hemen hemen hepsi geçtiğimiz sene olduğu gibi bu yıl da "Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin normale dönmesini arzu ediyoruz, verilen çabalarda şu ana kadar tam bir başarı kaydedilememesinden hayal kırıklığı duyuyoruz" gibi ifadeler kullandılar. İsrail ile ilişkilerin yanı sıra Güney Kıbrıs'daki petrol-gaz arama çalışmalarından doğan itilaf ve Ermenistan ile ilişkilerin normalize edilme süreci de ABD tarafının vurguladığı konular olarak ön plana çıktı.
Bunun yanında iki ülkenin terörizmle ortak mücadele alanındaki çalışmaları, Arap ülkelerindeki değişim sürecinden sürdürülen yakın diyalog, Türkiye'nin NATO ittifakına bağlılığı gerek Gordon, gerek Dışişleri Bakanı Clinton gerekse Genel Kurmay Başkanı Dempsey'nin ağırlıkla vurguladığı ifadeler olarak dikkat çekti. Türkiye ekonomisinin bölgesinde yarattığı canlılık da sık sık vurgu yapılan konu başlıkları arasında yer aldı.
Washington'a kışın yavaş yavaş yaklaştığı günlerde Türkiye-ABD ilişkilerinde bahar havası estiğine emsal olabilecek bir başka önemli gelişme de Kongre'den uzun süredir satışı için onay beklenen Süper Kobra helikopterleri ve insansız hava araçlarının satışına ABD yönetiminin tam destek verdiğini belirtmesi oldu. Zira Washingron'daki bu toplantılar arefesinde Amerikan Yönetimi, Türkiye'ye üç adet AH-1W Süper Kobra taarruz helikopteri satacağını Kongre'ye bildirdi. Kongre'den henüz onay çıkmamış olsa da İnsansız Hava Araçları satışı ve Türkiye'nin üs olma taleplerinin yönetim tarafından en üst seviyede değerlendirildiğini ve destek bulduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi yeni bir yıla bu son derece olumlu hava ile giriliyor ilişkilerde. Öte yandan
iki ülke arasındaki ortak çalışma alanlarının çeşitlendiği de göz önünde bulundurulduğunda yine yoğun bir gündem bekleniyor. Amerika'nın Irak'tan çekilmesine iki ay kaldı. Suriye'de Esed rejimi ile henüz bir mutabakat sağlanmış değil ve karşılıklı güven yeniden tesis edilecek gibi de görünmüyor. Arap ülkelerinde geçiş dönemi sancılı geçeceğe benziyor. Şimdilerde yine gündemde olan, ABD ve İsrail'in İran'a baskıların artırılması talepleri yükselebilir ve İsrail ile yeni gerginlikler oluşabilir.
İşte sıraladığımız gelişmelerin tam da ortasında bulunuyor Türkiye-ABD ilişkileri. Amerikalı yetkililerin Türkiye ile ilişkileri tanımlarken sıkça tekrarladıkları bir ifade vardır. "Kullandığımız yöntemler farklı olabilir ama çıkarlarımız ortak." Zaman zaman Türkiye'nin kendine özgü izlediği yöntemler bu mottoya rağmen dolaylı olarak eleştirilse de ABD yönetiminin şimdi bu ortak çıkarlar temeline odaklandığını ve yöntemi beğenmeyenler tarafından yaratılan spekülatif söylemlere prim vermediğini söyleyebiliriz.
Önümüzdeki yeni dönem bu 'ortak çıkarlar-farklı yöntemler' anlayışı paralelinde iki ülke ilişkilerinde olgunlaşan bu yeni paradigmanın test edilmesini sağlayacak birçok yeni gelişmeye sahne olacak.