Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Her doğan gün ille de dert mi olmalıdır?

Bir ülkenin normalleşmesi için ille de çok anormal bir süreci yaşaması şart mıdır?
Dün bu anormal sürecin yansımalarından birine daha tanık olduk.
Yine bir grup gazetecinin evleri arandı, bazıları gözaltına alındı.
Tamam... Ben de yargının işine karışmayı doğru bulanlardan değilim.
Ama hukuk ve yargı ile günlük siyasetin böylesine haşır neşir olduğu bir ülkede "Susalım ve yargı kararını bekleyelim" demek ne kadar mümkün olabilir ki?
Ayrıca bu ülkede yargı kararlarının sağlığını ve bu kararların gerçekleşmesine ilişkin süreçleri, sayısız örneklerle her dakika tartışmıyor muyuz?
Ortak amacımız vesayetçi demokrasinin sona erdirilmesidir.
Cuntacılık, darbecilik artık gündemimizden çıksın istiyoruz hepimiz.

Normalleşmek mümkün mü?

Gazetecilerin evlerine baskınlar yapıldığı ve bunlardan bazılarının gözaltına alındıkları haberleri ile hayata başladığımızda, normalleşme sürecine girmemiz mümkün olacak mıdır?
Normalleşmenin temel öğelerinden biri de şeffaflıktır.
Açıkçası yargı da şeffaf olmak zorundadır.
Gözaltıların gerekçelerine ait bilgileri ne yazık ki yargıdan değil, dedikodu içerikli gazete ve internet haberlerinden öğrenmeye başladık.
Devam eden ve ne zaman karar aşamasına gelecekleri kestirilemeyen davaların iddianameleri ise Tolstoy romanlarına taş çıkartacak kadar hacimli ve ayrıntılı.
En kötü durum da ülkenin sağlıklı, özgürlükçü ve sivil demokrasiye sahip olmasını isteyen kesimlerin, bu davalar ve gözaltılar konusunda bir nevi taraf olmak durumuna itilmeleri değil mi?

Bitmez tükenmez bir süreç

Bir gazeteci gözaltına alındığında sanki onunla aynı görüşte olmayan gazetecilerin bu gözaltına alkış tutmaları gerekiyormuş gibi bir durum var.
Bu süreci birilerinin sona erdirmesi gerekiyor.
Askerlerin darbe yapıp toplumsal yaşama müdahale etmeleri ne kadar yanlışsa, o toplumun sürekli darbe ihtimali varmış gibi yaşatılması da yanlıştır.
Gençlik yıllarımı hatırlıyorum.
Cumhuriyet'teki köşe arkadaşım Burhan Felek bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak 23 Ocak 1913'teki Bab-ı Ali Baskını'nı karşı kaldırımdan nasıl izlediğini anlatırdı.
Ondan sonraki kuşak gazetecisi olan ben de bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak 28 Nisan 1960 öğrenci eylemlerini Beyazıt Meydanı'nda yaşamıştım.

Cahit Sıtkı haklıymış

Sonra 1970'li yıllar ve "Madanoğlu Cuntası"nın benim çalıştığım Cumhuriyet'e yansımalarını gördük.
12 Mart 1971 darbesini 12 Eylül 1980 darbesi izledi.
Tam "Bunlar bitti artık normalleştik" derken 28 Şubat 1997 postmodern darbesi geldi.
Ne dersiniz?
Hepimizde tarihsel ve toplumsal bir yorgunluğun izleri yok mu?
Normalleşme sürecine yargının da katkı yapmasını beklemeli değil miyiz yani?
Cahit Sıtkı Tarancı haklıymış galiba...
"Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA