Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Paris, para, pay, pavlova

Geçen hafta Paris lapa lapa karlı ve hep olduğu üzere yine pahalıydı. Euro etiketlerini yuvarlayıp beşle çarpmak üzdü, Faubourg’daki kaz ciğerli pie (pay) ile masalsı pavlova avuttu

Paris beni sevmez. Her seferinde ya hasta eder ya bir problem çıkartır. 25 yıl önce ilk gidişimde hayatımın en ağır gribini yaşatmış, uçak biletlerini değiştirtip bir haftalık tatili beşinci günde bitirtmişti. Memlekete indiğimizde, havalimanından hastaneye kucakta kaldırılmıştım.
İki ay önceki son gidişim ise Mexico City aktarması içindi ve Paris'in Charles de Gaulle Havalimanı iki saatlik aktarma arasında yine attı kazığını: Benito Juarez Havalimanı'ndan aldığım ve bir sorun teşkil edip etmeyeceğini sekiz kere sorduğum acı soslarımı, gözümün önünde çöpe attı kibir kumkuması Fransız memur hanım. Bariz bir kan uyuşmazlığı var Paris'le aramızda...
Bu defa soğuk ve karlı olacağını öğrendiğimde, hah dedim, göründü üç hafta sürüp süründürecek gribin yolu. Bir de üstüne karda kayıp düşüp ayağımı kırdım mı, tamamdır. Hem artık yaş itibarıyla da kucaktan tekerlekli sandalyeye terfi zamanıdır.
Fakat hayrettir, Paris bu defa sıhhi bir sürpriz hazırlamamış. Orada olduğumuz dört gün boyunca hava çok soğuk ve iki gün boyunca da lapa lapa karlıydı. Ama ne hikmetse hasta etmeyi beceremedi.
Yine hayrettir, ayağımızı da kaydırmadı. Fakat biraz şirazemizi kaydırdı doğrusu ve sindirim sorunu çıkardı başımıza. Evet, hazımsızlık.
Bol parası olana, Paris şahane şehir... Ama olmayana da hüzün diyarı... İnsana kendini böcek gibi hissettiriyor.
Saint Germain'in galeri ve antikacılarının vitrinlerine bakarken yutkunmaktan boğazımız ağrıyacaksa... Birkaç parça üst baş alışverişi yapmak dev vicdan azabı olacaksa (Yüksek markaları geçelim de, sadece Uniqlo'ya gücü yeter hale düşmek de biraz acı doğrusu)... İstediğimiz birkaç restoranda yemeğe gidersek tatlıdan sonra mutfağa girip bulaşıkçılığa soyunmamız gerekecekse (Üçü unutun, tek Michelin yıldızlıların bile beşle çarpıldığında bir aylık mutfak masrafına denk gelmesi fena iştah kesici)... Makaron alırken bile parmak hesabı yapılacaksa... O zaman Paris'te ne işimiz var?
Sabah Pazar'a göz attıysanız görmüşsünüzdür, Europain'deki Bakery Masters 2018 yarışmasına davetli olarak gittim Paris'e. Ama dört gün boyunca sadece fuarda durmadık haliyle; biraz etrafta dolanma imkânı da bulduk. Louvre'daki hazineleri haftaya bırakalım, bugün tadı damağımızda kalan üç mekân tüyosu verelim...

PARİS AYAKLARINIZIN ALTINDA
Devasa camlarıyla muazzam bir manzaraya sahip Maison Blanche; kesintisiz, yekpare... Bütün Paris kanatlarınızın/ayaklarınızın altında... Trüflü ve borazan mantarlı yerelması çorbası çok güzeldi; ilk fırsatta evde de deneyeceğim. Patates kroketin içine mor lahana püresi koymuşlar, o da yapılabilir pekâlâ. Finaldeyse pasta şefi Paul'ün gizli reçetesiyle Araguani çikolatalı (Venezuela'dan zengin ve aromatik bir bitter) Maison Blance pastası vardı ki, üstüne serpilmiş pudra şekeri ve içinden akan sıcak çikolatayla, dışarıdaki karlı manzaraya fevkalade yakışmıştı.

SERVİSİ ZARİF VE ÖZENLİ
Saint Germain (De Pres)'in şöhretli kafelerinden ilki Cafe de Flore ise, ikincisi de bu: Les Deux Magots. Zaten bitişiği sayılır; sadece aralarına Louis Vuitton girmiş. O da komşusu gibi kültür sanat camiasının buluşma noktasıymış vaktiyle (1884 doğumlu).
Duvarlarda Picasso'nun, Hemingway'in fotoğraflarıyla, Albert Camus'den Oscar Wilde'a Paul Eluard'dan Simone de Beauvoir'a, Jorge Luis Borges'den Umberto Eco'ya herkeslerin adım atmışlığıyla, menüye girmiş Jean Paul Sartre kahvaltısıyla, havasını solumaya değer. Turistik elbette şu anda ama bir dönemin şahidi; sürrealizmin, egzistansiyalizmin beşiği; yazarların, düşünürlerin, sanatçıların yuvası zamanında... Servisi zarif ve özenli, omleti pofuduk, kahvesi güzel, baget+tereyağı+ kruvasan+reçel kuarteti hazdan hazza sürüklüyor.

SADE VE LEZZETLİ
Le Bristol'un içindeki Faubourg'a bu kadar bayılmayı beklemiyorduk doğrusu. Michelin yıldızından ötürü temkinliydik: Hap kadar lokmalarla aç mı kalacaktık?
Evet Michelin'li ama eğreti ve poz bir yer değil burası. Çiçekli fotojenik duvarları ve rahat koltuklarıyla ilk baştan kavrıyor, her tabakla da daha fazla tavlıyor.
Siftah, porselen yumurta kabuğunda yengeç ile; zencefilli, limonlu, mayonezli Langustin; su teresi sosu, tereyağı ve kavrulmuş karabuğday tohumları eşliğinde. Deniztarağı, istiridye bitkisi de denen kızarmış tekesakalı çiçeği ve sote deniz salyangozuyla geliyor.
Böyle yazınca fazla alengirli göründüğünün farkındayım ama değil. Faubourg'un beş kalemlik tadım menüsü esasında gayet sade ve her kalemiyle çok lezzetli. Loic Dantec ile süpervizörü Eric Frechon'un ellerine sağlık.
Ördek ve kaz ciğerli milföy (Onlar 'pie' yani 'pay' diyor) dört günlük Paris seferimizin bence bir numarası. Yanında bademli meskülin salatayla arzı endam ediyor.
Berry takviyeli vanilyalı pavlova ise rüya, masal, hayal, şiir, müzik, sanat, aşk... Tam da bu noktada restorana Enrico Macias gelmesin mi! Bizim Türk olduğumuzu öğrenince, "Çok müteessir oldum" demesin mi! Velhasıl sadece lezzetli değil, şansımıza sürprizli ve hikâyeli de oldu Faubourg bir anda.
Paris'e yine geldiğimde yine gitmek isterim. Ama gidebilir miyim bilmiyorum. Bu tadım menüsü içki hariç 114 Euro zira. Çarpı beş. Offf.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA