Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

"Batı karşıtlığı" sözcüsü olarak DAİŞ

DAİŞ'e bahşedilen abartılı temsil ve sözcülük konumları, güncelleştirilen medenîleştirme misyonlarına önemli katkılar sağlamaktadır

Geçtiğimiz hafta vurgulamaya çalıştığımız gibi Batı akademik çevreleri ve medya organlarında sayıları hızla artan "cihadî- selefî terör uzmanları"nın savunduklarının tersine, bu hareketlerin kullandıkları İslâmî kaynakları incelemek, onları doğuran nedenleri anlama alanında son derece sınırlı yardım sağlayabilir.
Buna karşılık, bu kaynaklar üzerinden yapılan, çoğunluğu art niyetli değerlendirmeler, DAİŞ'in hayâlî bir medeniyetler çatışması kurgusunun meşrulaştırılması amacıyla kullanılmasına, İslâmiyetin ise "Batı değerlerine düşman," ortaçağı günümüzde egemen kılmaya çalışan bir anakronizm olarak resmedilmesine hizmet etmektedir.
Ancak DAİŞ, dünyanın önemli bölümüne on dokuzuncu asır "medenîleştirme misyonu" çerçevesinde yaklaşan çevrelere önemli bir hizmet daha sunmaktadır.

"Batı" karşıtlığı
"Batı" benzeri bir kavramsallaştırma yapmanın zorluğu, bu alanda ortaya konulan tanımların özcü karakter taşıdığı ortadadır. Buna karşılık dünyanın değişik bölgelerinde farklı sınırlara sahip "Batı" kavramsallaştırmaları yapılmakla kalınmayarak buna yönelik "karşıtlık"ın da düşünsel çerçevesi inşa edilmektedir.
Konuya tarihî örnekler yardımıyla yaklaşacak olursak 1904-1905 Rus- Japon Harbi, Hindistan'dan Afrika'ya uzanan bir coğrafî yelpazede "Doğu'nun modern tarihte Batı'ya karşı kazandığı ilk zafer" biçiminde kavramsallaştırılmıştır. Buna karşılık Slavofiller, Rus seçkinlerinin "Batılılaştırma" yoluyla toplumu geleneklerinden kopardığı eleştirisini dile getirerek Rossiya-Matuşka'nın "Batı'ya ait olmadığını" savunmuşlardır. Daha güncel bir örnek verecek olursak, genellikle "Batı"da yer aldığı varsayılan Sırbistan'da, Aleksa Djilas'ın yazılarında dile getirildiği gibi, tarihî nedenlere dayandırılan güçlü bir "Batı aleyhtarlığı" varolabilmektedir.
Tekrar etmek gerekirse sınırları değişken, fazlasıyla özcü ve aşırı monolitik bir kavram olan "Batı" anlamlı bir kategori değildir. Ancak bu kavram farklı toplumlarda "Amerikan aleyhtarlığı"ndan "Hıristiyanlık karşıtlığı"na ulaşan bir yelpazede işlevselleştirilmekte ve "Ötekileştirme" vazifesini ifa etmektedir.
Bunun neticesinde "Batı" kavramsallaştırmasını yapanların onun düşünsel beşiği olduğunu varsaydıkları Yunanistan "Batı karşıtlığı"nın kalesi olabilmekte, Mahathir bin Muhammed'in Çinli entelektüellerin benzer bir ifade (Zhongguo Keyi Shoubu/ Çin Hayır Diyebilir) ile tekrarladıkları "Asya Hayır Diyebilir" yaklaşımı geniş bir coğrafyada yaygın kabûle mazhar olabilmektedir.
Bu tez popüler düzeyde "yoga"nın bir "Batı karşıtlığı" aracı olduğunu ileri süren Guru Baba Ramdev ya da Batı aleyhtarlığı vurgularıyla Çin üniversite öğrencilerini derinden etkileyen, "Ovalarda Esen Rüzgârlar" romanının yazarı, muhalif entelektüel Yuan Hongbing tarafından da dile getirilmektedir.
Kendi örneğimize bakacak olursak kurucu ideolojisi "Batı" ile bir "aşk-nefret" ilişkisi tesis etmiş olan toplumumuzda "Batı karşıtlığı" sadece muhafazakâr, Batılılaşmayı geleneklere saldırı olarak algılayan kesimlerle sınırlı değildir. Kendilerine "ulusalcı" sıfatını yakıştıran çevreler de bir yandan "Batı" yaşam tarzına dayalı bir modernleşmeciliği kutsarken öte yandan da yabancı düşmanlığı seviyesinde "Batı aleyhtarlığı"nı fazlasıyla içselleştirmiş durumdadır. "Batı karşıtlığı" bir anlamda toplumun büyük bir bölümünü birleştiren ortak paydadır.

Yeni sözcü
İslâm dünyası, tarihî gelişmeler çerçevesinde "Batı" ile "Ötekileştirme" temelli bir ilişki tesis etmiştir. "Pan-İslâmizm" modern tarihin önde gelen "Batı karşıtı" ideolojileri ve siyasal hareketlerinden birisidir.
Uzun bir süreçte Malezya, Hindistan, Endonezya, Kuzey Afrika, Mısır ve Sudan'ı pençesine alan "Batı" yayılmacılığı yirminci yüzyılda İran'ı nüfûz bölgelerine ayırarak, dağılan Osmanlı devletinin geride bıraktığı alanların büyük bölümünde de mandat rejimleri kurarak devam etmiştir. Bu ise İslâm dünyasında "Batı" karşıtlığının hatırı sayılır bir ivme kazanmasına neden olmuştur.
Bu ülkelerin önemli bir bölümünün güçlü "Batı" karşıtlığı tonlarına sahip "Üçüncü Dünyacılık" hareketinin saflarına katılması tesadüfî değildir. Bu da Batı aleyhtarı konumun bu ülkelerde Ba'asçılık ve Pan-Arabizm benzeri sol- milliyetçi yapılanmalar tarafından da sahiplenilmesinin neticesidir.
Ortadoğu'da kimlik siyasetinin yükselişi sonrasında gerileyen "sol" ve "milliyetçi" yapıların yarattığı boşluğu dolduran İslâmcı hareketler toplumun ortak paydası olan "Batı karşıtlığı"nı İslâmî referanslar kullanımıyla yeniden üreterek ülkeleri ve Müslüman diasporasında varolan güçlü bir tepkinin sözcüsü haline gelmişlerdir.
DAİŞ de sınırları son derece geniş bir "Batı" kavramsallaşması yaparak onunla mücadelenin temel aktörü olmaya çalışmış ve bu alanda "karşıtlarının" yardımıyla önemli mesafe kaydetmiştir.
Dolayısıyla DAİŞ'in köktencilik kadar önemli niteliklerinden birisi de "Batı karşıtlığı"nın sözcüsü olmaktır. Bu ise "Batı"ya güncel "medenîleştirme misyonları"nı meşrulaştırma ve çok kültürlülüğün reddedilmesi konularında önemli bir destek sağlamaktadır.
DAİŞ'in vahşi uygulamalarının "değerler"e düşmanlık olarak tanımlanan "Batı karşıtlığı"nın çarpıcı örnekleri haline getirilmesinin güncelleştirilen "medenîleştirme misyonları"na bilhassa İslâm dünyası ve Müslüman diasporası bağlamında geniş bir alan açacağı, bunlara ahlâkî üstünlük sağlayacağı ortadadır.

Medenîleştirme söylemi
"Batı" entelektüel çevrelerinde post-Marksist, post-kolonyal ve Oryantalizm eleştirisi yapan yaklaşımlar egemen olurken, bu toplumlarda siyaseti yönlendirenler değişik biçimlerde dile getirilen "Batı" karşıtlığının "değerlerine ve medeniyetlerine düşman" çevrelerin ürünü olduğuna inanmakta ve onu bir "terörle mücadele" sorununa indirgemeye gayret etmektedirler (burada söylenilmeye çalışılan DAİŞ ile mücadelenin terör boyutunun bulunmadığı değildir).
Bu siyaset yapımcıları, Samuel Huntington'ın "aşağılık kompleksleri nedeniyle Batı ile çatışan Müslümanları"nın, Pascal Bruckner'in "Beyaz Adam"ının "gözyaşları" dökmesine neden olduğunu düşünmekte ve "cihadîselefî terör uzmanları"nın "İslâm'ın gerçek yüzünü DAİŞ'in yansıttığı" iddiasını sahiplenmektedirler.
Bunun neticesinde DAİŞ sadece "medeniyetler çatışması"nın değil "Batı karşıtlığı"nın da sözcüsü durumuna getirilmektedir. Söz konusu karşıtlığın sözcüsünün bu yapılanma olması ise onun "medeniyet düşmanlığı ve barbarlık" olarak kavramsallaştırılmasına, "Batı" siyasetlerinin ahlâkî eleştirilemezlik zırhına büründürülmesine katkıda bulunmaktadır.
DAİŞ'in "medeniyetler çatışması"nın İslâm kutbu haline getirilmesi, içinde fazlasıyla marjinal bir konuma sahip olduğu İslâm dünyasına büyük zararlar vermektedir.
Bu yapılanmanın "Batı karşıtlığı"nın sözcülüğü ile taltifi ise global ölçekte uygulanacak siyasetleri meşrulaştırma amacına hizmet ederek çok daha büyük bir coğrafyayı tehdit etmektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA