Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Suudi Arabistan istikrar istiyorsa...

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Suudi Arabistan ile ilişkilerinde hep olumlu ve iyi niyet esasları geçerli olmuştu. Hatta resmî gezilerde, halkın ve özellikle Suudi prenslerin Erdoğan'a yönelik hayranlıkları âdeta elle tutulur derecedeydi.
İlişkilerdeki ilk önemli kırılma, Mısır'daki askerî darbeyle gerçekleşti.
Temmuz 2013'te, Mısır'ın ilk seçilmiş başkanını alaşağı eden General Sisi'ye en büyük desteğin geldiği ülkelerin başında S. Arabistan geliyordu.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de Körfez'deki diğer büyük destekçiydi elbette ama asıl ABD'nin darbesever tavrının yakın zamandaki en net göstergesi Dışişleri Bakanı John Kerry'nin, Sisi için ABD 'demokrasiyi yeniden tesis edecek' sözleriydi.
Kral Abdullah, Sisi yönetimi ile, siyasi, ekonomik ve askeri işbirlikleri kurdu;
Mursi'den esirgenen tüm yardımlar Sisi'ye aktarıldı. Bu rakamın sadece üç yılda 25 milyar doları bulduğu söyleniyor.
Kral Selman döneminde de bu strateji değişmedi. Daha fenası Müslüman Kardeşler'in (İhvan) terör örgütü olarak kabul edilmesiydi. Bölgede silaha başvurmayan, ideolojisini aşağıdan yukarıya toplumu dönüştürmeye adamış bu hareketin terör listesine alınması, S. Arabistan'dan gelen ve bölgeyi istikrarsızlaştıracak ikinci büyük adımdı. İhvan, hâlen ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde sivil toplum örgütü olarak kabul edilirken, İslâm ülkelerinde terörle ilişkilendirilmiş olması, gençleri daha da çok silahın gücüne yaklaştıracak bir etkendi.
ABD Başkanı Trump'ın ilk yurtdışı ziyaretinde S. Arabistan'a gelmesi, Kral Selman ve Sisi ile birlikte dünyayı temsil eden küreyi tutarak resim vermeleri, üç ülkenin bölgenin yeniden dizaynında oynadığı rolün habercisi gibiydi. Resimde eksik olanlar İsrail ve BAE'ydi. Kudüs'ün ABD tarafından İsrail'in başkenti olarak tanınması, bu süreçte gerçekleşti. Türkiye en yüksek tepkiyi veren İslâm ülkesi oldu.
Veliaht Prens'in Lübnan Başbakanı Hariri'yi alıkoyup istifaya zorlaması, Yemen'de İran destekli Husilere yönelik başlayan bombalama kampanyasının toplu sivil katliamları, kolera salgını ve kıtlığı içeren bir insanlık faciasına dönüşmesi, Katar'ın düşmanca ablukaya alınması ve El Cezire'yi kapatıp, Türk üssünü iptal etmesi gibi şartların koşulması da bu süreçte gerçekleşti.
Ortak petrol havzasına sahip Kuveyt'in kendisine maddi haksızlık yapıldığını ve bir gün Suudların işgal tehdidine maruz kalabileceğini düşünmesi de bu küçük ama zengin Körfez ülkesini Türkiye ile askerî anlaşma imzalamaya ve savunma alımları yapmaya yöneltti. Bölgede boyun eğmeyen herkesi tehdit kategorisine koyan, zücaciye dükkânındaki fil misali bir politika uygulan Veliaht Prens başa geldiğinden bu yana krizsiz bir ay olmadı desek yeridir.
Kaşıkçı cinayeti, bu serinin en bilinen ve tepki çeken olayıydı. Türkiye, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan vesilesiyle delilleri dünyaya duyuracak. Erdoğan'ın gerçekleri tüm çıplaklığı ile açıklayacağını duyurmasının ardından Trump, Brunson krizinden bu yana ilk kez Erdoğan'ı arayıp istişarede bulundu. Çünkü Türkiye'nin açıklayacağı deliller, ABD-Suud ilişkilerinin devamlılığı noktasında da belirleyici olacak.
Şayet S. Arabistan kendi içinde ve bölgede istikrar arayışında ise, öyleyse dış politikasını da bu amaca matuf şekilde yeniden yapılandırmalıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA