Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Türkiye'ye acımak

İleride 2002 sonrasının tarihini yazacak olanlar ekonomik gelişmelerden söz edecektir. Bu tarihçiler veya siyaset bilimciler, Türkiye'nin dış politikasındaki değişiklikleri de kaleme alacaktır. Türkiye'nin küreselleşmenin etkisini, açılımlarını en iyi kullanan ülkelerden birisi olduğunu muhakkak kaleme alacaktır.
Ama bu kişiler en fazla toplumsal dönüşüme dikkat çekerek, bütün meselenin toplumun siyasallaşmasında düğümlendiğini vurgulayacaktır.

***

Gerçekten de 2002 sonrasının asli değişimi bu noktada yatıyor. Çok uzun yıllar boyunca süren devlet-toplum ayrışması bu dönemde aşıldı.
Devletin kendisinden uzak tuttuğu toplumun farklı kesimleri siyasal katılım yoluyla yeniden kimlik ve kişilik kazandı.
Bununla kalmayıp bu kesimler devlete ağırlığını koydu.
Müslümanlar bu kaderi yaşamış en geniş kesimdi. Başörtüsü ve o yalancı laiklik anlayışı söz konusu edilerek daha 2007 yılında Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi 'kamusal alan-özel alan' ayrışmasıyla kendisine tahsis edilen köşkün bahçesinde ancak belli bir sınıra kadar dolaşabiliyor, ötesine geçemiyordu. Daha fazla söz etmenin alemi var mı?
Kürtler de dilleri, kimlikleri, kültürleri reddedilmiş bir başka kesim olarak girdi o döneme. Bugün hala onların tanınmasında çok büyük ve çok geniş eksiklerimiz varsa da atılan adımlarla elde edilen kazanımları niye yok sayalım? Daha fazla yol alınabilirdi. Ama bu elde edilenlerin unutulmasını gerektirmez.
***

Bütün bunların bir tek nedeni var: Siyasal katılım veya eş anlamıyla siyasallaşma.
Bir toplumun erginleşmesinin hatta özerkleşmesinin kendisine ait otonom bir varlığa dönüşmesinin tek ve ana yolu budur. Türkiye 2002 sonrasında Akparti tabanının dinamizmiyle bunu elde etti. Gerçekten öyle. Çünkü aynı tarihlerde diğer partilerin politik olmaktan ziyade düpedüz devletçi- elitist-apolitik bir çizgi izlediği açık. CHP'nin Genelkurmay'la birlik olup Cumhuriyet Mitingleri düzenlediğini mi unutacağız, Baykal'ın 367 çıkmazsa vahim sonuçlar doğar tehdidini mi?
***

Şimdi Türkiye terör döneminden geçiyor.
Terörün en önemli sonucu toplumu apolitik bir noktaya taşımasıdır. Siyasal alan terör ortamlarında kapanır. Terörün ve şiddetin en önemli özelliği budur. Siyasal şiddetin hakim olduğu toplumlarda siyasallaşma, siyasal katılım söz konusu bile edilemez. Bu nedenle teröre karşı gösterilen tepki altın değerindedir.
Türkiye böyle bir noktaya sürüklenmek isteniyor. Demokratik platform Kürt şiddet hareketinin yükselmesiyle yerini güvenlik politikalarına terk ediyor. Sadece Ankara'da patlayan bomba nedeniyle değil. Türkiye'nin içinde bulunduğu OD politikası da böyle bir tutumu dayatıyor.
Öte yandan demokratik kültürümüz cılız. Bu tür olaylar ve dönemler içinde daha demokratik tepkiler ortaya koymaktansa daha fazla içimize kapanmaya ve devletçi politikalara eğilim göstermeye yatkınız. Bu sadece devletin talebi değil kökü çok gerilere giden bir toplum tavrıdır.
Ve bir toplum demokratik pozisyonunu yitirdiği, içine kapandığı, devletçi-güvenlikçi politikalara yöneldiği her dönemde ekonomik açıdan da kaybetmiştir.
Nice hatıralarımın olduğu Ankara Garı'nda bombayı patlatıp 100 civarında cana kastedenler asıl şu söylediklerimi hedeflemişlerdi.
Onlar acımadı biz Türkiye'ye acıyalım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA