Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM DURAN UZUN

Yeni Anayasa hangi yöntemle yapılmalı

AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Mayıs Seçimlerinden önce yeni anayasayı tekrar Türkiye'nin gündemine getirmiş ve tüm siyasi partilere ön koşulsuz masaya oturma çağrısı yapmıştı. Ayrıca "Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi" ve "2023 Seçim Beyannamesi" gibi belgelerde özel bir yer ayrılan yeni anayasa konusu seçimden sonra rafa kaldırılmamıştır. Her fırsatta tekrar gündeme getirilerek bu konudaki çağrıların samimiyeti gösterilmiştir. Nitekim yapılan açıklamalara göre, 1 Ekim Pazar günü yeni yasama yılının başlaması ile TBMM'de somut adımlar da atılacak.

Sivil ve demokratik bir anayasa sadece içeriği ile değil yapım yöntemi ile de tanımlanır. Bir anayasanın sivil, demokratik ve özgürlükçü oluşunu, meşruluğunu ve toplum tarafından benimsenmesini sağlayan husus sadece içeriğinin özgürlükçü ve demokratik olması değil hazırlanma yönteminin de özgür, katılımcı, uzlaşmacı ve demokratik olmasıdır. Bu açıdan sivil anayasa talebi anayasanın hem muhtevasına hem de yöntemine ilişkin bir taleptir. İçeriği demokratik ve özgürlükçü olan bir anayasa, hazırlanma yönteminin katılım ve müzakereye kapalı olması sebebiyle toplumsal kabule ve uzun bir ömre sahip olmayabilir.

Gerçekten de Türkiye'nin geçmiş tecrübeleri göstermiştir ki, anayasanın hazırlanma sürecinin toplumun katılımına açık olması ve özgürce müzakere edilmesi meşruiyeti için son derece önemlidir. 1961 ve 1982 anayasaları askeri darbelerden sonra, darbeyi yapan askerler ve onların belirlediği kurucu meclisler tarafından kendi öncelikleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Her iki anayasa da yürürlüğe girişlerinden kısa süre sonra tartışma konusu olmuş ve defalarca değişikliğe uğramıştır. Bu nedenle toplumsal katılımın en üst düzeyde olduğu, tartışmaya ve müzakereye açık, uzlaşmaya dayalı yöntemlerle bir anayasa yapılması Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni yüzyılına yakışan daha kalıcı bir anayasa ile girilmesini sağlayacaktır.

Yeni anayasa yapımı konusunda demokratik katılım ve uzlaşmaya dayanan yöntemleri ifade etmek için literatürde "kum saati" benzetmesi yapılmaktadır. "Kum saati formülü" olarak ifade edilen yöntem iki önemli unsura dayanmaktadır. Buna göre birincisi anayasa yapımında bir metnin önceden hazırlanıp topluma sunulması yerine süreç zamana yayılacak, toplum anayasa yapımının her aşamasından haberdar olacak ve mümkün mertebe bütün aşamalara katılacaktır. İkinci unsur ise, anayasa yapım süreci şekli olarak da kum saatine benzeyecektir. Kum saatinin üstteki geniş kısmına benzer şekilde süreç geniş halk kesimlerinde başlayacak halkın soyut talepleri toplanacaktır. Sonrasında kum saatinin dar kısmına benzer şekilde parlamentoda bu soyut talepler anayasa maddelerine dönüşecektir ve bir anayasa metni hazırlanacaktır. Parlamentonun metni hazırlamasından sonra, süreç tekrar halka dönecek ve kabul edilen anayasa kum saatinin altındaki geniş kısmına benzer şekilde referandumda halka sorulacaktır.[1]

Türkiye'de önümüzdeki dönemde eğer yeni bir anayasa yapımı girişimi olacaksa böyle bir yöntemin kullanılması gerekecektir. Her ne kadar parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin hemen hepsinin hazırladıkları bir takım anayasa taslakları olsa da onları partilerin bir ön hazırlığı olarak kabul edip beyaz bir sayfa açarak başlanacaktır. Nitekim buna benzer bir yöntem 2011 Genel Seçimleri sonrasında başlatılan yeni anayasa girişiminde işletilmişti.

ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU TECRÜBESİ

1982 Anayasasının kabul edilişinden sonra yeni anayasa yapımı için başlatılan en ciddi girişim 2011 Anayasa Uzlaşma Komisyonu idi. Bu girişim bundan sonraki anayasa çalışmaları için eşsiz tecrübeler barındırdığı için yakından incelenmeyi hak ediyor. 2011 seçimlerinden sonra yeni anayasa çalışmalarını sürdürmek üzere TBMM'de temsil edilen tüm siyasi partilerin katılımıyla TBMM Başkanı başkanlığında "TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu" kuruldu. Öncelikle kendi çalışma ilkeleri ve hazırlık aşamalarını belirleyen komisyon, "katılım, veri toplama ve değerlendirme" şeklindeki 1. aşamayı tamamlamış, "ilkelerin belirlenmesi ve metin oluşturma" olarak isimlendirdiği 2. aşamayı ise kısmen gerçekleştirebilmiştir. "Metnin kamuoyuna sunulması ve tartışılması" ile "taslağın gözden geçirilerek son halinin verilmesi" aşamalarına ise hiç geçilememiştir.

Komisyon oluşturulurken her siyasi partiden eşit oranda üyenin katılımı (dört siyasi partiden üçer üye), tarafsızlığın sağlanabilmesi açısından TBMM Başkanı'nın Komisyona başkanlık etmesi ve kararların mutabakat (oybirliği) ile alınması kararlaştırılmıştır. Uzlaşma Komisyonu veri toplama aşamasında 160 kuruluşu (STK, Üniversiteler, Kamu Kurumları vb.) doğrudan dinleyerek yeni anayasaya dair farklı görüşleri dinleme imkânı bulmuştur.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu önemli bir birikim ve tecrübe oluşturmuşsa da amacına ulaşamamış ve bir anayasa yazamadan dağılmıştı. Anayasanın içeriğine ilişkin tartışmaların yanında, başarılı olamamasının en önemli nedeni kuruluş ve çalışma ilkelerinden kaynaklanmaktaydı. Komisyona her parti eşit sayıda üye vermişti. Yani Komisyon toplumsal temsiline, aldığı oy oranına ve TBMM'deki sandalye sayısına bakılmaksızın tüm partilerin eşit temsiline dayanıyordu. Yüzde elli oy alan ve TBMM'de yüzde atmışlık temsile sahip parti de yüzde on oy alan ve TBMM'de yüzde ondan daha düşük bir temsile sahip parti de komisyonda üç üyeye sahipti. Eşit temsilin yanında, anayasanın hazırlanması için oybirliği kuralı benimsenmişti. Üç partinin anlaştığı bir metne bir parti dahi katılmasa metnin kabul edilmesi mümkün değildi. Son olarak bir partinin Komisyondan çekilmesi sürecin sona ermesi ve Komisyonun dağılması anlamına geliyordu.

Şüphesiz, anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir ve ne kadar çok parti anayasanın yapımına katılırsa o anayasa o kadar güçlü ve meşru olacaktır. Ancak, en homojen ve en uzlaşmacı toplumlarda bile böylesine yüzde yüzlük bir mutabakatı sağlamak mümkün değildir. Nitekim bu şekilde anayasa yapan bir ülke örneği bulmak da imkânsızdır. Sonuçta Komisyon bu ilkeler sebebiyle, kendisine tanınan süre birkaç defa uzatılmasına rağmen sadece 59 madde üzerinde anlaşabilmiş ve yeni anayasayı yazamadan dağılmıştı.

Bundan sonra başlanacak bir yeni anayasa girişiminin Uzlaşma Komisyonu tecrübesini mutlaka göz önünde bulundurması ve orada elde edilen tecrübeleri kullanması gerekecektir. Buna göre mutlak eşitlik ve tam uzlaşma ile yeni anayasa hazırlamanın mümkün olmadığı açığa çıkmıştır. Siyasi partilerin sandalye sayıları veya aldıkları oy oranında temsil edildiği bir komisyonun kurulması ve bu komisyonun üçte iki gibi yüksek bir nisapla karar almasının benimsenmesi sürecin daha sağlıklı işlemesini sağlayacaktır.

Ayrıca Uzlaşma Komisyonu'nun yaptığı çalışmalar, topladığı ve tasnif ettiği talepler değerlendirilmelidir. O dönemki partilerin üzerinde anlaştığı 59 madde bir başlangıç olabilir ve hızlı ilerlemeyi sağlayabilir.

Son olarak belirtmek gerekir ki, halkın katılımıyla anayasa yapımında milyonlarca vatandaşın tamamının bir araya gelmesi, anayasal meseleleri tartışması ve bir metin kaleme alması imkansızdır. Ayrıca bütün vatandaşların bütün anayasal ilke ve kurumlar hakkında bilgi sahibi olması da beklenemez. Halkın katılımı ile kastedilen toplumu temsil eden sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin metnin hazırlanmasına en geniş bir şekilde dahil edilmesi ve hazırlanan metnin referandumla yine halk tarafından kabul edilmesidir. Şüphesiz bireysel taleplerin online olarak toplanması ve tasnif edilerek sürece dahil edilmesi de mümkündür.

[1] Levent Gönenç, Anayasa Yapımı, TEPAV, Ankara, 2011.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA