Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

Şimdi muhalif olmak vardı...

Yatsıya doğru aradı, "Görüşebilir miyiz?" dedi, oldukça telaşlı bir sesle. "Tabii, buyur..." dedim.
"Telefonla olmaz" dedi, "yarın müsait misin?.."
Müzmin muhalif bir arkadaşımdı. Üstelik, sadece siyasi konularda da değil her konuda muhalifti.
"Nerde görüşelim?" dedim.
Bir yer söyledi, söyler söylemez de "Yok, orası olmaz" dedi. Başka bir yer söyledi, ardından yine vazgeçti. Yardımcı olmak için ben bir yer önerdim. Sessizliğe gömüldü. Orada mısın anlamında, "Alo" demek zorunda kaldım. "Aslında olur" diye kabul etti, sonra da "Ama orada tanıdık falan çok olur..." diye itiraz etti.
En sonunda güç bela bir yer saptadık. Belirlediğimiz vakitte de o yerde buluştuk.
Oldukça gergindi.
Ne içersin faslına geçmeden etrafı son bir kez kolaçan etti. "Kusura bakma ama başka yere gitsek iyi olacak" dedi. "Sorun nedir Hayrettin?" dedim. "Yolda anlatırım" dedi ve ekledi: "Cep telefonlarımızı senin arabada bırakalım. Benim arabayla gidelim..."
Yolda "İş güç nasıl gidiyor?" dedim. "Çok iyi..." dedi.
Şaşırdım!
Şimdiye değin sırf muhaliflik belasına her şey için "Çok kötü" derdi. Başta kendi işleri olmak üzere memlekette "iyi" giden hiçbir şey yoktu ona göre. Her şey berbattı ve her geçen gün de daha kötüye gidiyordu.
"Çoluk çocuk iyi mi?" dedim, "İyi iyi" diye kestirip attı. "Peki mevzu nedir Hayrettin?" dedim, "Cep telefonlarını bırakmalar falan nedir yani? Devlet sırrı mı bu?"
Dan diye "Mevzu siyasi..." dedi.
"Siyasi mi?" diye ünledim, "Hayırdır oğlum, devrim mi yapacağız?"
Şakanın sırası olmadığını söyledi. Vaktiyle ona anlattığım bir devrimci abinin adını anarak, "Ben o değilim" dedi.
Ona anlattığımı size de anlatayım: Üniversite yıllarında hızlı devrimci bir abimiz bir gün beni çağırmış, denizaltı yaptığını, bir ay sonra Büyükada'ya çıkarak devrim yapacağımızı, sonra da devrimimizi tüm Türkiye'ye yayacağımızı, bu sırını sadece bana açtığını, aramızda kalması gerektiğini söylemişti. Hinliğine "Silahlar, füzeler hazır mı abi?" demiştim... Silaha gerek olmadığını, propagandayla halkı bilinçlendirip devrim yapacağımızı söylemişti. Ben de "Ada vapuruyla gitsek olmaz mı abi?" deyince yüzüme bakakalmış, "Bak, o da olur" demişti. Ne günlerdi...
Salacak'tan yola çıkmış, sahil boyu nerdeyse Beykoz'a varmıştık. Hâlâ mevzuyla alakalı tek kelime etmemişti.
Biraz kuşkucu, komple teorilerine de yatkın bir arkadaşımızdı ama bu kadarı da fazlaydı. "Yeter artık" dedim, "Bir kenarda dur, neyse derdin anlat artık!"
Müsait bir yerde durdu ve nihayet anlatmaya koyuldu.
"Siyasi görüşlerimiz seninle hiç uyuşmaz ama senden daha çok güvendiğim arkadaşım da yok!" diyerek başladı. "Her gece kâbus görüyorum" dedi. "Şu bizim 6'lı masa var ya, hep birlikte gelip bana cumhurbaşkanı adayımız sensin diyorlar..."
Gülerek "Ne güzel işte" dedim, "sonunda bir aday bulmuşlar."
"Hiç komik değil" dedi, buz gibi bir sesle. "Son aylarda hep aynı kâbusu görüyorum."
"Sizinkilerin hayali, senin için neden kâbus oluyor?" dedim.
"Ama rüyamın sonunda hep Pinokyo olarak uyanıyorum" karşılığını verdi.
Dilimi ısırmasaydım, "Adaylığı benimsemişsin demek ki" diyecektim. "Neden bir psikiyatriyle görüşmeyi düşünmüyorsun?" dedim.
"Çünkü kâbuslarım sona erdi" dedi, "Artık ne cumhurbaşkanlığı adaylığını teklif ediyorlar ne de Pinokyo'ya dönüşüyorum!"
"Nasıl başardın?" dedim.
"Muhalifliği bırakınca, kâbuslarım da kendiliğinden sona erdi..." dedi. "Ama şimdi tekrar muhalif olamıyorum. Çok mantıksız geliyor, muhalif argümanlara artık ikna olamıyorum. Benim sektör, bilirsin, hep muhaliftir. Bir gün anlayacaklar, beni dışlayacaklar diye çok korkuyorum. Ne yapacağım bilemiyorum..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA