Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Mutluluğun resmini babama gönderdim!..

Çocukluğum savaş sonrası yıllarıydı.. En iyi hatırladıklarım, Çaldıran, Van'da değil, Bandırma'da başlar.. Öcal ağbimle ben ilkokulda..
Serpil bebek.. Kemal henüz doğmamış..
Ağbimle pazar kahvaltılarını nasıl iple çekerdik.. Babam öğretmişti bize pazar kahvaltılarının nasıl mutluluk olduğunu.. "Aile"nin o kahvaltılarda oluştuğunu..
O zamanlar cumartesi yarım gün çalışılırdı. Okullar dahil..
Yani ailenin keyifle, bir yere koşuşturmadan, ya da yorgun argın masaya çökmeden bir arada olduğu tek keyif sofrasıydı, pazar kahvaltıları..
Size bir şey diyeyim mi?.
Uluç ailesi o kahvaltılarda kuruldu..
Dedim ya, yokluk yılları.. Ay başında babam minnacık yüzbaşı maaşını annemin avcuna koyardı. Öbür aybaşına kadar her şeyi idare etmek annemin işiydi.
Kira.. Evin elektrik, su, yakacak masrafları..
Yiyeceklerimiz.. Giyeceklerimiz.. Okul masrafları..
Hepsi ama hepsi, o maaştan işte..
Resmen kuruşları sayardı annem..
Ekmek dahil her şey karneyle alınırdı. Babam asker olduğu için o konuda imtiyazlıydık. Babam asker tayınını da eve getirirdi..
Benim bir deyişim aile mizah albümüne girdi, o yüzden..
Mahallede koşmuş, top oynamış, eve aç gelmişim..
Annemden bir sandviç istemişim.. İçine koyacak bir şey yok, tel dolapta.. O zaman buz dolabı nerdeeee?. Annem "Yok" demiş.. "İçine koyacak bir şey yok.." "Ben de tayın deperim" diye cevap vermişim, Kilis aksanıyla..
Allahtan tereyağımız Manyas'tan köyden gelirdi, babaannemden. Manyas ve çerkez peynirleriyle beraber.. Zeytinyağı ve zahterimiz Kilis'ten, anneannemden..
Ötesini, babam ve annem nasıl başarır, becerirlerdi.
O yokluk Bandırması'nda pazar sabahları bizim evde sucuğundan pastırmasına her ama her şeyli kahvaltı sofrası kurulurdu. Saatler sürerdi o kahvaltı.. Hem de nasıl neşe içinde..
Babam neler bulur anlatırdı.. Parazitli de olsa, radyoda sabahları neşeli şeyler çalardı..
O kahvaltının bitmesini hiç istemezdim..
Hayatımızın en mutlu anlarıydı onlar..
Ağzımız lezzetle dolardı, ruhumuz lezzetle..
Aileyi aile yapan en önemli şeyin, tüm ama tüm aile fertlerinin etrafında toplandıkları "kahval masası" olduğunu babam öğretmişti bize işte..
Beynimize çakmış, içimize işletmişti.
Bir Ankara pazar sabahında, Balgat'taki Hattena Hatay Sofrası'nda üç kardeş, Serpil, Kemal, ben bir araya geldiğimizde babamı, Bandırma'yı, o bizi "aile" yapan kahvaltıları hatırladım işte.. Damat Fethi, gelin Nükhet ve yeğen Önder.. Artık aileden olan Ercan.. Yedi kişiydik, Hattena'da..
Hüseyin Yayman dostla (O zaman Kültür Bakan Yardımcısıydı. Şimdi Hatay Milletvekili) Antakya'da harika bir Hatay kahvaltısı yapmıştık..
"Asi" lokantasını orda tanımıştım. İstanbul'da şubeleri vardı, Bayrampaşa'da.. Gitmiş, parmaklarımızı yemiştik de, yazmıştım.
"Ankara'da eski Gazi İstasyon Binası'nda da şubemiz açılıyor" demişlerdi..
Kardeşlere bir Hatay kahvaltısı yaptırma niyetiyle, Asi'yi aradım.. "Kahvaltı vermiyoruz" dediler..
Pes etmek yok.. Hüseyin Yayman dostu aradım..
Antakya'daymış..
"Ankara'da Hatay kahvaltısı nerde yaparız" dedim.. "Hattena var, ama bekle.. Ben arar, konuşur, dönerim" dedi..
Az sonra aradı. Yerimiz ayrılmış bile..
Atladık arabaya.. Kemal'in ofisi zaten o civarlarda.. Kolayca bulduk..
Kapıdan nasıl güler yüzle karşılandık, bu kadar olur?.
O sımsıcak "Hoş geldiniz" bizi sımsıcak ama dopdolu bir salona taşıdı.. Hüseyin dost olmasa, masa değil, sandalye bulamazmışız. Öyle bir yer burası..
En dipte bizim masa bomboş bekliyor..
Oturduk.. Servis beklerken etrafa bakıyorum.
Duvarlar çocuk resimleriyle dolu.. Ne tatlı, ne şirin şeyler yapmışlar.
Dünya şirini bir "insan" ama ne "insan" geldi masamıza.. Hattena'nın ruhu o.. Resim öğretmeniymiş.
Çocuklara resim öğretirmiş.. Duvardakiler de, öğrencilerinin ve Hattena'ya gelen çocukların yaptıkları resimler..
Anında kanım kaynadı Ali Hocama.. Bir bakışta sever, bir bakışta dost olursunuz ya, öyle işte..
Herkesin önünde, Hattena'yı anlatan bir kağıttan amerikan servis var.. En altta boydan boya bir yazı..
"Ekmeklerimiz, 90 yaşındaki Ahmet Usta'nın taş değirmeninde çekilen buğdayla yapılmıştır." Bu ayrıntı öyle önemli ki.. Daha masaya oturunca anlıyorsunuz ki, yiyeceğiniz, içeceğiniz her ama her şey özel olacak.. Az sonra tepsiler taşınmaya başladı..
Servisler ortaya ama öyle büyük servis tabaklarıyla değil. Çay tabağı büyüklüğünde minik minik servisleri yaydılar uzun masaya..
Herkesin elinin altında her şey var..
Bir kahvaltıda aklınıza gelecek her şey..
Ama hepsi özel.. Hepsi Hatay'dan.. Çam balından, kaymağa.. Yayık tereyağından üzüm, portakal, mandalina, ayva reçellerine.. Serpil, tam annemizin kızı.. Harika reçeller yapan bir uzman..
Kulağıma eğildi..
"Ben hayatımda böyle reçeller yemedim" dedi..
Hangisini yedik ki?. Sıcaklar, hepsi Ali Hocam gibi güler yüzlü, hepsinin gözü sofrada garsonlar tarafından tabaklara servis ediliyor. Gözler nasıl masada?. Tandırdan gelen ekmeği bitti mi birinin, ya da soğudu mu, hemen alınıyor, yerine sıcağı konuyor.. O kahvaltının tadı sıcacık ekmekle çıkar çünkü..
Benim favorim, Hatay'dayken ilk yediğim ve bayıldığım tuzlu yoğurt.. Tereyağı ve peynir yerine, tuzlu yoğurt sürüyorum ekmeğime.. Üzerine reçel..
(Dilerim tansiyon ve şeker doktorlarımdan hiç biri okumuyordur bu yazıyı..) İçtiklerimiz, taze sıkılmış nar ve mandalina suyu..
İki saat sürdü, binbir çeşitli Hattena kahvaltımız..
Bu arada, Ali Hocam anlattı. Hattena, eski çağlarda, Hatay'daki bir prensliğin adıymış..
Nasıl ama nasıl yemişiz, ertesi gün akşam, İstanbul'da bir şeyler yiyebildim ancak..
Serpil'le, Nükhet'le konuştum "Ben İstanbul'a vardım" demek için.. İkisi de sözleşmiş gibi ayni şeyi söylediler..
"Hıncal Ağbi, ben hâlâ acıkmadım, biliyor musun?." Ercan "Soframızın resmini Yayman Bey'e gönderdim" dedi..
Ben de gönderdim.. Yukarıya.. Babama.. Bizi aile yapan pazar kahvaltılarından son gününe kadar vazgeçmeyen babama, mutluluğun resmini gönderdim..

*

Ankara'da bu yazıyı okuyan dostlar, yakınlar, okurlar..
Daha fazla bilgi almak, resimler görmek ve rezervasyon yaptırmak isterseniz Google'a hemen yazın ve tıklayın..
hattena.com.tr

***


Teşekkürler Eker!..

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Medya Koordinatörü Mücahit Eker aradı..
Teşekkürler ederim, aradığı için teşekkür ederim, önce..
İstanbul'un Valisi, Emniyet Müdürü ve onların benim vergilerimle maaş alan Basın Büroları yüzlerce yazımıza cevap vermeye tenezzül etmezken, anında arayan makama bakar mısınız ve "Teşekkür" etmez misiniz?.
Eker, "Doğan Tılıç gibi bir gazetecinin basın kartı nasıl iptal edilir" diye yazdığım satırlarla ilgili açıklama yaptı.
"Böyle bir şey yok" dedi.
"Herkesin basın kartı değişiyor." Doğru.. Şekil, biçim değiştiriyor bir defa..
Benimki de geldi. Açık mavi bir kart.. Yahu onun adı, ben doğduğumdan beri Sarı Basın Kartı.. Her gazete ve derginin kendi elemanlarına verdiği özel basın kartlarından ayrılsın diye, devletin verdiğinin adı "Sarı Basın Kartı"dır. Bunun adı ne şimdi?.
Bir gelenek böyle keyfi değişir mi?. Neyse.. O ayrı konu..
Kartlar değişirken, "Basın kartı alma koşulları" da inceleniyor. Mesleğe devam ediyor mu?.
Kart almasını engelleyen bir durum yaratmış mı?.
Bu da "bürokrasi" tabii.
..ve de gecikmeye sebep oluyor.
Sayın Eker "Doğan Tılıç'ın kartı da yollanacak" dedi.
Ne var ki, yazımın sonundaki "Doğan Tılıç'ın kartını iptal eden hangi FETÖ'cü" cümlesine kırılmışlar.
Valla, Cumhurbaşkanlığına çok yakın köşedaşım Melih "Doğan Tılıç gazetecidir.
Kartı iptal edilemez" diye yazmıştı. Ben de ona dayanarak ayni öfkeyi dile getirmiştim.
Sırf muhalif diye bu ülkede bir gazetecinin basın kartı iptal edilirse, bu kime yarar?.
Herhalde Doğan'a değil.. Hükümete, makama hiç değil. Olsa olsa hükümeti yıpratmak isteyenlere, özellikle yurt dışında kullanacaklara, büyük bir koz verir..
Onu da kim ister, bir düşünün?.
Aklınıza FETÖ'den başkası geliyor mu?.
Ucu, devletime, hükümetime dokunacak her türlü eylem ve söylemin arkasında FETÖ'cü kalıntılarını arıyorum diye, kusuruma bakmayın, Sayın Eker..

***


Tuhaf gerçekten!.

"Selahattin Duman nerelerde" diye konuşuyorduk.. Bir arkadaş "Tuhaf diye bir dergi var, ara ara yazıyor" dedi..
Selahattin Duman insan olarak çok sevdiğim, yazar olarak en bayıldığım kalemdi.
Vatan'a gitmek için SABAH'tan ayrıldı.
Sonra gazete çıkarmak değil, SABAH'ı batırmak için çıkarılan gazeteyle birlikte battı. Yıllardır duymuyor, görmüyor, okumuyorum.
Hemen bir Tuhaf aldırdım Ercan'a.
Ocak sayısını getirdi. Kapağında Muazzez İlmiye Çığ'ın resmi var.
Toprak Dede Hayrettin Karaca'nın en yakını idi ya, 103 yaşındaki dünya çapında bilim kadını Muazzez Hanım.. Ne çok severim, ne çok sayarım..
"Harika" dedim, resmini görünce..
Onunla bir röportaj var dergide..
"Kendine güveneceksin.
Çok çalışacaksın.
İnsanları seveceksin" dediği kapakta yazılı..
Nasıl hevesle saldırdım, açtım ve..
..ve dergiyi elimden fırlattım attım.
Derginin nerdeyse yarısı dişi yazıyla..
Hadi başlık neyse ama, yazının tamamı dişi olur mu?.
Muazzez Hanım'ın yazısı da baştan sona dişi..
Kreatif Direktörmüş Eray Kula..
Kreatif "yaratıcı" demek.. Sen "öldürücü"sün Eray.. Senin bakma zevkin uğruna milletin okuma zevkinin içine tükürmüşsün.
Dergi okunmak için çıkar. Sayfa çizen ressamın mastürbasyonu için değil..
Erkekçe niye 150 bin sattı?. Çünkü bizim kreatif direktörümüz Mustafa Eren, dergiyi en kolay, en rahat okunacak şekilde hazırlardı da ondan.. Ve de dünyanın en güzel sayfalarını yapardı, mastürbasyon değil, gazetecilik yaparak..
Ercan'a "Bu dergiyi bir daha almana gerek yok" dedim..
Tuhaf, bir okurunu, daha başlamadan kaybetti. Tabii, onlar için önemliyse..

*

Tabii, "Kızım sana söylüyorum" derken, bizimkilere de dokundurmam şart.
Hakan Aydemir adlı okurum mail atmış.. Buyrun..
"Sayın Uluç, Ben 53 yaşında yaklaşık 25 yıllık SABAH okuruyum. Evime mutlaka her gün SABAH gazetesi girer.
İnternetten takip şansım olsa da ben gazetemi elime almaktan o mürekkep kokusunu içime çekmekten büyük bir haz duyuyorum..
Bir nevi gazetemi seviyorum.
İnanın devamlı alışveriş yaptığım markette SABAH kalmamış ise bulana kadar dolaşıp muhakkak evime SABAH gazetesini alıyorum. Bu benim için en büyük zevk ve tutku.
Yalnız sizin de zaman zaman değindiğiniz üzere son zamanlarda gazetemi okumaktan, pardon okuyamamaktan son derece rahatsızım.
Nedenine gelince siyah veya renkli zemin üzerine o kahrolası beyaz ve küçük yazılar yazılınca inanın okuyamıyorum.
Allah aşkına nereden çıktı bu beyaz yazı yazmak merakı?.
Sanki "Okumasınlar" diye özellikle çaba sarf ediyorlar.
Bunca yıllık okurum. İnanın gazetemi alıyorum ama okuyamadığım için zevk almıyorum. Bunu ancak siz düzeltirsiniz.
Benim gibi yılların SABAH okurunun bu feryadını lütfen duyurun ve bana, sizin dediğiniz gibi kahvemi alıp şöyle güzelce SABAH gazetemi okuma keyfimi tekrar kazandırın.
Saygı ve sevgilerimle.."

***


Vergi!..

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığına, Kızılay Başkanı Sayın Kerem Kınık "Vergi kaçırmak başkadır.
Vergiden kaçınmak başkadır" demiş.
Ben de 40 yıllık SABAH yazarı olarak, hem de peşin bayağı vergi ödüyorum. Bu vergiden nasıl kaçınma yollarını öğrenebilir miyim?.
Saygılarımla..
Hıncal Uluç Vatandaş.

***


Tebessüm
Gazeteci- Vatikan'da kaç kişi çalışıyor?.
Papa- Aşağı yukarı, yarısı!..

Sevdiğim Laflar
Hayatı gözyaşlarınla ödüllendireceğine, gülüşünle cezalandır.'
Paul Auster (Teşekkürler Venüs)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA