Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İmamoğlu’nun “Sessiz İstanbul”u!.

Binali Yıldırım'a 800 bin fark atarak İstanbul'u kazanırken, Ekrem İmamoğlu "Her şey çok güzel olacak" demişti. Vaatlerinin başında da "Sessiz İstanbul" geliyordu..
9 ay sonra hatırlattık.. Ne oldu, 'Sessiz İstanbul' dedik. Beylikdüzü Belediye Başkanıyken yakın dostu Hıncal'ı, Büyükşehir'in başına geçer geçmez unutan, telefonlarına çıkmayan, ona köşesinde şahsen sorduğu sorulara bile Basın Bürosu aracılığı ile yanıt vermeye başlayan İmamoğlu'na..
Örnek verdiğim SABAH gazetesi önündeki korna gürültüsü ve ses kirliliğine dikkat çeken yazıma yolladıkları cevapta "Yazınız üzerine önlem aldık" diyorlardı. Oraya bir levha dikmişler.. Korna yasağı levhası.. Bir borazan ve üzerinde bir çizgi var..
İşte bu eylem ve söylemleri, Beylikdüzü'nün harika başkanı iken, İstanbul'un başına gelince değişen İmamoğlu'nu ve verdiği sözleri nasıl tutacağını anlatmanıza yeter..
Sayfadaki resme dikkatli bakın.. İyi bakın diye büyük kullandım zaten.. Bu resimde, Ekrem İmamoğlu'nun "Sessiz İstanbul" vaadini gerçekleştirmek üzere SABAH gazetesinin önündeki "Gürültü Kavşağı"na koyduğu "Korna çalmak yasaktır" levhasını görene ve bulana alkış..
Hadi, İmamoğlu'nun Basın Bürosu, buna da bir açıklama göndersin bakalım..
"Laf ola torba dola" iş yapıyor görünmek için, görünmez, görünse bile zerre işe yaramaz bir levha dikenler mi, İstanbul'u "Sessiz" yapacak?.
İmamoğlu Başkan,
"Ben korna yasağı ilan eder, levhaları dikerim, ama cezayı polisler yazar. Polis denetlemiyor, yasağı ihlal edene ceza yazmıyorsa, ben ne yapayım" diye ağlayıp sıyrılacağını sanmak yok..
Yasaların böyle bir ikilem yarattığını, Beylikdüzü Belediye Başkanıyken bilmiyordun da, yeni mi öğrendin?.

Bu resme bakın ve rahatlayın. İmamoğlu "Sessiz İstanbul" sözünü tuttu. Artık korna sesi duymayacaksınız.. Nasıl mı?. Baksanıza resme.. Arayıp bulsanıza.. Orda "Korna Yasağı" levhası var. Bakar bakmaz, görebilirseniz tabii, elinizi çekeceksiniz kornadan.. İşte İmamoğlu'nun seçim vaadlerini nasıl tutacağının kanıtı!. Rahatladınız değil mi?.


Bu kentte yollar vilayete bağlıdır, kaldırımlar belediyeye mesela.. Öyle gariptir yasalar, kurallar.
Ben vatandaşım.. İkilemler umurumda değil. Beni ilgilendiren, vatandaş olarak haklarımdır. Bu haklarımı da, kentin sahibi kimse, ondan sorarım..
Kim kentin sahibi?.
Atanmış Vali değil asla.. Ben bu köşeye başladığımdan beri, "Halkın Valisi" olarak bir tek Erol Çakır'ı gördüm.. Ötekiler, halkın arasına girmediler. Halk gibi yaşamadılar. Halkın çektikleri umurlarında olmadığı için, sorunları aramadılar bile..
Atanmış oldukları için, koltukları, Ankara'nın iki dudağı arasındaydı. Bu yüzden halkı değil, Ankara'yı mutlu etmek için yaşadılar hep.
O zaman kim olacak, İstanbul Halkı'nın sahibi..
Seçilmiş Belediye Başkanı.. Beş sene için seçiliyordu. Başarılı olursa bir beş sene daha.. Osmanlı devrinden beri Şehrin Sahibi oydu zaten. Şehremini idi adları o zaman, bu yüzden..
Ve bütün dünyada şehrin sembolik anahtarı Belediye Başkanı'nda durur..
Yani ey İmamoğlu, Şehrin sahibi sensin.. Ama yetki Vali'de..
O zaman bu şehrin sahibi olarak, bu halkın sorunlarını çözeceğine söz vererek seçilmiş bir başkan olarak yapman gereken ilk şey ne?.
Açık söylüyorum..
Vali ile el ele vermek.. Vali ile iş birliği yapmak ve bir yerden, mesela "Korna Yasağı"ndan başlamak..
Başlamak "Diyalog"la olur..
Belediye Başkanı olduğundan bu yana, İstanbul Valisi'ni aradın mı, İmamoğlu?. Görüşmeye gittin mi?. Sorunları paylaşıp, destek istedin, "El ele çözelim" dedin mi?.
İşin, "Ben levhamı asarım, işim biter" deyip suçu Vali'nin üzerine atmak iş değil İmamoğlu.. İşin İstanbul'u sözünü verdiğin "Sessiz Kent yapmak, tamam mı?.
İstanbul Hemşehrisi olarak bana "Sessiz İstanbul" sözünü, Vali değil, Şehremini olarak sen verdin İmamoğlu.
O zaman ben sana sorarım!. Sonuna dek de sormaya devam edeceğim..
İstanbul, sözünü verdiğin "Sessiz Şehir" olana dek, yakandayım İmamoğlu!.

***


Harika Çocuk Bedri'nin, harika işleri!..

Bedri Baykam, geçen ay, çağdaş Türk sanatçılarından bir gurubun Kiev'de sergisini açtı..
Onunla yakın bir hayatımız var. Ben 1957'de mesleğe başladım. Bedri o yıl doğdu.. Babası Suphi Baykam (Nur içinde yatsın) yakın dostumdu. Oğlundaki yeteneği keşfetti ve destekledi.. Hangi baba, çocuğunun 2 yaşında çiziktirdiği şeyleri saklar?. 1963 yılıydı galiba.. Suphi dost "Bedri'nin ilk sergisi açılıyor" dedi, tuttu götürdü beni.. 6 yaşında ilk sergi..
"Harika Çocuk" diyorlardı Bedri'ye o yıllarda..
Sonra büyüdü.. Fransalara, Amerikalara gitti. Resim yaparken fotoğraf da çekti. Ben Erkekçe dergisini çıkarıyordum, 80'li yıllarda mesela.. Los Angeles'tan, New York'tan kapaklar çekti bize..
Özet.. Ben bildim bileli faaldir.. Hep bir şeyler peşindedir.
"Nerden çıktı bu Kiev'de sergi açmak" dedim..
"Kiev, küresel bir amacın, parçası" dedi.. "Sergiyi, Kiev'in en prestijli mekanı Modern Sanat Araştırma Enstitüsü'nde açtık. Ukrayna Akademisi'ne bağlı. Orada iki yıl önce kişisel sergi açmıştım, sonra beni Ukrayna Akademisi'ne üye yapmışlardı. Satışa açık değil, bir prestij amaçlı.. Fuar değil, müze mantığıyla yapılan bir sergi. Sponsorlar bulursak bu sergiyi dünyanın değişik yerlerine taşımak istiyoruz. Berlin, New York, Los Angeles gibi... Herkesin bu tutkuyu desteklemesini bekliyoruz."
"Yahu Bedri" dedim, "Satış da olmadığına göre, bu serginin bizim sanatçılara ve bize ne faydası olacak ki?."
Anlattı..
"Psikolojik olarak çok önemli, yabancı bir ülkede beğeni toplamak, sanat tarihçilerin dikkatini çekmek, diğer sanatçılar ile keyifli bir dayanışma içinde olmak, Türkiye'yi temsil etmek, hepsi önemli. Türkiye'ye yararı ise sanılandan çok fazla! Bir ülkenin siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda, turizmde dikkat çekmesi, destek verilen, ziyaret edilen bir ülke haline gelmesi hep yansıttığı imaj ile eş değer. Bunu da sağlayan en başta spor ve sanat. Özellikle sanat, en kalıcı ve en değerli unsur olarak görüldüğünden, şu gerçeği hatırlıyoruz: Size saygı duyan bir ülkenin parlamentosu kolay kolay aleyhinize bir karar çıkaramaz. Ülkenize turizm için daha sık ve güvenerek gider, daha kolay ticarete girişir. Fransa örneğine bakın, dünyanın en iyi müzeleri, yönetmenleri, sanatçıları, modacıları onlarda ve bunun kremasını her alanda yiyorlar."
Valla fevkalade mantıklı.. Ben de meraklandım..
"Peki Kiev'i nasıl planladın?."
"Hıncal Ağbi, yıllardır Türk çağdaş sanatının en çarpıcı isimlerini dünyanın değişik yerlerinde sergileme fikri 40 yıldır bana heyecan verir. Sen en başından takip ediyorsun çağdaş sanatımızı uluslararası düzeye çıkarma savaşımı; Bizi en iyi şekilde temsil eden farklı üç kuşaktan sanatçının işler arasından bu serginin genel havasına en uygun parçaları küratör olarak ben seçtim. 26 sanatçının 11'i açılışa geldi.. Geniş ve zengin bir yelpaze oldu."
Açılış başarılı olmuş.. Bedri, Dışişlerimizin desteğinden de çok mutlu..
"Açılış çok güzel ve kalabalıktı. Ukraynalı sanatseverler çok beğendiler. Çağdaş Türk sanatından bu düzeyde bir ses beklemiyorlardı. Medya ve eleştirmenler geldi. Büyükelçimiz Yağmur Ahmet Güldere ve değerli eşi de katıldı. Ertesi gün sanatçılarımız onuruna rezidansta Ukrayna sanat ortamının da katıldığı bir davet verdiler. 50 yıldır yaşadıklarıma istinaden söylüyorum, kısıtlı mali imkanlarına rağmen Büyükelçilerimiz ellerinden geleni yaparlar ve sanatçılarımızı desteklerler, teşekkür ediyorum.. Ancak artık hükümetlerimiz de çağdaş sanatımızı dünyaya taşıma konusunda bir hedef belirlemeliler. Atatürk ve İnönü dönemlerinde sanata ve sanatçılara gösterilen ilgiyi, biz daha sonraki kuşaklar, göremedik."

***


Hasretin iki yakası!..

"Hükümetlerin, siyasilerin eylem ve söylemlerini uluslara yıkmak, uluslar arasında kin, nefret ve öfke yaratmak ne yanlış" dedim hep..
80'li yıllarda, bu ülkede 12 Eylül Askeri Yönetimi varken, Zülfü Livaneli gibi bir uluslararası dev sanatçı, hapse girmemek, kimbilir idam edilmemek için İsveçlerde kaçak yaşarken, Erkekçe dergimde sayfalar ayırmıştım..
"Ege'nin iki yanında Livaneli var" başlığıyla..
Zülfü kardeşim, uzaklarda "Yedi tepeli kentimde bıraktım gonca gülümü/ Ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü" derken, bir Yunan sanatçısı Maria Farandouri, onun şarkılarını terennüm ediyordu..
Günlük gazetelerin yapamadığını aylık dergiyle başarmıştık..
"Lozan Mubadiller Vakfı Korosu"nu dinlerken, Farandouri/ Zülfü günlerini hatırladım işte..
Arabamda elime aldığım gazetelerin manşetlerinde Yunan halkına küfürler, sövgüler.. Müzik setimden gelen harika melodilerde, kah Türkçe, kah Rumca, ayni türküler..
"Ege'nin iki yanında, yeme, içme, dans etme ve türkü söyleme, dinleme zevkleri ayni iki millet oturuyor" diyen türküler bunlar..
Lozan Muadilleri Korosu (LMK) 2005'te kurulmuş. Hepsi amatör, muhtelif mesleklere mensup koristler. 14 yıldır, Ege'nin iki yakasında 100'den fazla konser vermişler.
Türküleri, hüzün, mutluluk, ama hep barış, hep kardeşlik üzerine kurulu..
Vardar Ovası ile coşuyorum. Drama Köprüsü ile hüzünleniyorum.. Samiotissa ve Gialo Gialo ne diyor anlamıyorum, ama melodi tanıdık. Duygulanıyorum.. 10 günden beri, durmadan bu CD dönüyor setimde.. 18 ortak türkümüzü, dönüp dönüp dinliyorum..
"Memleket kokulu yarim"de Zülfü de var, koronun yanında.. O ayrı dokunuyor..
Ne yazık bu albüm D&R başta, plakçılarda yok. Kalan Müzik'ten isteyeceksiniz benim gibi. İnternet yoluyla..
"Hasretin İki Yakası/ Lozan Mübadilleri Korosu"
www.kalan.com

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Destedeki bütün kartlar sizin kaybedeceğiniz biçimde dizilmişse o eli kazanmanın tek yolu kurallara karşı gelmektir." Paul Auster.

TEBESSÜM
Korkunun ecele faydası yok.
Ama hıçkırığa birebir.. Tavsiye ederim.
(Teşekkürler Utku)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA